Yavuz Alogan
Seçmen tabanı giderek daralan Partileşmiş Devlet ya da Devletleşmiş Parti kriz ve çatışma çıkararak iktidarını pekiştirmek gibi tehlikeli bir yola girdi. Çözemediği her sorunu, halkı bölecek, halk arasındaki uzlaşmaz çelişkileri artıracak şekilde yönlendirmeyi, sorumluluğu da muhalefete yüklemeyi siyaset olarak benimsedi.
SGK pirim borçlarının belediyelerden “kaynağında tahsili” ve köpek itlaf yasası bu siyasetin iki örneğidir.
Birincisi, yerel seçimlerde muhalefete oy veren halkı pişman etmeyi, ikincisi ise muhalif kesimi kışkırtarak ezmeyi hedefliyor.
Ana muhalefet olarak CHP, yerel seçimlerin yarattığı mücadele potansiyelini boşaltarak “normalleşme” muhabbetine girdiği anda kaybetti. İvmeyi sürdürerek, en sert muhalefet için bol miktarda var olan bütün konuları gündeme getirerek Saray’ı derhal erken seçime zorlayacak yerde, yeni anayasa konusunda bile uzlaşmaya hazır olduğunu gösterdi. Saray bu örtülü uzlaşma teklifini cebine koyarak CHP’ye giydirmeye, yoluna taş koymaya devam etti.
Üstelik ana muhalefet partisinin içi karışık, tüzük kurultayının seçimli kurultaya dönüşeceği söyleniyor. Dört liderli parti olur mu? Genel Başkan kafası kopmuş horoz gibi oradan oraya koşturarak kendini ispatlamaya çalışıyor, “mali darbe yapıyorlar” diye feryat ediyor.
Şimdi halka gidip anlatacakmış. AKP’li belediyelerden devralınan borçları, rantları yolsuzlukları anlatacak. Sanki halk bilmiyor. Yerel seçimlerden önce de anlatmıştı. Halk can havliyle gidip CHP’ye oy verdi. Canından bezmiş halka gidip aynı şeyleri bir daha mı anlatacak? Borçların kaynağında tahsili belediye hizmetlerini, sosyal yardımları, kent lokantalarını, öğrenci yurtlarını ve en önemlisi taraftar istihdamını aksatmaya başlayınca ne yapacak? “Gerekirse çöpleri kendi ellerimle toplarım,” diyor. Saray da bunu istiyor olmasın!
“Dans gösterisine, vals gösterisine gelince para var, ancak SGK’ya borç ödemeye gelince, yetimin, emekçinin hakkını ödemeye gelince para yok!” diyor Reis. Buyurun “normalleşin” CHP yöneticileri! Daha iktidarın yapısını, niyetini anlamamışlar.
Özellikle mevcut hayat şartlarında sıradan insanlara yüksek bilinç atfetmek, onlardan anlayış beklemek hayalcilik olur. Önderlik ve farklı bir mücadele tarzı gerekir. Fiili direniş durumunda Saray, muhalefetin elindeki belediyelere kayyum atamaktan çekinmeyecektir. Biraz da biz yiyelim yedirelim zihniyetiyle koltuğa yerleşmiş adamların barikat kurup direnmeleri beklenemez herhalde.
Köpek itlafı yasası daha da vahim. Yasayı belediyelerin kucağına bırakacaklar. Para bulun barınak yapın, köpekleri toplayın, aşılayın, sahiplendirin, geri kalanını öldürün, aksi halde yasayı ihlâl etmiş olursunuz, ben de sizi hapsederim, diyecek.
Türkiye’de köpek cinayetleri yıllardır zaten sürüyor. Site bahçelerine atılan zehirli köfteler, toplu mezarlar, barınakta linç etmeler, sahipli köpeği tabancayla vurmalar… sayısız örnek verebilirim.
İtlafı yasal hâle getiriyorlar. Özellikle pandemi döneminde köpek nüfusunda büyük artış oldu. Göz yumdular, aldırmadılar. Daha sonra çıkardıkları yasanın gereğini yapmadılar. Ellerinde sokak hayvanları için tutarlı bir nüfus envanteri bile yok. Veterinerlerin verdiği bilgiye göre, köpek popülasyonunu kontrol etmek için bir yıl içinde 4 milyon sokak köpeğinin yüzde 70’ini kısırlaştırmak gerekiyor. Bir yıl içinde 2 milyon 800 bin köpeği kısırlaştırabilecekler mi? Altı ay içinde hayvanların yüzde 70’i kısırlaştırılsa bile popülasyon sabit kalıyor.
Ekonomiden dış politikaya kadar hiçbir şeyi planlamayan, iktidarda kalmak için günlük kararlarla ayakta durmaya çalışan Saray, köpekler için uzun vadeli nüfus planlaması yapmaz.
