SARAYIN MUTABAKAT ÇABASI

Yavuz Alogan

        Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ikinci perdesinin birinci sahnesi Suriye’de Baas rejiminin çöküşüyle açıldı. İkinci sahnenin ise İran’daki Molla Rejimi’nin çöküşüyle açılacağı anlaşılıyor.

        Fakat bu iki sahne arasında, BOP’un bir gereği olarak emperyalizmin Suriye’de “sert güç” olarak kullandığı İsrail ve SDG ile Türkiye’de “yumuşak güç” olarak kullandığı Saray’ı eşgüdümlü bir harekete zorladığını, genişleme potansiyeli olan bölgesel bir federasyon kurmaya çalıştığını anlıyoruz.  

        Saray’ın kendisine verilen görevi bir an önce (belki de Trump Rusya’ya yaptığı gibi süre verdi) tamamlama telaşı içinde olduğunu, “biz ülkeyi bölmezsek onlar bölecekler, beni de devirecekler” diye düşündüğünü; bu vesileyle, fırsattan istifade, azami programını da tamamlamaya karar verdiğini anlıyoruz.  Sıkışan siyasî iktidar her zamanki gibi ileriye doğru sıçrayarak içine düştüğü kapandan kurtulmaya çalışıyor.

        Saray’ın azami programı açık uçlu. Siyasî partiler üstü bir Sultanlık rejimi altında Türk milletini Türk-Kürt-Arap ümmeti olarak tanımlamayı, Osmanlı millet sistemiyle ülkeyi   bölmeyi, Cumhuriyet’in Devrim Kanunlarından geriye kalan her şeyi imha etmeyi ve unutturmayı, izin verirlerse hilafet ilan edecek kadar bu yolda ileri gitmeyi amaçlıyor.

        MHP’nin, DEM’in ve komisyon trenine son anda binen CHP’nin Saray’ın bu azami programı üzerinde mutabık olmadığı gayet açık. Komisyon partileri Saray’ın azami program dilini kullanmaktan özenle kaçınıyorlar.  

        MHP’nin sürecin gelişimini anlayamadığını, yeni tutumunu geleneksel retoriğine eklediği için anormal konuştuğunu (Bahçeli, Apo’ya “kurucu önder” derken, PYD-YPG’nin “çirkeflik yaptığı”nı söyledi mesela), DEM’in temkinli bir tutumla zaman kazanmaya, çözüm sürecini dönüşü olmayan bir noktaya (anayasal güvence) taşımaya çalıştığını, üç başlı CHP’nin ise kendi varlığı üzerinden Saray’la pazarlık yaptığını görüyoruz.   Söylemleri ve gündemleri farklı.

        Komisyon ve onu izleyecek anayasa yapım  sürecinde Saray kendi azami programının ana hatları üzerinde mutabakat sağlamaya çalışacak. Ödüllendirerek, cezalandırarak, şantaj yaparak sonuç almayı, tarafları en hassas noktalarından yakalayarak kendine bağlamayı, böylece gerici ve bölücü anayasaya giden yolu döşemeyi deneyecek.  Devletin bütün imkânlarını bu amaçla seferber edecek.

İç siyasî mutabakatı sağlayamazsa, başarısız bir diktatörlük denemesinin ardından olanca müştemilatıyla birlikte çökeceğini biliyor.

        Başarabilir mi?  Yakın geçmişe, Saray’ın elindeki siyasi kozları kullanma tarzına, ana muhalefetin inisiyatifsizliğine bakılırsa başarabilir. Mafya yönetiminde para, şantaj/tehdit ve baskıyla sonuç alınabilir. Fakat bu durumda ortaya çıkacak ucube rejim Saray Rejimi’nin bile karikatürü olacak, halkın büyük bölümünü yabancılaştıracak, şiddetli tepkilere, iç çatışmalara yol açacak ve ülkenin topyekûn zayıflama süreci katlanılmaz biçimde derinleşecektir.

        Emperyalizmin bizim gibi dışarıya aşırı bağımlı ülkelerde daima iki at kullandığını, biri görevini tamamladığında, yorulduğunda ya da tökezlediğinde diğerini arabaya koştuğunu biliyoruz.

