SAVAŞIN EVRİLMESİ

Yavuz Alogan

         Savaşa giren ya da istemeden sürüklenen her ordu kazanacağını umut eder ve umudunun propagandasını yapar.  Benimsediği strateji ve taktikler sahada, sıcak çatışmanın içinde sınandıkça bu umut azalır ya da çoğalır.  Propagandanın etkisine kapılanlar, ortaya çıkan sonucu gecikerek de olsa kabul etmek zorunda kalırlar.

Dışarıdan bakan profesyonel biri ya da bizim gibi amatör bir gözlemci savaşan tarafların karargâhına girip kulak misafiri olmadıkça, savaşta her tekil hamlenin gerçek amacını ve ardından hangi hamlenin geleceğini ancak tahmin edebilir. Tahminlerin kesin kanaatler gibi sunulması, hatta bir dava gibi savunulması yanıltıcı olur.

         Süregiden bir savaş hem savaşan taraflar, hem de dışarıdan bakan gözlemciler için aynı zamanda bir öğrenme sürecidir.

         Şu âna kadar, düzenli orduların klasik harp vasıtalarıyla (tank, top, uçak vs) doğrudan çatışmaya girdikleri konvansiyonel savaşların yerini, insan-bilgisayar-imha silahından oluşan üçlünün havada, karada, denizde, deniz altında ve siber alanda eşzamanlı harekât yapabildiği dijital savaş ağlarının almakta olduğunu öğrendik.

         Birinci ve II. Dünya Savaşlarında orduların asker, silah ve mühimmat mevcudunu ve bunları yenileme kapasitesini bilen bir kurmay, savaşın gidişatını ve muhtemel sonucunu ateş gücü ve manevra boyutunu da dikkate alarak harita başında öngörebilirdi (o zaman bile tam isabetli öngörülerden söz edilemez). Günümüzde hiçbir askerî karargâh böyle bir imkâna sahip değil. Mevcut savaş vasıta ve imkânlarının kabiliyeti ancak savaşın içinde ölçülüp değerlendirilerek anlaşılabilir.

Güçlü motorları, hassas sensörleri, küresel konumlanma sistemleri, anlık iletişim-gözetleme-etkili/isabetli vuruş imkânları olan dronların bu kadar önem kazanacağı 30 yıl önce hayal edilemezdi. Balistik füzelerin ve seyir füzelerinin bu kadar çeşitleneceği, klasik-konvansiyonel araçları etkisiz hâle getireceği de düşünülemezdi.

Adam bir iki düğmeye basıp bin kilometre uzaktaki yüzlerce kişiyi öldürdükten sonra ellerini yıkayıp öğle yemeğini yiyebilir, arabasına binerek huzur içinde kızını okuldan almaya gidebilir mesela. Bir tank taburunun şanlı taarruzu iki adet helikopterin güdümlü füzeleriyle durdurulabilir, gelişmiş bir savaş gemisi insansız bir deniz aracı ya da iki kıytırık füzeyle denizin dibine yollanabilir.

Büyük güçlerin bir “dijital Pearl Harbour” fırsatı kolladıklarını anlıyoruz (kavram için bkz. Jeremy Black, Timaş 2021). Siber saldırılarla hasmı tamamen ya da kısmen körleştirerek onun mühimmatını hedef almak, savaş imkân ve kabiliyetlerini azaltmak istiyorlar. Birkaç saatlik, belki yirmi dakikalık körleştirme, körleşen tarafa çok ağır bir bedel ödetecektir. Bu yüzden eller tetikte, gözler monitörde fırsat kolluyorlar. Yanlış anlama sonucu dünya savaşını nükleer savaşa doğru tırmandıracak bir kazaya sebep olmamalarını ancak temenni edebiliriz.

 Düşman ülkeyi kesin sonuçlu muharebelerle teslim almaktansa, kuşatarak, yanıltarak, hata yapabileceği yollar açarak, topyekûn yıpratarak, içeriden   etnik ve dinî vekil gruplarla bölerek çökertmeyi, arada insansız hava araçlarıyla ya da sabotaj ve suikastlarla vurarak şaşırtmayı ve korkutmayı, politik/ekonomik/ideolojik hegemonyalarını hasımlarına bu yolla kabul ettirmeyi planlıyorlar.  

