
Yavuz Alogan
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi (ve Suriye Özel Temsilcisi!) Tom Barrack bence çok yararlı, aydınlatıcı bir şahsiyet. Tüccardan bozma diplomat ve biraz geveze (logore / verbal diarrhea / çene ishali) olduğu için Trump’la yaptığı özel konuşmaları, hatta önüne konulan gizli bilgi notlarını bile sohbet havası içinde herkese anlatıyor. Bazı sözleri şok etkisi yaratıyor. Onun sayesinde Amerikan yönetiminin bölge halkları ve Türkiye hakkında ne düşündüğünü öğreniyoruz.
Başkan ona “dâhiyane” düşüncesini açıklamış, “Çözüm olarak Erdoğan’a meşruiyet vermeliyim,” demiş. Şu anda bu oluyormuş, yani ABD Başkanı Sayın Saray’a meşruiyet veriyormuş, bunun sonucunda büyük değişiklikler görecekmişiz.
Bu aydınlatıcı bilginin Türkiye siyasî toplumunda bir “meşruiyet” tartışması başlatmasını dileriz. Zira bu konu, pek farkında olmasak da, Türkiye’nin temel meselesini oluşturuyor. Meşruiyet nedir, nereden alınır? Türkiye’deki siyasî rejim meşru mudur? Siyasî partiler, hukukçular, yurttaşlar neden iktidarın meşruiyetini sorgulamıyorlar?
Bu soruları çarşıda pazarda sokakta, okul kantininde parkta bahçede kahvehanede, camide cemevinde kışlada, mitingde yürüyüşte forumda tartışmak, cevaplamak gerekir.
“Meşruiyet” netameli bir kavramdır, zaman ayarlıdır. Ne zaman kazanıldığı, ne zaman ve nasıl kaybedildiği bir anda değil, ancak tarihsel süreç içinde anlaşılır.
Bir rejimin meşru sayılması için, siyasî iktidarın başta anayasa olmak üzere mevcut yasalara uyması; başka deyişle, devlet yönetiminin her türlü icraat ve tasarrufunda yazılı hukukun sınırları içinde kalması gerekir. Bu sınır aşıldığında meşruiyet sorunu başlar.
Anayasa yokmuş gibi yöneten ya da yirmi yıl iktidarda kaldıktan sonra “Ben sıfırdan anayasa yapacağım, milleti etnik gruplardan müteşekkil bir ümmet olarak yeniden tanımlayacağım, hanedan kuracağım” diyen bir siyasî iktidarın meşruiyeti sorunludur. Bu durumda yurttaşların, anayasa yoksa sen şu anda neye dayanarak bizi yönetiyorsun, mevcut anayasa nasıl oldu da “sıfırlandı” diye sormaları meşrudur.
Meşruiyetin toplumsal bilinç alanında, eskilerin “maaşeri şuur” dedikleri toplum vicdanında da karşılık bulması gerekir. Halk sizi beğenmeyebilir fakat sizi değiştirmenin meşru yol ve yöntemleri açık ve geçerli olduğu sürece sizin meşruiyetinizi sorgulamaz. Fakat siz bu yolları zaman içinde tıkamaya, yargıyı kullanarak muhaliflerinizi siyaset sahnesinden sürmeye, halkı “makbul vatandaşlar” ve “cibiliyetsizler” olarak ikiye bölmeye başlarsanız, meşruiyetinizi kaybedersiniz. Bu durumda rejiminiz kendi taraftarlarınızın ve beslemelerinizin vicdanında yer edinmiş olsa da, toplumun bütün bireylerini “kaderde, tasada ve kıvançta ortak, bölünmez bir bütün hâlinde millî şuur ve ülküler etrafında” toplayamaz. O zaman size iktidar katında ne yaptığınızı, neden orada oturduğunuzu sorarlar ve meşruiyetinizi kaybettiğinizi anlamaya başlarlar.
Toparlamak gerekirse, bizzat koyduğu yasalara bile uymayan, riayet edeceği bir anayasası olmayan, icraatları toplumun tamamının vicdanında yer bulmayan bir rejim meşruiyetini kaybetmiş demektir. Eğer rejim meşruiyetini kaybetmişse ve bu vahim durum siyasî toplum tarafından idrak edilmişse, yurttaşların direnme hakkı doğar ve bir Kurucu Meclis marifetiyle yeni bir Toplum Sözleşmesi yapmak gerekir.
Şimdi buradayız. Meşruiyeti anlamak, her yerde her zaman tartışmak ve sonuçlandırmak zorundayız.
Meşruiyeti olmayan ya da onu zaman içinde kaybeden siyasî iktidarların kapitalist dünya sisteminin efendisinden meşruiyet devşirmelerine ilişkin tarihte sayısız örnek vardır.
Bizim örneğimizde bu “dâhiyane” meşruiyet devşirme olayının çok basit bir pazarlığa dayandığını anlıyoruz: sen benim uçaklarımı, petrolümü al, ordunu benim emrime ver, istediğimle dost istemediğimle düşman ol, ben de sana biraz sıcak para akıtayım ve kurmaya çalıştığın ilkel ortaçağ diktatörlüğünün gayet demokratik olduğunu dünya çapında hararetle savunarak sana meşruiyet kazandırayım.
Bu pazarlık Saray rejimi için sonun başlangıcıdır.
Saray’ın Trumpgillerden aldığı gazla, Tom Barrack’ın “otokrasi gibi” dediği şeyi diktatörlüğe dönüştürme girişimleri, siyasî iktidarın uzun süredir desteğini kaybetmiş olduğu halkın düşmanca duygularla dolup taşmasına, meydanların hareketlenmesine, demokratik erken seçim taleplerinin bütün topluma yayılmasına yol açacak ve rejimin, bizzat yarattığı lümpen burjuvazi ve bütün siyasî müştemilatıyla birlikte çöküşünü hızlandıracaktır.
Türkiye’de siyasî İslâm denemesi iflas etmiş, Saray rejimi ideolojik hegemonya iddiasını, hatta ülkeyi yönetme kabiliyetini bile kaybetmiştir. Dışarıdan sağlanan meşruiyet içeride kaybedilen meşruiyeti telafi edemez.
Şu yazıya iliştirdiğim fotoğrafa iyi bakınız. Son bakışta aşkın fotoğrafıdır. Doksanlı yılların sonunda Türkiye’de “ılımlı İslâmcı” bir iktidarın kurulması için yırtınan Morton Abramowitz’lerle, Graham Fuller’lerle, meşruiyet edinmek için kapısı aşındırılan George Soros’larla başlayan ilk bakışta aşkı, yeni bir bakışla tazeleme çabasının resmidir. Kendi halkının desteğini kaybetmiş çaresiz bir rejimin can havliyle medet umduğu aşkına son bakışı olarak şimdiden tarihe geçmiştir. Veryansın, 28. 09. 2025.