Yavuz Alogan
Yarın Cumhuriyet Bayramı. Saray’ın muhafazakâr demokratlıktan muhafazakâr devrimciliğe geçtiğini ilan etmesi Cumhuriyet’in 99. yılına damgasını vurdu.
2012 yılının Haziran ayında Sayın Reis, İzmir’de konuşurken, “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz,” demişti. “Bizim izleyeceğimiz yol ve tarz belli… Bizim zihnimizin arkasında başkalarının empoze ettiği gibi farklı şeyler yok”.
Bu sözler söylendiğinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin birinci ve ikinci Ergenekon davalarını birleştirerek 16 ayrı iddianameyi tek bir dosyada toplamasının üzerinden henüz iki ay geçmiş, Balyoz Davası başlayalı iki yıl olmuştu. Mevcut Anayasa’ya rağmen rejimin değiştirilerek parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmesine beş yıl, Ayasofya Kalkışması’yla devletin laiklik ilkesinden vazgeçtiğini dinî törenle bütün dünyaya ilan etmesine ise sekiz yıl kalmıştı.
Bütün bu dönüm noktalarının içinde sembolik değeri en yüksek olay Ayasofya’nın açılışıdır. Nitekim Sayın Reis Tügva’nın 6. Gençlik Buluşması’nda (09.10.22) bu sembolik değeri şu sözlerle dile getirdi: “Bizim gençliğimiz Ayasofya’nın açılması, inançlar ve değerlerimiz üzerindeki baskıların kalkması; bu özlemle, bu mücadeleyle geçti. Dikilitaş’ın önünde Ayasofya’nın açılacağı günü konuşurduk.”
Ayasofya’nın açılış töreninde bütün Devlet erkânı siyasî İslâmcıların gençlik idealinde birleşti, elinde kılıçla minbere çıkıp Cumhuriyet’i kuranlara lanet okuyan imamın önünde saf tuttu. Genel Kurmay Başkanı, Nur Cemaati’ne bağlı Meşveret grubunun önderiyle fotoğraf çektirdi. Bu seyirlik gösteriyle Devlet erkânı iktidar partisinin ideolojik hegemonyasına razı olduğunu, boyun eğdiğini gösterdi.
Şimdi muhafazakârlık baki kalmak şartıyla Saray’ın demokratik aşamadan devrimci aşamaya geçtiğini anlıyoruz.
Son grup toplantısında (19. 10. 22) Sayın Reis devrimcilik tartışması başlatarak devrimciliğini ilan etti. “Cumhurbaşkanı adayıyım diyemeyenlerin ülkenin hangi meselesinin çözümünde devrimci bir yaklaşımla reform yapabileceğini doğrusu merak ediyorum,” dedikten sonra, kendisini tanımladı: “…ben muhafazakâr bir devrimciyim.”
Daha sonra parti gençliğini de devrimci olarak tanımladı. Yine Tügva’nın 6. Gençlik Buluşması’nda, “Benim karşımda şu anda muhafazakâr devrimciler var,” dedi. “Ben muhafazakâr devrimcilerle 2023’ü evelâllah başarıyla bitireceğimize inanıyorum.”
Muhafazakâr devrimcilik tanımı, gözlüklü entelektüel duruşuna tavrına kurban olduğum Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet düşünce setlerimizi yok etti” sözünden çok daha önemlidir. Yorum değil, niyet beyanıdır. “Demokratik” yöntemlerden devrimci yöntemlere geçeceğini, durağa gelen tramvaydan ineceğini ilan ediyor.
Bunu Cumhuriyet Devrimi’ne karşıdevrim olarak tanımlayamayız. Varlığını koruyan, etkisini sürdüren bir devrime karşı karşıdevrim yapılır. Cumhuriyet’in bütün kurumlarını yok ettiler, bütün yazılı kanunlarını fiilen yürürlükten kaldırdılar ve şimdi sıra kendi devrimlerini yapmaya geldi. Yirmi yıllık icraatı, yaratılan bütün fiili durumları anayasal bir ifadeye kavuşturdukları anda süreci tamamlamış olacaklar.
Tevfik Fikret’in Haluk’unun karşısına Mehmet Akif’in Âsım’ını çıkararak yıllarca özenle yetiştirdikleri kindar ve dindar nesli devrimlerinin muhafızı yapacaklar, Diyanet’i fetva ve potansiyel hilafet makamı olarak daha da güçlendirecekler; böylece kadro ile ideolojik aygıtı bütünleştirecekler.
Yirmi yıl boyunca fazla kırıp dökmeden, büyük bir baskı uygulamadan ileri geri manevralarla, dağıtıp yeniden toplayarak, para saçıp kuşatarak, anayasa değişiklikleri, kanunlar ve kanun hükmünde kararnamelerle Cumhuriyet’in sert ideolojik kabuğunu her aşamada biraz daha kırıp ezerek sürdürdükleri karşıdevrimi şimdi son bir muhafazakâr devrimci atılımla tamamlamak istiyorlar. En büyük avantajları karşılarında umut veren, örgütlü ve güçlü bir Cumhuriyet cephesinin olmamasıdır. “Seçmen bunlara bir daha oy vermez” varsayımının ise temeli yoktur.
Bugün Ankara Spor Salonu’nda Sayın Saray’ın açıklayacağı “Türkiye Yüzyılı” vizyonunda bu muhafazakâr devrimciliğin yakın ve uzak hedeflerini bulacağız. Türkiye’nin Reisi ideolojik hegemonyasının kapsama alanını açıklayacak, davetli siyasî partiler, cemaat vakıfları, Alevi dernekleri, sporcular, sanatçılar, sanayiciler, iş adamlarının önünde, bütün Türkiye’yi kendi şahsi vizyonunu benimsemeye, gençlik hayallerini gerçekleştirmeye davet edecek.
Bu totaliter bir yaklaşımdır ve özel dikkati gerektirir.
Demokrasinin bir yönetim biçimi olarak benimsendiği yerde iktidar partisi seçim öncesinde ancak kendi programını ve seçim beyannamesini açıklayabilir; “geleceğinizi tayin ediyorum” diyerek halkın tamamını kapsayıp kucaklayan, 2053’e kadar ülkenin geleceğini belirleyecek bir vizyon dayatamaz. Bütün yurttaşların ve siyasî toplumun kendi vizyonunun etrafında birleşmesini isteyemez.
Yarın Cumhuriyet Bayramını kutlamak için Ankara’da Anıttepe’ye yığılan damperli kamyonların arasından süzülerek Anıtkabir’de toplanacak, İstanbul’da Bağdat Caddesi’nde fener alayına katılacak yurttaşlar, Onuncu Yıl ve İzmir marşlarını söyleyip “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye bağırırken, 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyetin, bütün ilkeleri ve kanunlarıyla birlikte temellerine kadar yıkılmış olduğunu, en az o cumhuriyeti kuran asker sivil kadrolarınki kadar büyük bir celadet gösterip muazzam fedakârlıklar göze alınmadıkça Cumhuriyet’i aynı temeller üzerinde yeniden kurmanın kesinlikle imkânsız olduğunu unutmasınlar. Veryansın, 28. 10. 2022.