Yavuz Alogan
14 Mayıs seçimleri Türkiye’nin coğrafyasını ve stratejik konumunu değiştirmeyecek. Saray’ın son zamanlarda telaşla Atlantik İttifakı’na sığınma çabasına bakılırsa, seçimlerden sonra dış politikada da önemli, dramatik değişiklikler olmayacak.
Yeniden Cumhurbaşkanı olması hâlinde Sayın Saray’ın, bir yüzü NATO’ya öteki yüzü Rusya’ya bakan ikiye bölünmüş dış politikasını sürdürüp sürdürmeyeceği küresel çapta merak konusu.
Fakat gelişmeler Atlantik istikametini gösteriyor.
Türkiye yaptırım uygulanan malların Rusya’ya ihracını 1 Mart’ta durdurdu; Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı’yla görüştükten sonra yaptırımların Türkiye üzerinden delinmesine izin vermeyeceklerini açıkça söyledi; S-400’lerle ilgili tartışmalar birden kesildi; Türkiye’nin Rusya bağlantılı doğal gaz dağıtım merkezi olma projesi deprem nedeniyle (!) ertelendi. Bu süreç Eylül 2022’de Türk bankalarının ABD’nin baskısıyla Rusya’nın Mir ödeme sisteminden çıkmalarıyla başladı.
Bütün bunların kalıcı bir politik tutuma mı işaret ettiği, yoksa seçim öncesi batıdan destek sağlama manevrası mı olduğu, Rusya’nın bu manevrayı ne kadar ciddiye aldığı doğal olarak bilinmiyor.
Millet ittifakının izleyeceği dış politika konusunda ise belirsizlik yok. Babacan, Davutoğlu, Akşener ve Çeviköz’ün sicilleri ve söylemleri bu konuda tereddüde yer bırakmayacak kadar açık. ABD Büyükelçisi Jeffry Flake’in seçim öncesi ilk ziyaretini CHP’ye yapması da örtülü bir destek mesajı olarak görülebilir.
Özetle, şu anki durum veri alındığında, seçimleri ister Millet ister Cumhur ittifakı kazansın, Türk dış politikasının Atlantik tarafından gelen taleplere aşırı duyarlı, Rusya’ya karşı daha temkinli olacağı anlaşılıyor.
Atlantik taleplerinin esas olarak Karadeniz ve Montrö Antlaşması üzerinde yoğunlaştığı görülüyor.
ABD’nin Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) Şubat 2023 tarihli “Karadeniz Bölgesi için yeni bir ABD stratejisine doğru” başlıklı rapor/analizinde Türk dış politikası ve Türk Boğazları ağırlıklı bir yer tutuyor.
Analizin ana başlığı oldukça ilginç: The Inhospitable Sea; yani konuk sevmez, misafir kabul etmez, yaşanması/barınması zor deniz… Metni okudukça zorluğun Türkiye’den kaynaklandığı açıkça görülüyor.
Metinde Karadeniz bölgesi, Rusya ile Batı arasındaki stratejik rekabetin merkezî fay hattı; Güney Kafkasya, doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Batı Balkanlar’ı kapsayan güvenlik alanının kesişme noktası; Avrupa ile Asya arasında önemli bir transit geçiş yolu olarak tanımlanıyor.
“Vaşington’un, NATO müttefiklerine yönelik provokasyonları ve ABD yaptırımlarını (Rusya’nın yanı sıra İran’a) zayıflatma girişimi nedeniyle Ankara’ya baskı yapmayı sürdürdüğü” belirtiliyor.
Ankara’yla kusursuz bir anlaşma yapma hedefi yok. Onun yerine “Karadeniz’de ileri düzeyde varlık göstermek dâhil kilit önem taşıyan az sayıda meselede Türkiye’nin katılımını sağlamaya odaklanan” bir politika öngörülüyor.
Kilit meselelerden birinin Montrö Boğazlar Sözleşmesi olduğunu anlıyoruz. Burada Montrö’yü doğrudan hedef alacak yerde, çevresinden dolanarak, antlaşmayı aşındırarak delme taktiği hissediliyor.
Buna göre, Montrö’nün getirdiği kısıtlamalar Karadeniz’de güçlü bir “müttefik” varlığıyla ihlâl edilmeyecek. Bu konuda teklif var, ısrar yok. Sadece Montrö’nün izin verdiği dönüşümlü deniz mevzilenmeleri ve devriyelerine, buna ek olarak NATO kara ve hava sahalarında ortak operasyonlara ağırlık verilecek. Bu ortak operasyonlar sayesinde “durumsal farkındalık” artacak, hava devriyesi ve kıyı savunması hem Montrö’yü ihlâl etmeyecek hem de bölgesel güvenliği sağlayacak. Özetle Montrö doğrudan ihlâl edilmeyecek, ihlâlin kapısını açılacak.
