DEVLET VE DEPREM VE İSTİFA

Yavuz Alogan

          17 Ağustos Gölcük depreminin “Orada kimse yok mu?” sorusundan, 6 Şubat depreminin “Buraya kimse gelmedi” sözüne kadar tam 24   yıl geçti.

        Bu uzun süre içinde Devlet evreler hâlinde tek bir siyasî partiye indirgendi, genişleyerek Cumhuriyet’in bütün kurumlarını yuttu. Fakat yuttuğunu sindiremedi. Sindirmek için uğraştıkça halka yoksulluk, mutsuzluk, umutsuzluk getirdi, sonunda ölüm ve yıkım acısı yaşattı.

        İktidar partisini devlet zanneden ahmaklar ya da şahsi menfaatleri gerektirdiği için çevresindeki üç beş danışmanı ve sırdaşıyla birlikte iktidar koltuğunda oturan tek bir adamı devlet gibi gösteren fikir hokkabazları, kendileri gibi düşünmeyen, asgari düzeyde de olsa işlevlerini yerine getiren bir Devlet isteyen herkesi “devlet düşmanı” gibi göstermeye çalıştılar.  Şahsi ve siyasî menfaatlerini Saray’ın karşıdevrimiyle ve nihai hedefleriyle tevhit eden muhterisleri bu devir geçtikten, foyaları ortaya çıktıktan sonra, sokakta her kim görürse yüzlerine tükürecektir. Niyetlerini anlıyoruz; her sözlerini, her kıvırtmalarını ve ıkınmalarını deftere yazıyoruz.

        Binlerce yurttaşın kanıyla ıslanmış çürük beton, insan kemikleriyle karışmış paslı demir, ezilmiş parçalanmış ev eşyaları, kırık mobilyalar, oyuncaklar, aile albümleri ve her türlü gündelik eşyadan oluşan 200 milyon ton enkazı  kamyonlarla karman çorman götürüp boşaltacak yer elbette bulunur; ancak  sokaktan toplanmış liyakatsiz  kadrolarıyla kendisini devlet olarak tanımlayan siyasî partinin şu son yirmi yıl içinde yarattığı kültürel, ideolojik, kurumsal, maddi ve manevi enkazı  kaldırmak için hayatın her alanında devrim yapmak gerekir.

        Fakat önce istifa…  Servetlerini Türk Milleti’ne beyan edip istifa etmeleri gerekir.       

        Sadece tek bir cümlenin yansıttığı tedbirsizlik, umursamazlık, bilimden uzaklık, insafsızlık ve partizanlık bile asgari vicdan sahibinin istifasını gerektirir.

O cümle şudur: “İmar barışıyla 1 milyon 700 000 vatandaşımızın sorununu çözdük.”

Kendisi de herhalde böylesine çok yönlü bir yıkımla karşılaşmak, Cumhuriyet Devrimi’nin intikamını alıyorum diye meydanı boş buldukça ilerleyerek bugünkü çıkmaz sokağa girmek istemezdi. Niye istesin? Böyle adamlar başarılı olmak, herkes tarafından sevilmek, kendi dünya görüşünü herkese ilim irfan diye benimsetmek isterler. Köprüler, viyadükler, ikiz yollar yapmış ümmeti gelip geçsin diye, havaalanları açmış insanlar uçsun diye; kupon arazilere çok katlı binalar, her yere devasa camiler yapmış, eğitim öğretimi imam hatipleştirmiş kindar ve dindar bir nesil yetişsin diye…

Ama olmamış…

Ekonominin nass’larla yönetilemeyeceğini; halk arasında uzlaşmaz çelişkiler yaratılınca huzur olmayacağını; ordunun yapısı bozulunca güvenliğin sağlanamayacağını; iş ahlakından yoksun 400 bin ehliyetsiz müteahhidin her türlü denetimden azade inşaat/kâr ihtirasıyla kentlerin imar edilemeyeceğini; liyakatsiz emir kullarının yönettiği Kızılay ve AFAD gibi kurumların ülkeyi afetlerin zarar ziyan ve can kayıplarına açık bırakacağını bu halk çok ağır bir bedel ödeyerek öğrendi ve öğrenmeye devam edecek. Yetmedi mi?

Artık isteseler de düzeltemezler.  Girdikleri akıl mantık dışı yoldan geri dönüp milletin yararına bir iş yapmaları, mutabakat sağlamaları bu saatten sonra mümkün olmaz. Edindikleri yönetim tecrübesinin niteliği, çevrelerine topladıkları açgözlü liyakatsiz kadroların karakteri ve iş yapma tarzı, alayının ideolojik zihniyeti bundan sonra atacakları her adımda ayaklarına dolanacak ve isteseler de ülkeyi enkazın altından çıkarmalarına engel olacak, halkı çok daha büyük felaketlere sürükleyebilecek.

