MEDYANIN HÂLLERİ

Yavuz Alogan

         Suriye görsellerini, özellikle sokak röportajlarını izlerken aklıma CNN muhabiri Peter Arnett geldi. Pulitzer ödüllü önemli bir gazeteciydi. 1991 Körfez Savaşı sırasında Bağdat’ta şehri tepeden gören bir terastan yaptığı canlı yayınlar televizyon haberciliğinde dönüm noktası olmuştu.

Biyolojik silah imalathanesi olarak gösterilen fabrikanın aslında çocuk maması ürettiğini, Irak’ta nükleer silah ve “cehennem topu” bulunmadığını bütün dünya   Peter Arnett’ten öğrendi.

         Saddam Hüseyin dünyaya son kez onun kamera ve mikrofonundan seslendi.  Fakat yaptığı röportaj gazetecinin sonu oldu. NBC, Arnett’in işine son verdi. Evrensel olarak nesli tükenmiş bir gazeteciydi. 

         Körfez savaşı sırasında ABD, savaş haberlerinin tek bir havuzda toplanarak denetlenmesine karar verdi. Günümüzde bu sansürün daha da sıkılaştığını görüyoruz.  Atlantik Medyası, Trump’ın “Suriye bizim dostumuz değil, akışına bırakın, dahil olmayın” talimatına uygun olarak, diktatör devrildi, halk demokrasi istiyor teması üzerinde çeşitlemeler yapıyor.

         Bizim medya ise şaşkın. Başı miğferli çelik yelekli muhabir bomboş meydanda koşturup, o anda aklına gelen boş sözlerle savaş heyecanı yaratmaya çalışıyor.  Sednaya Cezaevi’nin içinde dolaşan muhabir ise terk edilmiş koğuşları, duvarları, merdivenleri ve HTŞ’nin serbest bıraktığı El-Kaidecilerden arta kalan eşyaları gösteriyor. Günde on rejim muhalifinin asıldığını, cesetlerinin preslenerek zemine gömüldüğünü (neden acaba?) dehşet havası yaratarak, heyecanla anlatıyor. Kamera betonu delerek yakınlarını arayan adamlara yöneliyor. Fakat adamlar yakınlarını arayan mağdurlardan çok define avcılarını andırıyor, kendi aralarında gülüşüyorlar. Bir başka kamera savaş ganimeti olarak süslü bir koltuğu kucaklamış Beşşar Esad’ın evinden çıkan bir yağmacıyı gösteriyor. İnsan kapıya iki nöbetçi dikmez mi?  Hadi diyelim Hafız Esad’ın heykellerini yıkmak simgeseldir, olağandır. Peki adamın mezarını ateşe verip üzerinde tepinmek, tükürmek kitaba, imana, vicdana sığmayan bir alçaklık, büyük bir saygısızlık değil midir?  

HTŞ militanı yüksek bir yere çıkmış nutuk atıyor. İsrail’i eleştirmeye başladığı anda bir başka militan mikrofonu kapıp adamı alaşağı ediyor.

Halep’te halkın sokakları süpürüp temizlemesi çok anlamlı bulunurken ve Golani ya da Culani ya da Jolani, “Havaya ateş etmeyin arkadaşlar, çocukları korkutuyorsunuz” derken, Şam’ı topçu menziline alan İsrail ordusunun savaş uçakları Suriye’nin savaş gemilerini, cephaneliklerini, karargâhlarını, pasaport ve tapu dairelerini, bütün devlet binalarını vuruyor. İsrail, Suriye Arap Cumhuriyeti devletinden geriye, yeni bir devletin kurulmasına zemin teşkil edebilecek tek bir şey bırakmamak için uğraşıyor. Esad’ın yerine gelenlerin yeni bir devlet ve ordu kurma imkânlarını yok ediyor, ülkenin hafızasını siliyor.  Bu arada vahşiler, Hafız Esad heykelinin başını sokaklarda sürükleyip üzerine tükürüyor, tekmeliyorlar. Başta Mişel Eflak olmak üzere Baas Hareketi’nin kurucuları mezarlarında ters dönmüşlerdir.

Ordusunu kaybetmiş bir milletin tarihini, ruhunu, ulusal karakterini, saygısını ve saygınlığını, her şeyini nasıl kaybettiğini görüyoruz.