Önümüzdeki savaşta Amerikan deniz piyadesi II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Pasifik adalarını kan revan içinde tek tek ele geçirmeye çalışmayacak; Rusya, Almanya’ya girip Reichstag üzerinde modern çarlık sancağını ya da NATO kuvvetleri Rusya’yı işgal edip Kremlin kulesinde Birlik Bayrağı’nı dalgalandırmayacak.

Günümüzde kapitalist ülkeler yeniden küresel paylaşım ve yenilenmiş bir uluslararası iş bölümü için mücadele ediyorlar. Büyük güçler dolaylı tutumla hasımlarını kendi sistemlerine entegre etmek, küçük ve zayıf ülkelerin kaynaklarını ele geçirmek, bu amaçların gerektirdiği ölçüde ülkeleri bölmek (siyasî haritaları değiştirmek), dünya ticaretinin gerçekleştiği kara ve deniz ticaret yollarını paylaşarak denetim altına almak için savaşıyorlar.  Dünya yeniden şekillendiğinde savaş sona ermiş olacak.

Dünya her büyük savaş sonrasında olduğu gibi hiyerarşik olarak şekillenecek. Sanayileşmeyi ıskalamış, kendi kurumlarını tahrip etmiş, ulusal kimliğini tartışma konusu yapmış, eğitim kurumları yetersiz, gıda sektörü çöküş aşamasında, gırtlağına kadar borçlu zayıf ülkelerin bu savaştan tek parça hâlinde çıkabilmeleri ancak büyük toplumsal ya da politik devrimlerle mümkündür.

Şimdiki savaşa bakış açıları, onu algılama düzeyleri ve önlem alma kabiliyetleri (hazırlık derecesi) bütün ülkelerin kaderini belirleyecek.  

Teknoloji ve dezenformasyon imkânlarının bu kadar geliştiği bir dünyada savaşı rövanş imkânı olan bir futbol maçı gibi (İran kuvvetli bir penaltı vuruşuyla İsrail filelerini deldi, şimdi İsrail topu çevirerek öyle bir şut çekecek ki… gibisine) değil, birkaç düzlemde oynanan, bazı taşların görev ve etkisinin henüz bilinmediği, her yöne sayısız hamle imkânı sağlayan, 4. Boyut’un (zaman) önem kazandığı bir satranç oyunu gibi düşünmek gerek.

Düşünmek her zaman anlamayla sonuçlanmaz elbette fakat zihne küşayiş  (parlaklık) verir,   en azından hayali İtilaf ve İttifak devletleri ya da geçmişin Üç Dünya Teorisi’nden bozma kutuplar icat ederek futbol seyircisi gibi taraf tutmayı, tuttuğu tarafı atıp tutarak savunmayı  önler. Yaşanmakta olan şey, silme kapitalist bir dünyada büyük güçlerin küçük devletleri peşine takarak sürdürdükleri teknolojik ve yıkıcı bir emperyalist paylaşım savaşıdır. 

Teknoloji geliştirme süreçleri kesintisiz devam eden (tarihsel boyut), elindeki teknolojiyi yenileme süresi daha kısa olan (gelişmiş Ar-Ge kurumları), küresel düzeyde mevzilenip çevreleme (containment) yapabilen (askerî planlama ve oyun kurma kapasitesi) güçler daha üstün bir konum elde edeceklerdir. Hakikat budur.

Sonuç, yeni bir Yalta, ardından yeni bir Birleşmiş Milletler (BM) düzeni olabilir. Bunun alternatifi, kısmî ya da tam bir nükleer yok oluştur. Ara yol, yakın gelecekte kısmî bir nükleer felaketten çıkarılacak derslerle yine yeni bir Yalta ve BM düzeni olabilir.

Tabiat ya insan türünü sırtından atarak yoluna devam edecek ya da insan doğayla uyumlu yaşamayı, üretim ilişkileri ile üretim araçları arasındaki çelişkiyi çözmeyi, insanî yöntemlerle nüfus planlaması yapmayı öğrenecektir. İkincisinin gerçeklik kazanabilmesi, her tekil ülke halkının kendi tarihinin uğultusuna kulak vererek yeniden tarih sahnesine çıkmasını, yönetenlerin ihtiraslarını dizginlemesini, yani devrimleri gerektirir. Veryansın, 21. 04. 2024