HOMURTULAR VE KIPIRTILAR

Yavuz Alogan

         Davranışlarını öngörebildiğimiz insanlara güveniriz. Duygusal dengesizliğini davranışlarına yansıtan, anlık tutum değiştiren insanlara güvenmeyiz. Güven duygusu kaybolunca uzaklaşırız, ilişkiyi keseriz.

         Yurttaşın Devlet’e olan güveni de böyledir. Yurttaşın sağlığını, eğitimini, güvenliğini gözettiğine, halkı açlığa mahkûm etmeyeceğine inandığımız, davranışlarını öngörebildiğimiz Devlet’e güveniriz. Ekonomiyi liyakatsiz partizanların elinde yap-boz tahtasına çeviren, yurttaşı ideolojik olarak bölen, onu söğüşleyerek topladığı paraları kendi adamlarına yediren, taraftarlarını suyun yüzeyinde tutarken nüfusun geri kalan kısmının boğulmasına seyirci kalan, hukukun dışına çıkarak mafyalaşan, rakamları tahrif eden, yalan söyleyen Devlet’e güvenmeyiz. Fakat insan ilişkilerinde olduğu gibi ondan uzaklaşamayız da. Çünkü inadına üstümüze gelecek, bize iyice musallat olacaktır.  Varlığını sayemizde sürdürmektedir.

         Devlet’i meşru görmediğimiz vakit direnme hakkımızı kullanırız. Hukuksuzluk karşısında direnmek evrensel bir insan hakkıdır.

         Şimdi buradayız…

         Bir yıl içinde yüzde 68 artan gıda enflasyonuyla OECD ülkeleri arasında birinci olan Türkiye’de ürününü satamayan çiftçi karpuzunu yere çalıyor, domatesini yola döküyor, çayını belediyenin önüne yığıyor, traktörüyle yol kesiyorsa, bu bir direniştir. Parti Devleti’nin bu direnişe verdiği karşılık, iki yıl ekilmeyen tarlaya el koyup kiraya vermek, girdilerin karşılanması için verilen kredileri geri çağırmak, yüzde 30’la alınan vadesi gelmemiş kredi borçlarının faizini yüzde 52’ye çıkarmak oluyorsa, çiftçi ya direnişini bir üst seviyeye çıkaracak ya da köleliğe razı olacaktır.

         Reis’in mutemedi Türk-İş Başkanı bile “Bıçak kemiğe dayandı, işçinin dayanacak takati kalmadı,” demeye başladı. Sistemin niteliğini ortaya koyan  önemli şeyler söyledi: “Son yılların en iyi sözleşmelerini yaptık fakat [kazandıklarımız] kısa sürede anlamsız hâle geliyor. Enflasyon kısa sürede yiyip bitiriyor.” İşçi TÜİK rakamlarına inanmıyormuş, kendi yaşadığı enflasyonu biliyormuş. Başkan, Meclis açıldığında diyor, Ankara’da “Türkiye’nin en büyük mitingini yapacağız.” 

Peki baştan sona yeniden yazılacak Anayasa hakkında sendikaların söyleyeceği söz yok mu? Yok! O işlere Saray’daki Mehmet Uçum bakıyor.

         Bir süre sonra veliler de çocuklarını Millî Eğitim’e musallat olan tarikatlardan, imamın tasallutundan kurtarmak için direnecekler. Askerler okullarını, mahkemelerini, hastanelerini ve askerî şurayı geri almak için direnecekler demeyelim ama en azından fırsat düştükçe içeriden mırın kırın edecekler.  Başka şey edemeyecekler, çünkü günümüzde asker görmez duymaz konuşmaz, terfi edene ya da emekli edilene kadar esas duruşta Saray’dan emir bekler.

         Neyse uzatmayalım…

         Özetle, Aydınlık gazetesinin merkez medyada sürekli televize köşe yazarının beni güldüren ifadesiyle, “Ülke genelinde homurtular artıyor / Halkın genelinde kıpırtı var.” Bak sen şu işe!  Demek ki millet homurtu çıkarıyor ve halk kıpırdıyor!  Sayın yazar, Mao Zedung’un “Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor” sözü gibi yazmış. Devlet siyasî partiye dönüşmüş, millet kimliğini kaybetmiş, halk ise homurdanıp kıpırdıyor desek daha doğru olur.

         Bu homurtu ve kıpırtının eşgüdümsüz, programsız ve öndersiz olduğu sürece netice alamayacağını, iktidar partisinin dağılma süreciyle birlikte Saray Rejimi’nin kendiliğinden çökeceğini anlıyoruz. O zamana kadar ana muhalefet kendi içinden ve dışarıdan sorunları çözülüp hizaya sokularak hazırlanmazsa iktidar kapanın elinde kalacaktır.

         Akıllı, uzun vadeli, planlı ve liyakate önem veren politikaların izlenmesi şartıyla Saray Devleti’nin özellikle iktisadi yapıda ve eğitim sisteminde yarattığı tahribatı telâfi etmek ve ülkenin kimlik sorununu gidermek, dünya koşullarının sabit kalması durumunda bile on yılları alacaktır.

         Fakat üç konuda siyasî iktidarı acilen önlem almaya zorlamak, mecbur bırakmak gerekir.

         Birincisi, ruhsatsız silahların toplanması, atış poligonlarının kapatılması, silah ruhsatı alımının zorlaştırılması, ruhsatlı silaha ayrılan yılda bin mermi kotasının makul bir düzeye -mesela yılda elli mermi- indirilmesi, yasa dışı silah satışı ve kaçakçılığına en ağır cezayı öngören yasaların çıkarılmasıdır.

         İkincisi, kaçak göçmenlerin şehirlerin dışına çıkarılarak geçici kamplarda toplanması, mültecilere tanınan ve ilticayı özendiren bütün uygulamaların, Eylül’de Iraklılara uygulanacak 15 yaş altı ve 50 yaş üstü vize muafiyetiyle birlikte kaldırılması, Ottawa Antlaşması’ndan çıkılarak sınırların mayınlanmasıdır.

         Üçüncüsü, siyaset üstü uzmanlardan oluşan yetkili bir kurulun temel gıda maddesi üretimini planlaması ve gıda depoları oluşturmasıdır. Türkiye protein yetersizliğinden, gizli açlıktan, hileli (tağşişli) gıda maddelerinden mustariptir. Açız ve zehirleniyoruz. Tarımsal üretimin hangi yol ve yöntemle olursa olsun acilen artırılması, temel gıda maddelerinin savaş koşullarında kullanılmak üzere stoklanması, gıda kontrolü için katı kuralların getirilmesi şarttır.

         Bu üç maddeyi ben kafamdan uydurmadım. Laik demokratik sosyal hukuk devletini topluca savunacak sivil kurumların, çevresinde en geniş birliğin sağlanabildiği siyasî önderliğin olmadığı koşullarda, profesyonel ve liyakatli insanların dile getirdikleri kaygılardan derledim. Günümüzde liyakat Devlet’in ve siyasî partilerin dışına atılmış, oradan konuşuyor.

Yukarıdaki üç maddenin ilk ikisi iç savaş potansiyelini, sokaklardaki şiddeti azaltır.  Üçüncüsü ise açlığı, ahlaki çöküntünün derinleşmesini, toplumun yozlaşarak içe doğru patlamasını, herkesin herkesle savaştığı kaosu önler. Saray gidene kadar asgari devlet işlevlerini yerine getirmek zorundadır.  Veryansın, 25. 08. 2024