PRİGOJİN’İN ESRARI

Yavuz Alogan

        Hızlı sanayileşme (kabaca 1933-38) döneminde Stalin,  yanlış hatırlamıyorsam adı İvanov olan teknisyene,  “Rusya kaç kilo çeker?” diye sorar. İvanov şaşırır.

        “Yani bizim ülkemiz,” der Stalin, “dağları nehirleri ovaları, bütün fabrikaları, tarım aletleri ve insanlarıyla birlikte kaç kilo çeker?”

        “Fakat bunu hesaplamak imkânsız, yoldaş Koba,” diye mırıldanır İvanov.  

         “Doğu,” der Stalin, “İmkânsız…İşte ben hesaplanması imkânsız olan o muazzam ağırlığın tamamını sırtımda taşıyorum.”

        Putin için aynı şey söylenemez.  Sırtında yük değil, on parmağının altında on pire var demek daha doğru olur. Başka önemli farklar da var. Bir kere Stalin’in elinde fabrika komitesinden kolhozlara, komsomoldan  apartman yönetimine kadar toplumun kılcallarına nüfuz etmiş, hegemonik ideolojinin ortak söylemiyle donatılmış çok güçlü  bir parti vardı. Şu anda başında Dimitriy Medvedev’in bulunduğu, muhafazakâr milliyetçi olduğu söylenen gevşek  Birleşik Rusya Partisi ise Ortodoks Hıristiyanlık ile Nazi ideolojisini birleştiren İvan İlyin gibi gerici tarihsel ideologların ya da Aleksandr Dugin gibi güncel faşizan meczupların  esas olarak bir kısım Kremlin bürokratına ilham veren görüşlerine bile çok dar gelir, örgütsel ve ideolojik bakımdan Bolşevik Partisi’nin yanından  geçemez.

        Stalin’in yanında    İç Savaş  (1918-1922) tecrübesinden geçmiş düzenli, nizamî Kızıl Ordu vardı.  Ordunun çekirdek kadrosu İç Savaş sırasında Stalin’in   komuta ettiği Çaritsin (daha sonra Stalingrad, günümüzde Volgagrad) merkezli askerlerden oluşuyordu: Klimenti Voroşilov, Semyon Budyonni, Grigoriy Kulik. Bunlardan birincisi, Stalin’le tanıştığı sırada ayakkabıcı çırağı, ikincisi Çarın ordusunda süvari çavuşu, üçüncüsü ise topçu neferiydi. Daha sonra onlara fabrika işçisi Georgiy Jukov katıldı.  Dördü de Nazi Almanyası’na karşı verilen savaştan büyük zaferlerle, mareşal rütbesiyle çıktı.

1936-37’de Stalin, devrimden sonra Kızıl Ordu’ya katılan eski Çarlık subaylarını, başta General Tuhaçevskiy olmak üzere tasfiye etti. Bu tasfiyenin yol açtığı tecrübe  ve askerî teknik kaybının bedelini Sovyet ordusu Finlandiya’ya karşı verilen Kış Savaşı (1939) sırasında ödedi, Mannerheim Hattı’nın önünde büyük kayıp verdiler.

Kış Savaşı’ndan sonra Kremlin’de düzenlenen içkili bir ziyafette Stalin komutanları fırçaladı. Bunun üzerine General Voroşilov ayağa fırlayarak “Sen kendini suçla!” diye haykırdı. “Ordumuzun eski muhafızlarını imha ettin! En iyi generallerimizi öldürdün!” Sonra masayı dağıttı, içinde domuz rostosu olan bir tabağı yere çalıp parçaladı. Nikita Huruşov, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında, “Ömrümde böyle bir öfke görmedim,” diyecektir. Olay sırasında Stalin, muhtemelen Balkan Sobranya tütünüyle dolu piposundan yükselen dumanların arasında kaybolarak sessiz kaldı. II. Dünya Savaşı’nın sonunda Voroşilov, Alman Ordusu’nu Berlin’e kadar kovalayacak, ünlü bir Sovyet Mareşali olarak tarihe geçecektir.

Neyse, uzatmayalım… Bu hikâyeler bitmez.

Prigojin’i yazacaktım fakat kendimi Stalin ile Putin’i kıyaslarken buldum nedense.  Aslında hiç benzemiyorlar.

Stalin fevkalâde gaddar fakat mütevazı bir adamdı. Ömrü boyunca Gürcü çizmeleri ve asker ceketi içinde yaşadı. Putin gibi altın kapılardan geçerek emperyal balo salonlarına tek başına girip kendisini seçkinlere alkışlatmak gibi çiğliklere asla tevessül etmemiştir.  

Putin Çar gibi davranmaya çalışan bir KGB albayıdır. Stalin ise ömrü boyunca parti militanı gibi yaşamıştır. Yakınlarda açılan Kremlin arşivlerinde maaşını papaz okulundan eski arkadaşlarına, Sibirya’da sürgündeyken kendisine iyi davranan gardiyanlara, uzak akrabalarına dağıttığı anlaşıldı. Yakınları ona “Yosif İyoniç,” mücadele arkadaşları “Koba” diye hitap ederlerdi. Hak ona “Vojd” (önder, lider) derdi. 3  Temmuz 1941 günü tek bir radyo konuşmasıyla bütün halkı Nazi saldırganlara karşı ayağa kaldırmıştır, Lenin’in yanına Suvorov ve Kuduzov’u koyarak ulusal birliği sağlamıştır. Anavatan Savaşı boyunca komutanlarıyla teması kestiği tek bir gün yoktur, hepsiyle iç içe yaşamıştır.

