İTHAL ET, PLANLI EKONOMİ VE MİLLETİN ÖZÜ

Yavuz Alogan

Brezilya’da Sayın Reis “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışıyla hükümet ettiklerini söyledi. Ülke içinde dile getirmediği şu tuhaf iddiada bulundu: “Sosyal güvenlik sistemini baştan sona yeniden dönüştürüp, yoksul kesimi büyük ölçüde koruma altına aldık.”

Dönüş yolunda uçaktaki seçilmiş gazetecilere verdiği bir haber ise bende kaygı yarattı. “Yeni bir adım daha atmayı planlıyoruz,” dedi Sayın Saray. “Vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye, gerekirse süratle Uruguay’dan Brezilya’dan bu büyükbaş hayvan ithalini yapalım talimatını verdim.”

Hayvancılığı teşvik edeceğiz, girdi fiyatlarını indireceğiz, süt üretimini artıracağız, inşaatı azaltıp yeni tarım alanları açacağız, gıdada ülkemizi yeniden kendine yeterli hâle getireceğiz, gıdanın ilaçla zehirlenmesini tağşişe uğramasını önleyeceğiz, ihtiyaç anında kullanılmak üzere gıda stoklayacağız demiyor. Talimat verdim, ithalat yaparak et fiyatlarını düşüreceğiz, diyor.

“Mutfağı boş ver, şuradan bir pizza söyleyelim” mantığı…

İktisadi sistemdeki tıkanmanın farkında değil.

Tarımsal üretimin azaldığı, tedarik zincirlerinin aksadığı çıplak gözle görülüyor. Savaş koşullarında özellikle büyük şehirlerin aç kalacağını anlıyoruz.

Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği Başkanı’na soruyorlar: “Et ithalatı fiyatları düşürür mü?”

“Tabiî ki düşürür,” diyor.  Fakat “Brezilya’dan paket et gelirse gerçek üretici zor duruma düşebilir. Biz tamamen ithalata doğru gidiyoruz. Küçük işletmeler bunlarla mücadele edemediği için kapatmak zorunda kalıyorlar. Ne pahasına olursa olsun aile işletmelerinin üretimde kalmalarını sağlayacak her türlü yolu denemeliyiz.”

“Her türlü yolu denemek” için kamucu bir iktisat modeline, planlı ekonomiye ihtiyaç var. Fakat böyle bir modelin esaslarını ortaya koyup topluca savunan siyasî partiler, sendikalar, meslek kuruluşları yok.

Geçen Ekim ayında 118 iktisatçı “Asgari Ücret Politikası ve Enflasyon Yükünün Adil Dağılımı” başlıklı bir basın açıklamasıyla ekonomi politikasını yönetenlere seslendi, Saray’a asgari ücretin gerçekleşen enflasyon oranında artırılması çağrısında bulundu. Kendi köşe yazılarında iktisadi planlamayı, toplumsal kalkınmayı savunan, özelleştirmeye karşı çıkan, hatta kamulaştırmadan söz eden iktisatçılar basın açıklamasında bu konulara değinmediler. “Türkiye ekonomisinde uzun süredir devam eden yüksek enflasyon sorunu, dar gelirli vatandaşlarımızı ve asgari ücretle çalışanları ekonomik olarak daha kırılgan hale getirmiş ve yaşam standartlarını ciddi ölçüde düşürmüştür,” dediler.  Bunları biliyoruz zaten.

Açıklama hiçbir etki yaratmadı. Ne medyada ne üniversitelerde ne de siyasî partilerde tartışıldı.  “Ekonomi politikasını yönetenler” ise cevap vermeye tenezzül bile etmediler.

2011’den bu yana Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un önderliğinde muazzam bir külliyat oluşturan “21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu”nun (https://21inciyuzyilicinplanlama.org/)   kurultayları, yazılı ve görsel çalışmaları da sosyal medyada atıp tutan, bağırıp çığıran, birbiriyle dalaşan siyaset esnafının höykürmeleri kadar ilgi görmedi. Oysa siyasî partilerde, sendikalarda, muhalif medyada tartışılması, siyasî ve iktisadi bir kurtuluş programının diline tercüme edilmesi gerekirdi.

