SANSÜR    YASASI

Yavuz Alogan

        Tekinsiz kızıl ışıklar saçarak doğan sonbahar güneşine doğru pedal basarken bu kez sansür yasasını düşündüm.

        Yasada elbette “sansür” sözcüğü geçmiyor. Halk arasında “Dezenformasyon Yasası” olarak adlandırılan kanun teklifinin basit ve bürokratik bir ismi var: “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi.”

        Etkisizliğinin yanı sıra varlığı bile bence tartışmalı olan muhalif kamuoyu, bu önemli yasanın ne anlama geldiğini ancak yürürlüğe girdikten sonra, kapatma, hapis ve para cezaları geldikçe anlayacaktır. Yasa muhtemelen önceden seçilmiş kurbanları hedef alarak birkaç güçlü vuruşla yıldırma denemesi yapacak, her zamanki gibi teslim olanlarla olmayanları ayrıştıracaktır. Kendisine biat edenleri büyükelçi yapmaktan çekinmeyen siyasî iktidar, teslim olanları ödüllendirecek, olmayanları cezalandıracaktır.  

        Aslında bu yasaya hiç gerek yoktu. Lisans başvurusunu geciktiren DW Türkçe’ye erişim engeli koymakta zorlanmadılar mesela. İstedikleri gazeteciyi yine tutuklayabilir, bilgi sızdıran internet sitesini kapatabilir ya da kesintiye uğratabilirlerdi. Herhalde “dezenformasyonu önleme” gibi bir başlığın daha etkili olacağını, yazan ve konuşan herkesin “acaba dezenformasyon mu yapıyorum?” diyerek otosansür uygulayacağını düşündüler. Amaç, esas olarak seçim sonuçlarını etkileyecek kritik  bilginin sızmasını önlemek, istenmeyen haber ve yorumları mümkün olduğu kadar engellemek, parayla iş gören medyayı korkutmaktan ibarettir.

        İletişim Başkanlığı’nı Nazi Almanyası’ndaki  Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’na benzetmek bence aşırı derecede abartılıdır. Bir kere orada muhalif kalmamış, bir kısmı öldürülmüş, geri kalanı toplama kamplarına gönderilmişti. Propaganda ve sansür muhalefeti susturmak için değil, savaş koşullarında toplumu baskı altında tutmak için kullanılıyordu. Kaldı ki bizim İletişim Bakanı, kabiliyet, hitabet ve ikna gücü bakımından Joseph Goebels’in karikatürü bile olamaz.

 Ayrıca günümüzde internet yayıncılığı üzerinde tam bir denetim kurmak kesinlikle imkânsızdır. İran’daki mollalar bile bunu beceremediler. Elon Musk’ın Starlink’i devreye girmeden önce halk ayaklanmasına ilişkin görüntüler ve haberler sanal âlemde hızla yayıldı. Ukrayna savaşı başladığında Rusya’da interneti denetleyen Roskommadzor sistemi Polonyalı programcıların kurduğu internet sitesiyle (Squad 303) aşıldı. Çin’de interneti denetleyen “Çin Güvenlik Seddi” daha güçlü olabilir. En başarılı ülke elbette Kuzey Kore’dir. Orada sadece devletin seçtiği kişiler internet kullanabiliyor.

        Özetle, üzerimizdeki baskı ve sansür girişimi Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkelerle kıyaslanamayacak kadar zayıf ve etkisiz kalmaya mahkûmdur. Kedi arkasını görmüş yara zannetmiş gibi, Türkiye’deki susturma ve korkutma girişimlerini III. Reich’ın propaganda makinesiyle kıyaslamak biraz komik kaçıyor. Saray güçlü  ve etkili bir baskı sistemi kuramadı. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir sistemi gerektirecek bir halk hareketi ya da siyasî parti muhalefeti de olmadı.

        Bizdeki temel sorun, muhalif siyasî toplumun kafa karışıklığı ve ilkesizliğidir. Her şey normalmiş gibi davranıyorlar, sadece konuşarak muhalefet yapılabileceğini sanıyorlar ve halkı harekete geçirmekten ölesiye korkuyorlar. Örgütsüz ve zayıf partiler Saray’ın yönetim aygıtlarını dış güçlerin yardımıyla zahmetsizce devralıp diledikleri gibi kullanabileceklerini sanıyorlar.    

