Yavuz Alogan
Devlet, aynı zamanda, birleşik kaplar gibidir. Alttan birbirine bağlı yan yana konulmuş kaplardan birine yukarıdan döktüğünüz mikroplu ya da çürümüş ya da zehirli bir sıvı bütün kaplarda aynı seviyeyi bularak eşitlenir, o seviyede kalır. Israr eder, biraz daha sıvı eklerseniz, bütün kaplar aynı anda taşar.
Şimdi taşma noktasındayız.
Kapların birindeki su çürümüş, bozulmuşsa, diğer birleşik kaplardaki su temiz ve berrak kalmaz.
Kindar ve dindar nesil yetiştireceğim diye eğitim sistemini bozmuşsanız, sağlık sistemi temiz kalmaz. Doktorlar hemşireler SGK’yı soymak için bebekleri öldürüyorlarsa, yargı sistemi temiz kalabilir mi?
Uluslararası mafyadan, uyuşturucu çetelerinden nemalanmak isteyen yargıçlar varsa, savcılar suç örgütlerine göz yumuyor ya da onlarla iş tutuyorlarsa, emniyet teşkilatı temiz kalabilir mi? Polis uyuşturucu tacirini yere yatırıp kelepçelerken şahsın kimliğine bakıyor ve polis olduğunu görüyorsa, yurttaş kendi başının çaresine bakar, söz gelimi “mahalle komitesi” kurup adaleti bizzat sağlamaya başlar.
2000 öncesinde Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şubesi’ni kuran vatansever polis müdürü Adil Serdar Saçan, bir keresinde şöyle demiştir: “Eğer bir karakol amirinin bölgesinde bir mafya örgütlenmesi varsa ve yakalanmıyorsa, polis amiri mutlaka mafyanın kiralık elemanıdır.” İleride bu sözü çerçeveletip bütün karakolların duvarına asmak gerekecektir.
Emniyet bozulmuşsa, silahlı kuvvetler temiz kalabilir mi? Savaş bölgesindeki general makam arabasıyla insan kaçakçılığı yapıyorsa, o generalin komuta ettiği ordu nereye kadar savaşabilir?
Devlet, ordu içindeki tarikat cemaat örgütlenmesine göz yumarken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye ant içen teğmenleri cezalandırıyorsa, Sevr’e karşı Lozan’ı savunabilir mi?
Devlet nedir, neden böyledir, nasıl olmalıdır diye düşünmek her yurttaşın görevidir.
Devlet yönetiminde “münferit” diye bir şey yoktur. Devlet yönetiminde görev yapan fertlerin partileşmesi, çeteleşmesi, sistematik biçimde suç işlemesi, yukarıdan aşağıya bütün sistemin çürüdüğünü, çökmeye mahkûm olduğunu gösterir.
Normal kabul edilen çok tuhaf şeyler oluyor.
Mesela şu bebek cinayetlerini soruşturan Cumhuriyet Savcısı… İşte dedik, nihayet rüşvet yemeyen, çeteciyle fotoğraf çektirmeyen bir savcı çıktı. Belki başka Cumhuriyet Savcıları da çıkar, Devlet katındaki yolsuzlukları, hırsızlıkları, Sedat Peker’in unutturulan vahim iddialarını soruşturur.
Savcıyı alkışladık. Fakat o da ne? Savcı birden sosyal medyada belirdi. Belinde tabanca sürat motorunda dümen tutmalar, kucağında bozkurt heykelciğiyle, elinde tabancayla poz vermeler… Altında “muhteşem savcı, karizmatik, cesur savcı” gibi ifadeler…
Sen alt tarafı yapman gereken görevi yapmış bir devlet memurusun, Rambo pozlarında egosantrik, artistik fotoğraflar vermek neyin nesi? Devlet reklamsız görev yapar. Görevini yapan devlet memuru kendi şahsını bu şekilde öne çıkaramaz. Devlet adabı diye bir şey vardır (vardı).
Neyse, uzatmayalım…
Halkımız hastaneye gitmekten, çocuğunu okula göndermekten, polise savcıya şikâyette bulunmaktan korkuyor. Hastanede yaşlı hastasını ya da yeni doğan bebeğini öldürebilirler, okulda imam öğrenciyi tarikatçı yapabilir, polis uyuşturucu satıcısı, savcı mafyanın adamı olabilir… Makam rütbe üniforma fark etmeksizin herkes yalan söyleyebilir, sırtını Devlet’e yaslayıp yurttaşı soymaya çalışabilir.
İnsan sokakta yürürken bıçaklanmaktan, serserinin kurşununa hedef olmaktan, cebindeki üç kuruş parayı dolandırıcıya kaptırmaktan korkuyor, sıradan yurttaş belânın nereden ne zaman nasıl geleceğini bilemiyor.