Peki seçimlerden ne bekliyorlar? AKP’nin “milliyetçi duruşu”nun ve sarsılan (flailing: zedelenen, tahrip olan) ülke ekonomisini ayakta tutmak için Rusya’ya yanaşma ve ABD-Türkiye ilişkilerini “resetleme” girişimlerinin seçimlerden sonra yatışacağını umuyorlar.
Metin, bir yerde esas pazarlık konusunu açığa vuruyor: “Vaşington, Ankara’nın Suriye ve PKK’yle ilgili süregiden kaygılarını ele almaya istekli davranırsa, yeniden seçilmiş bir Erdoğan ya da muhalefetten yeni bir lider, NATO-ABD konusunda daha pragmatik olabilir.”
Bir “Gordion düğümü” tanımlanıyor: Ukrayna-Rusya savaşından sonra Türkiye, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında ortak bir güvenlik anlaşması seçeneğinin imkânsız olduğunu anladı fakat yeni bir vizyon geliştiremedi; Boğazlar’ın koruyucusu statüsünü kıskançlıkla koruyan Ankara, Karadeniz’de kalıcı bir NATO varlığına karşı çıkıyor.
“Gordion düğümü” bu şekilde tarif edildikten sonra onu kesmenin koşulları sıralanıyor: Karadeniz’in artık Rus saldırganlığını durdurma seferinin kıyısında (periferisinde) kalamayacağı kabul edilecek; bölgesel müttefikler ve ortaklar iç anlaşmazlıklarını çözerek işbirlikçi bir bölgesel güvenlik yaklaşımını benimseyecekler. Bu hedefe ulaşmak ABD liderliğinin, kuvvetlerinin, teçhizatının ve dikkatinin aşılanmasını (infüzyonunu) gerektirecek.
Önemli bir nokta: Karadeniz sorunu kendi başına önemli bir alan olarak görülmeli ve diğer güvenlik sorunlarının (burada “Çin’in giderek artan tehdidi”ne değiniliyor) Karadeniz üzerindeki dikkatleri dağıtmasına izin verilmemeli.
Baltık bölgesinden Balkanlar’a, oradan Ege’ye inen, Doğu Akdeniz’den kuzeye kıvrılarak Hazar çevresine ve doğusuna doğru çatallanırken Gürcistan’a uzanan kuşatma halkasının merkezinde yer alan Karadeniz üzerinde münhasıran odaklanıyorlar. Rusya’nın Odessa’yı alarak Ukrayna’nın denize çıkışını kapatma ihtimali, Romanya-Bulgaristan-Türkiye’nin acilen seferber edilmesini gerektiriyor; orta vadede, Montrö aşındırılarak Karadeniz’in evreler hâlinde bir NATO gölüne dönüştürülmesi amaçlanıyor. ABD’nin Karadeniz stratejisi bundan ibaret.
Türk Ordusu’nun NATO’nun Karadeniz’e stratejik yaklaşımını 2008’de -belki daha önce- saptadığını, önlemler almaya çalıştığını, özellikle Gürcistan-Rusya çatışması sırasında NATO’nun denizden büyük kuvvet göndermesini önlediğini, kıyıdaş ülkeleri birleştirmeye çalıştığını, bunun üzerine Amiral Cem Gürdeniz’in “Fransız İhtilali sırasında bile bir gecede bu kadar çok sayıda amiral tutuklanmadı” sözleriyle tanımladığı olayın gerçekleştiğini, FETÖ marifetiyle amirallerin ordudan tasfiye edildiğini biliyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacak kişinin ve seçimlerden sonra oluşacak meclis çoğunluğunun Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler arasında ayrı bir güvenlik ve işbirliği anlaşmasını hayal bile edeceğini sanmıyorum. Böyle şeyler siyaset üstü, ilkeli ve stratejik bir Devlet aklını gerektirir. İktidarı ve muhalefetiyle mevcut siyasî partilere böyle bir aklın uğramadığı çok açık.
Bütün “liderler” ve partiler ABD’nin gözüne girme yarışındalar. Bu yarışın seçimlerden sonra da süreceği anlaşılıyor. Mevcut Cumhurbaşkanı’nın “Daha iyisi için imkân bulana kadar Montrö’ye bağlılığımızı sürdürüyoruz” sözleriyle Türk Boğazları’nın statüsünü pazarlığa açtığını da unutmuyoruz.
Rusların “Çernoye-More,” Amerikalıların ise “Inhospitable” (konuk sevmez) dedikleri Karadeniz, emperyalist savaşın rüzgârlarıyla daha uzun süre -o eski türküde denildiği gibi- çırpınıp duracak bakıp Türk’ün bayrağına. Veryansın, 31. 03. 2023