SEÇİM ORTAMI

Yavuz Alogan

        Renkli ve heyecanlı miting kalabalıklarına karışarak siyasetçinin kitleyi coşturmak için yüksek perdeden atıp tutmasını izlemek zihnime hep küşayiş (parlaklık) vermiştir. 

Tezgâhtarın bir marulu çiçek demeti gibi sunarak ya da bir hıyarı ikiye bölerek yoldan geçen potansiyel müşteriye bağıra çağıra tanıttığı pazar yerleri de bana   coşku verir. Hıyarın taze, marulun körpe olduğunu anlatmak için abartılı jestlerle ajitasyon ve propaganda yapar, nasıl da dil dökerler. Adaylarını tanıtan siyasetçinin pazarcı esnafından öğreneceği çok şey vardır.

        Hayatımın ilk önemli mitingine 1960’lı yıllarda katıldım. Ankara’nın Kurtuluş meydanında TİP’in mitingiydi. Çiçeği burnunda bir sosyalist olarak kürsünün önünde dikilmiş, “Onlar Uyanırken” adlı kitabını henüz okuduğum, Akşam gazetesindeki yazılarını takip ettiğim Çetin Altan’ı dinliyordum. 

Ansızın kalabalığın arka taraflarından “TİP, TİP tipsizler, bir avuç ipsizler, kahrolsun komünistler!” şeklinde kafiyeli bir slogan yükseldi. Ortalık karıştı. Saldırgan grup, “Bir ki üç dört, puşt puşt puşt komünistler, pis komünistler Moskova’ya!” diye bağırarak ellerinde sopalarla saldırıya geçtiler. SGD’li öğrenciler direnmeye çalıştılar fakat o zamanlar “Furuko” tabir edilen toplum polisi copları çekip saldırgan kitlenin önüne geçerek ahaliyi dövmeye başlayınca miting dağıldı. Oraya Atlı Spor Kulübü’nden geldiğim için ayağımda bulunan ağır süvari çizmeleriyle yeterince hızlı koşamamış, sokak ortasında ilk toplu dayağımı yemiştim. Renkli ve heyecanlı günlerdi.

Günümüzle kıyaslandığında 60’lı yıllar, hatta 70’ler bile bir masumiyet ve inanç çağıydı. İnsanların söyleyecek lafı, herkesin her konuda yanlış da olsa sağlam fikirleri, sağcısında da solcusunda da en saf hâliyle yükselen bir mücadele azmi vardı. Ayrıca herkes kitap dergi okurdu, öğrenmeye açıktı.  

Bence masumiyet 90’lı yıllarda azalmaya başladı, 2000’li yıllarda yerini fikirsizliğe ve politik çakallaşmaya bırakarak tamamen kayboldu. Medya ve siyaset parayla iyice içli dışlı oldu, kalemler satılığa çıktı. Artık herkesin, her şeyin bir fiyatı vardı. Parayı bastıran istediğini alıyor, dilediğini yapıyordu.

Şu 14 Mayıs seçimlerinin seyirlik gösterilerine baktıkça hayret ediyorum.  İçerik yok. İçerik zayıf değil, yok, sıfır! Çeşitli başkanlar, adaylar, bakanlar ve bakmayanlar attıkları nutkun sonuna doğru söyleyecek şey bulamayıp laf kıtlığında saçmalıyorlar. Söylenecek bir şey yok çünkü, her şey kabak gibi ortada. Söylenmesi gerekenleri söyleyerek kendisini bağlamaktan çekinen siyaset esnafı, orta sahada top çevirerek göz doldurmaya, fiyakalı çalımlarla seyirci/seçmeni etkilemeye çalışıyor.

Para buldum, hepinize “vereceyim,” çok mutlu olacaksınız! Hadi ya!