Şimdi bir an durup, okumakta olduğunuz yazıya eşlik eden  fotoğrafa  bakınız.  Savaşan ülkenin genel kurmay başkanı (Gerasimov) ve savunma bakanı (Şoygu)  masanın bir ucunda kedi yavruları gibi bitişik, omuz omuza oturuyorlar, sözleri ve görüntüleri kamerayla kayıt altına alınıyor. Putin ise aşırı uzun masanın başında oturuyor. Fotoğraf Çar Hazretleri’nin orduya hâkimiyetini göstermeyi amaçlıyor fakat aslında Putin’in özgüven eksikliğini yansıtıyor. İnsan savaşan askerleriyle arasına bu kadar mesafe koyar mı? Sorgu odası gibi…  Dikkatle bakarsanız Prigojin’in akıbetini de bu fotoğrafta görebilirsiniz.

 Paralı asker çetelerinden, etnik grup askerlerinden oluşan karmakarışık ordu,  doğru dürüst silahı, düzenli ordusu olmayan Ukrayna’yı işgal edemedi. Kiev’e giden 65 km. lik konvoya lojistik destek sağlayamadı, örtülü elektronik haberleşme yapamadığı için yerini belli eden generalleri cephede vuruldu, Amiral gemisi Moskova dandik bir füzeyle batırıldı.  Rus halkı savaşı kabul etmedi, faşizme karşı mücadele edildiğine de inanmadı. Gençlerin çoğu Finlandiya’dan Antalya’ya, Kazakistan’a kadar kaçtı. Oligarklar beleş kazanılmış servetlerini ülke dışına kaçırmak için ellerinden geleni yaptılar. Dünya basını bu alçakların yatlarıyla oradan oraya gidişlerini izledi.

Oligarklar demişken şunu belirtmek gerekir ki tarihsel ve evrensel olarak her ülkenin burjuvazisi mücadelelerden geçerek adını hak etmiştir. Burjuvazi, kiliseyle, feodal sınıflarla mücadele etmiş, kralları ehlileştirmiş ya da infaz etmiş, ticareti üretimi kurallara bağlamış, hatta bazı durumlarda burjuva demokratik denilen devrimler yapmış, toplum sözleşmelerini imzalamıştır.

Rus oligarkları bu türden mücadelelerin tarihsel olarak burjuvaziye kazandırdığı her türlü hasletten yoksundur. Sovyet halkının canıyla kanıyla yetmiş yılda ürettiği her şeyi   gasp eden, Putin’e ödedikleri haraçtan arta kalanla İtalya’da malikâne, Londra’da villa edinip yat ve kat sahibi olan bu boş beleş zenginler sınıfının yatacak yeri, gireceği tarih kitabı yoktur. Putin’in bu oligarkların özellikle Gazprom’la bağlantılı olanlarını, Kemal Tahir’in deyişiyle “it ölümü”ne getirip intihardı, balkondan düştü, kör kurşuna geldi  diye tasfiye etmesine hiç şaşmamalı. Stalin olsa bunların mallarına el koyar, alayını casusluktan yargılatır, aynı gün kurşuna dizdirirdi.

Neyse, uzatmayalım… Prigojin’e gelelim.

Dedektif gibi düşünürsek, onu Şoygu ya da Gerasimov’un ya da ikisinin birden öldürdüğü, Putin’in ise masum olduğu sonucuna varırız.

25 Mayıs’ta Prigojin, hiç kuşkusuz özel harpçi Dimitriy Utkin’in askeri yetenekleri sayesinde Bahmut’u ele geçirerek büyük bir zafer kazandı. Kendisinin lojistik/ikmal, örgütlenme ve askerî ajitasyonda yüksek kabiliyeti haiz olduğunu anlıyoruz.

Düzenli ordunun diğer cephelerde nal topladığı bir sırada ipten kazıktan kurtulmuş Wagner’in bu zaferi, Şoygu ve Gerasimov’u rahatsız etti. Onu durdurmaya çalıştılar. Lojistiği kesilen, hatta birliklerine ateş açılan Prigojin, Şoygu’nun  anasına avradına söverek Moskova’ya doğru yürüyüşe geçti. Gerasimov ile Şoygu’nun kellesini istiyordu. Putin’le sorunu yoktu.  Kelleleri vermeyen Putin kalkışmayı “ihanet” olarak gördü fakat eski dostunu, aşçı başını Kremlin’de kabul ederek yatıştırdı, bence onu bağışladı ve yeni görevler verdi. Kremlin’den ayrılan Prigojin soluğu Beyaz Rusya’da aldı, oradan Polonya’yı tehdit etti, hatta sınırı geçip bir iki keşif harekâtı yaptı, sonra elinde kalaşnikovla Sahra çöllerinde belirdi, anti emperyalist bir savaşçı (!) olarak yeni sömürgeciliğe karşı mücadele çağrısı yaptı.

Bunlar bugünün dünyasına özgü çok tuhaf olaylar.

Gerçeği asla bilemeyiz. Belki ölmemiştir. Nitekim dublör kullanıyormuş. Birkaç yıl sonra Prigojin’i  emperyalizme karşı Afrika halklarının yanında gerilla mücadelesi veren, Che Guevara gibi bir komutan olarak, yine elinde kalaşnikovla görebiliriz.  Fakat eşit derecede kuvvetli bir olasılıkla onu New York’ta bir restoran zincirinin sahibi olarak, başında aşçı kepi elinde kepçe sırıtarak çorba kazanını karıştırırken de görebiliriz. Her şey olabilir… Paralı askerlerin Putin’e biat edip etmeyeceğini,  ordu içindeki anlaşmazlıkların nasıl sonuç vereceğini göreceğiz.

Bu sıcak ve nemli pazar gününde Prigojin’in esrarını bir yana bırakarak, Putin’den sonra Rusya’nın nasıl bir yer olacağını düşünmek daha faydalı olur. Veryansın, 27. 08. 2023