Ve bardağı ya da birleşik kapları taşıran son damla: Apo Meclis’e gelip grubunun başına geçerek “çözüm süreci”ni başlatacakmış!
Bizler bu acayip çıkışın arkasında devlet aklı, derin komplolar, müthiş emperyalist planlar arayarak stratejik ahkâm keserken, halkın uyanık kesimi Fenerbahçe stadyumundan seslendi: “Terörist Meclis’te konuşma mı yapar, oç Abdullah Öcalan!” Gerçek tepki budur! Senaryosuz, çözümlemesiz, en saf hâliyle halkın tepkisi…
1990’da evinin önünde vurulan Prof. Dr. Muammer Aksoy, 70’li yılların başında, yanlış hatırlamıyorsam Halk Evi’nde verdiği bir konferansta, “İnceleme değil, kalınlama yapmak gerekir,” demişti. Bugünler için söylenmiş sözler!
Öcalan, Bahçeli’nin çağrısına İmralı’dan cevap verdi: “Süreci hukuki ve siyasî zemine çekebilecek teorik ve pratik güce sahibim.”
Acıklı ve komik… Hukukî ve siyasî zemin oluşturmak için Apo’nun teorik ve pratik gücüne muhtaç olan Devlet’i tanımayız!
Devlet, milletin birliği üzerinden kumar oynamakta, halkın, sıradan insanların duygu ve düşüncelerini hiçe saymaktadır. Devlet’i yönetenlerde tutarlılık ve süreklilik arayışı, stratejik planlama çabası, Anayasa’ya riayet bir yana asgari düzeyde kanun nizam anlayışı bile kalmamıştır. Meşruiyet gücünü hukuktan alır, hukuk yoksa meşruiyet de yoktur. Karşıdevrimi tamamlayacak güçten yoksun olduklarını anladılar. Tek kaygıları iktidarda kalmak ve servetlerinin muhtemel akıbetidir.
CIA- Mossad, BRICS toplantısının yapıldığı saatlerde sadece iki PKK’li teröristle ülkenin en stratejik kurumunu basıp, 5’i şehit olan 25 kişiyi kurşunlayabildi. Devlet’in utanç verici istihbarat ve güvenlik açığı gözler önüne serildi. “En hassas kurumlarınızın bile güvenlik açığını biliyoruz,” diye mesaj göndermiş oldular. Kendi şahsını korumak için yüzlerce, binlerce devlet görevlisini seferber eden büyük başlar, TUSAŞ’ın güvenliğini özel şirkete vermişler.
Sayın Reis olayı manidar buldu. “TUSAŞ’ın seçilmiş olması manidar,” dedi. Sayın Saray’ı ABD-İsrail çizgisinde tutmak ve yönlendirmek için buna benzer manidar olayların farklı düzeylerde ve biçimlerde tekrarlanacağını anlıyoruz. Devlet, birbiriyle çelişen uygulamaları, girişimleri ve göçmen politikasıyla kendisini hedef alan terörün altyapısını hazırladı.
Millî Savunma Bakanlığı’nın ya da MİT’in ülkemizdeki güvenlik ve savunma sanayi firmalarının siber güvenliği hakkında açıklama yapmasını bekliyoruz. Bu firmaların siber güvenliğinin İsrail bağlantılı firmalar tarafından yürütüldüğü doğru mudur? Doğruysa ne yapacaklar?
Unutmadan şunu da belirtmek gerekir: Mansur Yavaş’ın “Cumhuriyet Bayramı kapsamında gerçekleştirilecek tüm etkinlikler”in TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı nedeniyle iptal edildiğini açıklaması tam bir işgüzarlık ve aymazlık örneğidir. Bereket yapılan gafı fark edip, “Sadece konser ve eğlence etkinlikleri iptal edildi,” diye düzettiler. Ankara Belediyesi’nde yazılı ifade sıkıntısı olduğunu anlıyoruz.
Şehitleri anmanın, terörü lanetlemenin en iyi yolu Cumhuriyet Bayramı’nı kitlesel katılımla, coşkuyla sokaklarda kutlamak, dosta düşmana “ayaktayız” mesajı vermektir. TUSAŞ mühendisinin olay yerinden tahliye edilirken haykırdığı, “Daha çok çalışacağız, inadına daha çok üreteceğiz” sözü pankartlara yazılmalıdır.
Devrim Kanunları’na ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sahip çıkan, laik demokratik sosyal hukuk devletinden, üniter ulus-devletten yana olan, Devlet’i yeniden inşa etmenin ve milleti birleştirmenin zorunlu olduğuna inanan herkesin, bütün yurttaşların, grupların, siyasî partilerin ve siyasî partilere üye olan bütün vatansever bireylerin sosyal medyada değil, sokakta birleşmeleri gerekir. Artık yeter! Ya Devlet başa ya kuzgun leşe! yalogan@gmail.com