Adam kitleye “Her şey çok güzel olacak!” diye slogan attırıyor mesela. Tarihin en apolitik ve saçma sloganı! “Haydi, haydi!” diye bağırıyorlar. “Haydi, tarih yazalım!”  Ya da NASA’yla telefon konuşması yapıyor. Kara mizah gibi…  Gülünce de kızıyorlar. “Senin bu tavrın Tayyip’e yarıyor” diye yakınıyorlar.

 “Laf kıtlığında asma budamak” diye bir söz vardır. Söyleyecek sözü olmayanın boş konuştuğunu anlatır. Ya da haybeden kitleyi heyecanlandırmak için yapılan boş ajitasyona “ateşte kelle ütülemek” denir. Kellemizi ütülerler, aval aval bakarız. En yüzeysel izlenimlerle, en ham hayallerle gidip oy veririz. Böylece tecelli eder milletin iradesi!

Bu arada sosyal medya heyecanla cinsî münasebet kasetlerini bekliyor. Hangi siyasîlerin ve devlet erkânının hangi Hotel odasında hangi cins ile cima ettiğini merak ediyoruz doğal olarak. Önemli şahsiyetlerin çiftleşme kasetlerinin seçimlerin neticesi üzerinde muhtemel tesiriyle alakalı bir müsademe-i efkâr, yani fikirler çatışması husule geliyor.

Ahlakın sükût ettiğini, giderek bir zenginler kastına dönüşen siyasî camianın “hiperseksüalite”den mustarip olduğunu anlıyoruz. Muhammet Yakut kesmedi, Sedat Peker kardeşimizin kendini feda ederek ifşaatta bulunmasını bekliyoruz.

Şu ana kadar en dikkate değer gelişme, Saray’ın sahada psikolojik üstünlüğünü kaybetmeye başlamasıdır. Muhalefetin başarılı tam saha presiyle Saray psikolojik üstünlüğünü kaybettikçe, Saray efradı ağız değiştirmeye başladı. İçişleri Bakanı’nın “14 Mayıs 2023 Batı’nın siyasî darbe girişimidir” sözü bir niyet beyanıdır, ciddiye alınması gerekir. Adalet Bakanı’nın yaptığı, şampanya patlatan ile temiz alnı secdeye değen ayırımı da bir niyet beyanıdır ve tehlikelidir.

Eskiden seçimlerden önce bu iki bakan istifa eder, hatta emniyet müdürleri değişirdi ve kimse YSK’dan kuşkulanmazdı. Oysa şimdi, istifası bir yana, İçişleri Bakanı’nın çok tehlikeli bir konumda ve acil psikiyatrik müdahaleye muhtaç olduğunu herkes görüyor.

Neyse uzatmayalım…

Farz edelim ki mahalleye silahlı bir mafya çökmüş, esnafı haraca keserek servet edinmiş.  Yapılan muhtarlık seçiminde mafya şefi kaybetmiş, muhalif aday kazanmış. Yeni muhtar mafya şefine gitmiş, silahlarını polise teslim etmesini, esnaftan kestiği haracı da iade etmesini istemiş.

Bu durumda mafya şefi ne yapar?

Yeni muhtara manoyu paylaşmayı, haraç toplama mıntıkalarını bölüşmeyi, birlikte racon kesmeyi teklif eder. Yeni muhtar teklifi kabul etmezse, mafya şefi seçim sonuçlarını geçersiz sayar ve silahlı adamlarını sokağa döker. Bu durumda mahalleli sokak bazında savunma komiteleri örgütleyerek direnişe geçer, çatışma başlar.

İşte bu kritik anda polisin alacağı tavır önemlidir.  Ya demokrasiden yana tavır koyarak mafya şefini gözaltına alır ya da şefin yanında mahalleliye saldırır. Polisin tavrını belirleyecek olan, mafya şefinden aldığı rüşvetin vazgeçilmezlik derecesidir. 

İlkbaharın şu netameli pazar gününde herkesin zihnine küşayiş, insanlarımıza  metanet ve celadet diliyorum. Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Veryansın, 30.04.2023