SLOGANLAR

Yavuz Alogan

        Bir siyasî partinin niteliğini ve niyetini anlamak için o partinin sloganlarını düşüneceksiniz.  Slogan zihninizin neresine hitap ediyor, sizi nereden yakalamaya çalışıyor? Bunu anlayacaksınız.

        Siyasî slogan partinin ya da hareketin özünü ifade eder, savunduğu programı en kısa ve çarpıcı ifadelerle kitlelere aktarır. Afişe pankarta yazdığınızda dikkati çekmeli, mitinglerde yürüyüşlerde kitleyi coşturacak bir ses uyumuyla söylenebilmeli, insanların duygularına tercüman olmalı, kitlelerin en hayati taleplerini dile getirmeli, onlara haklılık duygusu vermeli, coşku yaratmalıdır.

        “Ya istiklâl ya ölüm!” mesela, kararlılık bildiren çok kuvvetli bir slogandır.

        1970’lerde CHP’nin “Toprak işleyenin su kullananın” sloganı programatikti. İktidara gelirsek toprak reformu yapacağız, su kaynaklarına parasız ulaşımı sağlayacağız anlamına gelir.  “Tam bağımsız Türkiye” sloganı amaç belirtirdi; “Oligarşi iktidarda bir avuç zorba” sloganı durum saptaması yapardı.  “Kahrolsun faaşistler, sosyal faaşistler” sloganı anlaşılmazdı, ilk kez işiteni bön bön baktırırdı.

        İdeolojik sloganlar vardı: “Fabrikalar tarlalar, her şey emeğin olacak” sloganı, sosyalist dünya görüşünün; “Hedef Turan, Rehber Kur’an” sloganı ise Türk-İslam sentezinin ifadesiydi. Topluca söylendiğinde fırtına gibi patlayıp yayılan sloganlar vardı. Mesela, “Herkese iş, köylüye toprak, halka hürriyet” sloganı öyleydi, coşkuya müsaitti, kitleye sirayet etkisi güçlüydü.

        Buna mukabil, “Beraber yürüdük biz bu yollarda” gibi arabesk sloganlar da vardır; tesanüdü, yani dayanışmayı artırmak için baygın nihâvend makamında topluca söylenir; bizi yağan yağmurda ıslattılar ama biz netice aldık, sonunda iyice tatmin olduk anlamına gelir. 

        1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin “Yeter söz milletindir!” sloganı, bir dönemin sonunu haber veren, zamanın demokratlarında, hatta solcularında bile umut yaratan etkili bir slogandı. AKP son seçimlerde bu sloganı kullandı fakat biraz gülünç olduğunu anladılar herhalde, fazla öne çıkarmadılar.

        “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı, şu yaşadığımız dönemin en kuvvetli mücadele sloganlarından biridir. Bir ara Piro bunu “Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” diye değiştirmek istedi, alay konusu oldu. “Hadi len,” dediler, “Mustafa Kemal devlet mi ki yurttaşı olsun!”

        Sloganlar üzerine pek çok tartışma olmuştur. Tarihimizde çeşit çeşit slogan vardır.

        Peki, “Her şey çok güzel olacak” ne çeşit bir slogandır?

        Herkesin her şeyin çok kötü olduğunu kendi hayatında tecrübe ettiği, Mart’tan itibaren daha da kötü olacağını idrak ettiği bir sırada diyor ki bana cumhurbaşkanlığı yolunu açarsanız sizi ben kurtaracağım, her şey çok güzel olacak!  İbişin rüyası, sorunsuz sorunsalsız güzellik vaat ediyor….

        Ya da mesela şu slogan: “İşimiz gücümüz Türkiye.”

        Şu dönemde böylesine suya sabuna dokunmayan, bu kadar etkisiz bir slogan nasıl bir politik aklın ürünü olabilir?

        Bir kere “iş güç” kalıbı, bir tersinme, hatta tersleme ifadesi olarak kullanılır.  “Adamın işi gücü yok, kalkmış konuşuyor” ya da “Senin işin gücün yok mu, kardeşim,” deriz mesela.

        Siyasetin içi boşalmış, bütün köşeli hatları yuvarlaklaşmış, sloganlar halkın gerçekliğinden kopmuş. Hitap ettikleri insanlar aslında mevcut değil.  Uzlaşmaz çelişkilerle bölünmüş seçmenin ortalamasını alarak kendi imal edilmiş imgelerini çoğaltmaya, kendilerine benzeyen ibişleri peşlerine takarak seçmen kitlesini topluca uyutmaya, avutmaya, tavlamaya çalışıyorlar.