Demek ki öldürecekler… Bize de yasaya direnen belediyeleri desteklemek, babayiğit sokak köpeklerini savunmak, onlarla birlikte mücadele etmek, barınakları kuşatmak, itlafçı veterinerleri teşhir etmek düşüyor.
Bunca sorun dururken siyasî iktidarın ihmali yüzünden gündeme gelen şu soruna, açılan şu mücadele alanına bakar mısınız?
Halkımızın büyük bir bölümü köpek sevmiyor. Köpek nefretinden söz etmek bile mümkün. Ülkenin Cumhurbaşkanı 2021’de “Beyaz Türkler hayvanlarınıza sahip çıkın,” dedi (Birgün, 25. 12. 21). Ümmetin böyle bir sorunu yok, beyaz Türklerin var! Ümmet, köpeği “necis (murdar/pis) olarak telakki etmiş. Efendimiz’in kedisi Müezza sayesinde kediler bu ideolojik savaştan sıyırmışlar, “mübarek” sıfatına mazhar olmuşlar.
Peygamber Efendimiz, rivayete göre, “içerisinde resim, cünûb ve köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez” buyurmuş. Medine’deki bütün köpeklerin itlafını emretmiş, sonra “av ve çoban köpekleri hariç,” diye eklemiş.
Hüda-Par Genel Başkanı, “Bir tane insan öleceğine yüz tane köpek ölsün,” diyerek Devletleşmiş Parti’nin niyetini özetledi.
Vatansever Doktor Doğu Perinçek de “sevimli kuzunun ayaklarından paça çorbası yapıp içiyoruz, pirzolasını afiyetle yiyoruz da köpeği öldürünce niye sorun oluyor, onlar da hayvan değil mi?” mealinde konuşup, “Heh heh heh!” diye gülerek konuya açıklık getirdi. İnsan hayret ediyor! Fakat bu sözlerin ardında elbette derin bir felsefe var. “At bize binmiyor, biz ata biniyoruz; tavuk bizi yemiyor biz tavuğu yiyoruz,” dedi Vatansever Doktor ve doğa-insan ilişkilerinde insan merkezli çözümden kaçılamayacağını “tespit” etti.
Tarihinde ağır kıtlık vakaları olan ülkelerin, mesela Çin’in aksine bizler bereket köpek pirzolası yemiyoruz (şimdilik!). Posta köpeği, kızak köpeği, arama kurtarma köpeği, narkotik köpeği, bekçi köpeği, av köpeği, çoban köpeği olarak insana yardımcı olan, körlere yaşlılara yol gösteren, insana derin duygularla bağlanan, insanın sevgilisi olan bir hayvanı kuzu, öküz ve tavukla kıyaslamak biraz saçma olmuyor mu?
İnsan merkezli doğa düşüncesi 19. yüzyıla aittir. Günümüzde doğa merkezli düşünmek zorundayız. İnsan, hayvan ve bitkileri aynı ekosistemin içinde doğal dengeyi koruyarak, onararak ve gözeterek yaşatmak gerekiyor. Kapitalizm kâr hırsıyla doğayı, bütün canlıları hunharca sömürüp tüketme sürecinin sonuna geldi. Azaltılması gereken aslında insan popülasyonudur. Sekiz milyarı bulan ve hızla artmaya devam eden insan türü dünyanın mevcut kaynaklarından eşit olarak yararlanamaz. Bir zamanlar, neoliberalizm öncesinde, doğum kontrolü bütün kalkınma planlarının değişmez maddesini oluşturuyordu.
Neyse, konuyu dağıtmayalım …
Saray, gündem değiştirme, çözemediği sorunlarla halkı bölme, beceremediği bütün işlerde sorumluluğu her türlü muhalefete yükleme, kriz çıkararak ülkeyi yönetme konusunda son yirmi yılın engin tecrübesine sahip. Raf ömrünü uzatmak, sonu geldiğinde yargılanmama güvencesi elde etmek için elinden gelen her şeyi, halkın ve ülkenin geleceğini zerre kadar düşünmeden yapmaya kesin kararlı.
Şu iki gerçeği akılda tutmak şarttır.
Birincisi: Saray, siyasî iktidarın demokrasinin kurallarına uygun bir centilmenlik ve zarafetle el değiştirmesine imkân vermeyecek yapıda bir Devlet inşa etti.
Ve ikincisi: halkın öfkesi ve sabrı sokağa taşarak geri dönüşü olmayan bir siyasî durum yaratıncaya kadar bu yapı varlığını sürdürecektir. Hakikat budur! Veryansın, 28. 07. 2024