Yanlış anlaşılmasın, bu durum planlama grubunun yaptığı çalışmaların boşa gittiği anlamına gelmez. Devran döner ve şimdi görülmeyen pek çok fikir yüzeye çıkar. Victor Hugo’nun dediği gibi: “Bu dünyada hiçbir şey zamanı gelen bir fikir kadar güçlü değildir.” İktisadi planlamanın, planlı toplumsal kalkınmanın, aydınlanmanın da zamanı gelecektir.

Türk-İş’in Ekim ayında Ankara Tandoğan (şimdiki adı Anadolu) meydanında yaptığı “Zordayız, Geçinemiyoruz” mitinginin Saray yönetimi üzerinde etkisi olmadı.  Etkisi olmayan, talepleriyle süreklilik kazanmayan her miting ve gösteri gaz alma, halkın öfkesini yatıştırma, sahte umutlar yaratma, avunma ve avutma girişimidir.

Bu saatten sonra Saray rejimi sorgulanmadan işçi hakları savunulamaz. Ergün Atalay mitingde “Bu ülke ne çektiyse özelleştirmeden çekti,” diyerek gerçeği dile getirdi fakat ülkeyi yöneten ve “bakan” tabir edilen ofis memurlarının aynı zamanda özel sektörde faaliyet gösteren iş adamları olduğunu söyleyemedi.

Saray’ın uyguladığı, dışarıdan dayatılan neoliberal iktisat politikalarının “bakan” tabir edilen memurların özel sektör kökenli kişilerden oluşmasını gerektirdiği dile getirilmedikçe işçi hakları savunulamaz.  Parti Devleti’nin bakanları ve bütün bürokratları, Sayın Saray’ın anonim şirket olarak tanımladığı Devlet’in hissedarları olarak aynı zamanda şahsi menfaatlerini gözetmek için görev yapıyorlar.

Adam “bakan” olarak işçiye karşı kendi sınıfının çıkarlarını savunuyor.  Türk-İş Başkanı bu durumun farkında. “Ama benim dünyamla, bizim dünyamızla onların dünyaları bambaşka, onu biliyorum,” diyor. Biliyorsanız, “Bize kulak verin,” demeyeceksiniz, mücadele yöntemlerini kullanarak size kulak vermeye mecbur bırakacaksınız!

Neyse, uzatmayalım… Ekmek davası, memleket kavgasına dönüştükçe işçi hareketi sendikaların kurduğu barikatı aşacaktır.

Cumhuriyetin Devrim Kanunları’na bağlı, eğitim düzeyi yüksek, kentli orta ve alt sınıflar Türkiye’nin umududur.    2007’de Cumhuriyet Mitingleri’ne, 2013’te Haziran Ayaklanması’na “Hükümet istifa,” “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarıyla katılan milyonlarca yurttaş Saray Rejimi’nin ülkeyi nereye götürdüğünü gördü, siyasî iktidarın yapısını ve gerçek niteliğini günlük hayat pratiği içinde, geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayacak şekilde anladı.

Milyonlarca yurttaş sağlık ve eğitimde özelleştirmenin çocuk ve yaşlı katliamına varan vahim sonuçlarını gördü. Silahlı Kuvvetler’in Saray’ın Hassa Ordusu olarak yeniden örgütlendiğini, ideolojik olarak dönüştürülmekte olduğunu fark etti. Siyasî iktidarı denetleyecek bir devlet kurumunun kalmadığını, yargıya ve medyanın yüzde 90’ına hâkim olan Saray’ın her ne isterse onu yapabileceğini anladı. Toplumun tanınmış entelektüellerinin, muhalif gazetecilerin işgal ordusu mantığıyla tutuklandığını, Saray’ın en zayıf olduğu anda tam bir baskı rejimi kurmaya, baskı ortamında Türkiye’yi federasyona giden yola sokmaya kalkıştığını gördü. Gıda üretimi planlanmazsa aç kalacağını, denetlenmezse zehirleneceğini yaşayarak öğrendi.  

Geçenlerde Sayın Bahçeli “Cumhur İttifakı Türkiye Cumhuriyeti’dir, Türk milletinin özüdür,” dedi. Değildir… Bu ittifak Türkiye’nin en geri, en gerici, en karanlık kesiminin hızla zemin kaybetmekte olan iktidar blokudur.  Nüfusun yarıdan fazlası bu ittifaka asla boyun eğmeyecek, razı olmayacaktır. Veryansın, 24. 11. 2024