Siyasetin maskeli yüzü en can alıcı sorunların üzerinden atlayarak herkese şirin görünmeye çabalarken, ülkeyi felakete sürüklüyor. Neden felakete sürüklüyor? Çünkü bu yalancılık sürdürülebilir değil. El değmeden biriken, halının altına süprülen yakıcı sorunlar patladığı, insanlar çaresizlik ve öfkeyle sokağa döküldüğü zaman, slogan şöyle dursun, söyleyecek sözleri olmayacak.

        Oysa siyasetçinin, özellikle kriz dönemlerinde gerçekleri söylemesi gerekir. Yanlış anlaşılmasın, elbette halkın önüne çıkıp, “İşimiz gücümüz rant aramak, delege pazarında rüşvet dağıtmak, eşimizi dostumuzu akrabamızı yarenimizi, hatta milletvekilimizi en ballı çörekli börekli kaynakların yamacına yerleştirmektir” diyecek halleri yok. Böyle bir gerçek söylenir mi?

        Son birkaç yıldır çok tuhaf bir durum yaşıyoruz. Halka gerçeği söyleyenler siyasetin dışında. Halka yalan söyleyenler siyasetin içinde.  Siyasetin dışına çıkanlar yalanı bırakıp gerçeği söylemeye, siyasetin içine girenler gerçeği bırakıp yalan söylemeye başlıyorlar. Böylece en geniş siyasî toplumda gerçek ile yalan yan yana duruyor. Halk gerçeğin farkında fakat yalana oy vermek zorunda. Çözüm, gerçeği söyleyenlerin örgütlenip yalan söyleyenleri siyasetten kovmasıdır. Bu da halkın gerçeğe aç, yalana tok olduğunu göstermesine bağlıdır.

        Halka şöyle demek gerekir: “Onlar sizi kurtaramazlar, sizi ben de kurtaramam, sizi kurtaracak olan kendi kollarınızdır.” Dolayısıyla, sonsuza kadar korku çekmektense, korkulu bir sona razı olmak, riskleri göze alarak bir kapı açmak gerekir. Aksi hâlde on yıllarca sahte umutlarla oyalanarak, her gelen günün önceki günden kötü olmasına katlanarak siyasetçinin perdenin önündeki palavralarını dinlemek, perdenin arkasında çevrilen fırıldakların güzelce paketlemiş sonuçlarıyla karşılaştıkça da hayret etmek (bunu da mı yaptılar!)  kader olur.

        Halk derken, elbette Cumhuriyet’in halkını, Cumhuriyet değerlerine bağlı yurttaşları, 1961 Anayasası’nın giriş bölümünde denildiği gibi, “Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan … Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün hâlinde millî şuur ve ülküler etrafında toplayan … İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adâleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak” isteyen insanları kastediyoruz.

        Kader derken de şu son yirmi yıldır bize dayatılan kaderi kastediyoruz. Aslında bu  kader 2002’de,  2007’de, 2010’da, 2017’de, seçimlerle, referandumlarla, arada kararnamelerle  adım adım belirlendi. Bu kaderi genel ya da yerel seçimlerle, reklam şirketlerinin icat ettiği  aptal sloganlarla, su gibi para akıtarak, çanta içinde tomarla dolar taşıyarak, havai fişek misali renkli palavralar sıkarak değiştirmek bu saatten sonra kesinlikle imkânsızdır (imkânsızdır!).

 Saray ülkenin kaderini mühürledi. İş, tek bir damga vurarak mührün anayasal anlamda tesciline kaldı. Bu gerçekleştiğinde sistem partilerinin Saray’ın menfaat çizelgesine ve ulûfe sistemine göre nasıl kol boyu mesafe alarak safta toplandığını görüp şaşırmayınız.

Saray medya havuzunu hangi araçlarla nasıl yarattıysa, siyasî partiler havuzunu da o şekilde yaratacak.  Bu yönde güçlü girişimlerde bulunduğu, partileri ve yolunu kaybetmiş politik şahsiyetleri nasıl içine, yanına ya da yedeğine almaya çalıştığı çıplak gözle görülüyor. Medya ve siyaset havuzlarını, her iki havuzun çatlaklarını sıvayıp tek bir büyük havuzda birleştirdiği zaman, kapanım (closure) gerçekleşmiş, vakit geçmiş gönül hicran şarabından birkaç yudum içmiş ve ülke dönülmez akşamın ufkunu geçmiş olacaktır. O vakitten sonra sosyal medyada her birimizin bildiği her  bir şeyi birbirimize anlatmaya devam edebiliriz. Karışan görüşen olmaz. Niye olsun?  Veryansın, 25. 02. 2024