Derken kalabalığın içinde bir beyaz atlı ve kollarını açıp kendi etrafında dönen külahlı bir semazen beliriyor. Yorumcu, bu sürrealist tımarhane görüntüsünün Türk devlet aklının yakınlarda olduğunu gösteren ilahi bir işaret olduğunu anlatıyor.

Bu arada Türk devlet aklı Golani’nin kullandığı  siyah bir Mercedes’in içinde beliriyor. Akıl, bir dışişleri görevlisini ya da güvenlikten sorumlu bir başkasını değil de bizzat istihbarat teşkilatı başkanını “resmen terörist” Golani’nin yanına koyarak, Rusya ve İran’ın Astana sürecinde Türkiye’nin ikili oynadığı tezini doğrulamış oluyor. Bu angajman (iş bağlama) sahnesinin Suriye iç savaşının ileriki aşamalarında başımıza sorun çıkarabileceğini anlamak için dış politika uzmanı olmaya gerek bulunmuyor. HTŞ’yle birlikte yükselen, HTŞ’yle birlikte yıkılır!   

Emevi Camii’ne gidiyorlar. MİT başkanı orada Saray erkânı adına “şükür namazı”nı edâ ediyor.  Şükürler olsun, ABD-İngiltere ve İsrail, Selefi cihatçıları terbiye ve ikna ederek “katil Esed”i devirdi, diye dua ediyor herhalde!

Emevi Camii hakkında eskatolojik yorumlar birbirini izliyor. Biz laikler bilmezmişiz bu camiinin önemini. Bilmemiz için dinler tarihi, din sosyolojisi öğrenmemiz, iman sahibi olmamız gerekiyormuş.  Peygamberin torunu Hazreti Hüseyin’in kesilen kafasını Yezid, Şam halkına gösterdikten sonra getirip bu camiye yerleştirmiş. Bu yüzden cami Selefi gruplar tarafından Şiiliğe ve Aleviliğe karşı kazanılan zaferin simgesi olmuş.  MİT Başkanımız zaferi kutlamış fakat aynı külliyedeki Selahattin Eyyübi’nin kabrini ziyaret etmezmiş, çünkü o Sünni imiş ve Kürtler ona sahip çıkıyorlarmış.  

Ne günlere kaldık, ne mevzulara daldık, insan hayret ediyor!

Irak ve Suriye’de devlet yıkıldıktan sonra hâkim olan mezhepçi söylemin bizde devlet katından başlayarak nüfusun önemli bir bölümüne, yakın geleceğin felaket habercisi olarak yayıldığını görüyoruz.

MİT Başkanı, Türkiye’nin HTŞ’yle başından beri  işbirliği içinde ve bu terör örgütünün bundan sonra yapacaklarına   kefil olduğunu göstermiş oldu. Sayın Saray, son konuşmalarıyla Selefi teröristlerin zaferinden kendine pay çıkardı ve bu payı iç politikada malzeme olarak kullanmaktan çekinmedi. Diplomaside büyük ustalık sergilediğini ima ederken, muhalefetin   Suriye meselesinde çuvalladığını iddia etti. Halk arasında bizzat yarattığı uzlaşmaz çelişkileri, “Suriye devrimi”ni alkışlayan ümmeti coşturarak azdırmaya çalışıyor.

O ümmet yarın senin de başına belâ olunca, Saray’ının duvarına yine Mustafa Kemal’in kalpaklı resmini asacaksın!  

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin örgütlenme tarzı, devlet adamlarının yetki sınırları, tavırları ve söylemleri, karar alma süreçleri, birbirleriyle ve halka ilişkilenme biçimleri sadece bana mı çok tuhaf geliyor?

Neyse uzatmayalım…

Şimdilik kaydıyla ve en soğuk reel politik mantıkla baktığımızda, Saray’ın ABD’nin izni ve hakemliğiyle Suriye’yi nüfuz alanlarına göre İsrail ile paylaşmak istediğini, SDG/PYD/PKK’nin Suriye topraklarında ayrı bir devlet kurmasına rıza göstereceğini anlıyoruz. İstanbul borsasında demir ve çimento hisselerinin yükselmesi lümpen inşaat burjuvazisinin Suriye trajedisini “satın aldığı”nı gösteriyor. Herkes ABD’nin seçilmiş başkanının ağzından çıkacak sözlere kilitlenmiş, bekliyor. Türkiye’de merkez medya ve muhalif medyanın neredeyse tamamı Suriye trajedisini emperyalizmin bakış açısından görüyor. Veryansın, 15. 12. 2014