Mevcut jeopolitik koşullarda Türkiye’de İhvan eğilimli, HTŞ/IŞİD’le müttefik, tabanı ve kadroları anti-Siyonist bir Saray rejiminin güçlenmesine izin vermeyecekleri açıktır.  Bu nedenle Saray son görevini de tamamlayıp, Türkiye’nin Kemalizm ve Cumhuriyet değerleriyle bütün bağını kopardıktan, Türk’ü Arap’a ve Kürt’e ezdirdikten sonra Şaakaşvili/ Zelenski türünde keresteden yontulmuş Pinokyo benzeri bir karakteri iktidara getirmeye çalışacakları anlaşılıyor.

        Fakat bunun da kolay olmayacağı  anlaşılıyor.  Zorluğun iki sebebi var.  Birincisi, kendisini Devlet olarak tahkim eden Saray seçim kaybettiği anda çökeceğini bildiği için canhıraş bir iktidarda kalma   mücadelesi verecek. İkincisi, ana muhalefet Partileşmiş Devlet’le başa çıkabilecek örgütlü bir mücadele gücü oluşturma potansiyeline sahip değil.  

Üstelik tabandan, “irade-i millet” düşüncesini hararetle savunan, tarihsel kökleri güçlü bir Türk milliyetçiliği yükseliyor.  Vahim bir “Türk sorunu” yaratan Saray, kısa vadede BOP görevlerini halktan kopmuş siyasî partilerle mutabakat sağlayarak yerine getirebilse bile, orta vadede ne kendisinin ne de boş konuşan herhangi bir zır cahil Pinokyo’nun tabandan yükselen Türk milliyetçiliğiyle başa çıkma ihtimali var.  Nüfusun Atatürk’te birleşen yarıdan fazlasının biriktirdiği öfke çıkış noktası bulduğu anda infilak edecektir.

Sonuç olarak yakın geleceğe baktığımızda temsil kabiliyetinin iflasından, Saray’ın zorlamalarından ve dış baskılardan kaynaklanan muazzam bir kargaşa ve iç çatışma görüyoruz.  Hayat ve siyaset herkes için zorlaşacak.

 Emperyalizm ülke içindeki işbirlikçileri ve siyasî mümessilleriyle arzu ettiği sonucu alamazsa dışarıdan zorlamaya çalışacaktır.  İsrail’in ansızın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kendisi için bir güvenlik sorunu olarak görmesi bu bağlamda anlam kazanıyor.

Kuzey Kıbrıs, “Türkiye’ye ve Hamas gibi terörist gruplara sınırsız hareket özgürlüğü” sağlayan “uluslararası bir no man’s land” (sahipsiz bölge) haline gelmiş, Girne ve Gazi Magosa’ya Tayfun balistik füzeleri yerleştirmeye hazırlanıyormuş ve böylece İsrail’e yönelik bir tehdit oluşturuyormuş vs. İsrail’in yeni tezi bu.

İsrail adanın kuzeyinin “kurtarılması” için “Poseidon’un Gazabı” adlı bir savaş/saldırı planı hazırlamış. (Yunan mitolojisinde öfkeli bir tanrı olan Poseidon doğal afetlerle cezalandırır.) Nihai hedefi bakımından bu planın ABD-AB’nin resmi Kıbrıs teziyle uyum içinde olduğunu belirtmeye gerek yok. İsrail ile Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de ortak hedeflerde birleşmesi ciddi bir tehlikedir.

Emperyalizmin Türkiye’yi iki cephede (Ege-Akdeniz ve Suriye) savaşla çökerterek dönüştürme planını şimdilik sadece bir tehdit olarak gündemine aldığını anlıyoruz.

Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin bütün tarihsel, bilimsel, askerî, diplomatik, kültürel ve iktisadi planlama birikimini en kısa süre içinde iktidar katında -elbette demokratik yöntemlerle- toplaması gerektiğini söylüyoruz. Veryansın,  03.08. 2025