Deprem felaketinin boy aynasında kendilerini gerçek boyutlarıyla ve onları bugüne getiren yolları geniş bir perspektif içinde gördüler. Sadece onlar değil, kendi seçmenleri dâhil herkes gördü.  Şikâyet edenlere en ceberrut tavırlarla hakaret etmelerinin sebebi budur.

Şimdilik diktatörlük kurma imkân ve kabiliyetlerini küçük adımlarla test etmeye çalışıyorlar. Bir iki adım sonra diktatörlük kuramayacaklarını, böyle bir kabiliyete de sahip olmadıklarını anlayacaklar.

Diktatörlük kurmak ciddî bir iştir; devlet kurumlarını, yüksek düzeyde örgütlenme kapasitesini, ortak hedeflerde birleşmiş kadroları ve ne yaptığını bilen baskı aygıtlarını gerektirir. Bunların hiçbirine sahip olmayan bir iktidar; Meclis’in yerine geçmiş dağınık bir siyasi parti; siyasî partinin yerine geçmiş bir saray danışmanları ve ofis memurları topluluğu ve onların başında duran her şeye yetkili tek bir adamdan yapısal olarak diktatörlük çıkmaz. Çıksa da tutunamaz, altı boş.

Neoliberal iktisat politikalarını abartarak yağmacılığa dönüştürmüş, her şeyi akışına bırakırken kadrolarını sadece zenginleşme imkânıyla güdülemiş, kaderin planına boyun eğerek göklerden gelecek kararı bekleyen bir iktidara bu ülkenin ve halkın daha fazla katlanma ve boyun eğme mecburiyeti yoktur.

Bu yüzden istifa etmeleri gerekir.

Devlet Bahçeli’nin “Bu büyük felaket mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana” sözüne katılmamak elde değil. Siyasî iktidarın gerçek niteliğiyle ilgili kitlesel bilinç patlaması bu büyük felaketin mucizesi olacak ve Saray rejiminin bütün sırları ortalığa dökülecektir. Cesaret korkudan daha bulaşıcıdır, öfkenin rüzgârını arkasına aldığında orman yangını gibi yayılır.

Bu iktidarla seçime gitmek cinayettir.

Mayıs’ta ya da Haziran’da yapılacak bir seçimin kazananı olmaz. Saray iktidarının normal demokratik prosedürle iktidarın devrine razı olmayacağı, kazandığı mevzileri korumak için akla gelen ve gelmeyen her yola tevessül edeceği açıktır. Bunu kaç kere söylediler zaten. “Memleketi bunlara teslim edemeyiz,” demediler mi?  Siyaset yorumcularının, işler iyice kötüleşmeden, felaketin faturası çıkmadan AKP seçime gidecektir yorumu doğrudur ve televizyonda onları izleyen sıradan yurttaşın öfkeden saçını başını yolmasına sebebiyet verecek ölçüde derin bir çaresizliği yansıtmaktadır. Bir ülke bu kadar çaresiz, seçeneksiz olmamalı.

   Yüce Meclis’in ve siyasî toplumun kendi içinden bir geçici seçim hükümeti çıkarması; kurulacak hükümetin parti politikalarından ve oy kaygılarından arınmış bir anlayışla Devlet’i restore etmesi, devleti siyasî parti olmaktan kurtararak Devlet olarak yeniden işler hâle getirmesi, afet yönetimini yeniden örgütlemesi, liyakatli ve kendi konusunda uzman siyaset dışı kişileri kooptasyon yoluyla kapsayıp yetkilendirmesi gerekir. Siyasî iktidara indirgenerek yıpratılmış olsa da devletin elinde her türlü bilgi, belge ve rapor vardır.  Devlet’in ekonomide ve afet yönetiminde acil önlemler alması ve seçim güvenliğini sağlanması, Türkiye’nin bütün gücünü ve birikimini seferber etmesi gerekir.

   Bu felaket ortamında siyasî partilerin fanatik ve sakar bir popülizmle seçim yarışına, ağız dalaşına girmesi ülkeyi içinden çıkılması zor bir kaosa sürükleyecek ve iktidar kapanın elinde kalacaktır. Demokrasi istiyorsanız, seçmene bir düşünme / karar verme aralığı bırakmanız, asgari ihtiyaçları karşılayarak öncelikle seçim güvenliğini sağlamanız gerekir.  Veryansın, 26. 02. 2023