        Sayın Saray’ı ve AKP’yi her türlü eleştirebilirsiniz fakat niyetlerini gizlediklerini söyleyemezsiniz. Yapacakları her icraatı önceden haber verdiler.

        Nitekim  İletişim Bakanı Altun tam iki ay önce (10. 08. 22) “Yeni Medya ve Dijital Terörizm Çalıştayı”nda yaptığı  konuşmada siyasî iktidarın niyetini açıkça ortaya koydu.  Sayın Saray’ın yerli ve yabancı medyaya karşı bir “Hakikat Mücadelesi”(!) verdiğini belirttikten sonra, “Dezenformasyonla Mücadele Merkezimiz, yalan terörünü etkisiz hâle getirecektir,” dedi ve muhalif medyanın teröristten farksız olduğunu ima etti. Muhalefetin Türkiye’ye yönelik dışarıdan gelen sistematik saldırıları sahiplendiğini, sosyal medya aracılığıyla dezenformasyonu yaygınlaştırdığını ve bütün bunları siyasî amaçlarla yaptığını söyledi.

        Ne bekliyordunuz? İşte şimdi yasayı “kabul edenler etmeyenler, kabul edilmiştir” diyerek çıkarıyorlar.  İki ay bekledikten sonra, yasa yürürlüğe girince sokağa çıkıp protesto etmenin faydası nedir?  Her konuda tepki gecikmesi var.  

Yasa madde madde müzakere edilirken ana muhalefet partisi devlet kurumlarında başörtüsüne anayasal güvence sağlayan kanun teklifiyle meşguldü. Kılıçdaroğlu’nun tarikattan cemaatten oy devşireceğim diye çektiği şutu kendisine verilmiş bir pas olarak değerlendiren Reis, “benim ömrüm santraforlukla geçti” diyerek CHP’nin kendi kalesine doğru kendiliğinden giden topunu türbanın yanına aile değerlerini de ekleyerek filelere yolladı ve sıfırdan anayasa girişimi, terk edildiği yerden çıkarak ülkenin gündemine çöktü.

Bence Kılıçdaroğlu ile Abdullah Gül arasındaki tek fark, George Clooney’e benzediği için ikincisinin daha yakışıklı görünmesidir. Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun jestleri ve mimikleriyle tuhaf biçimde rahmetli komedyen Altan Erbulak’a benzediğini de belirtmek isterim. Kendisini ne zaman ekranda görsem beynimdeki vagus siniri harekete geçiyor, gülmeye başlıyorum. Sayın Davutoğlu, “Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını çok önemli, tarihî bir açıklama olarak değerlendirdim ve hemen destek beyan ettim,” dediği anda gülmeye başladım mesela. Adamın ciddî ve mağdur devlet adamı duruşu beni güldürüyor, elimde değil.

Fakat Davutoğlu, “Bu aynı zamanda Altılı Masa’nın temel misyonuna uygun da bir açıklamaydı,” dediği anda dikkat kesildim. Haftada iki kez acıklı ses tonuyla “Bizim de yanlışlarımız oldu” diyen Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin geçmişini inkâr ettikçe Davutoğlu gibilerin     misyonuna katkıda bulunduğunu anladım. CHP kitlesinin altılı masanın temel misyonu hakkında ne düşündüğünü merak ettim.  Zaten bir süredir Altılı Masa’nın istikbalini karanlık görüyordum.

        Neyse, konuyu dağıtmayalım.

        Bence bu sansür yasasından bir şey çıkmaz. Kurban seçilen birkaç kişi sıkıntı çeker, bir iki internet sitesi kapanır ya da ceza öder. Olacak o kadar. Sedat Peker bile seçimlere iki ay kala “Lan ben sizin topunuzu…” diyerek belgelerini, kasetlerini bir şekilde halka ulaştırabilir. Arnavutluk’tan gönderdiği basın danışmanı Devlet’le oturduğu pazarlık masasından olumlu sonuçla kalkarsa elbette sesini çıkarmaz.

        Bence CHP şu “Helâlleşme” işini tadında bırakarak   birkaç ay sessiz kalmayı başarırsa, AKP iktidarı davranışsal nöro ekonomi sayesinde kendi tabanından epistemolojik bir kopuş gerçekleştirerek   dağılacak, fakat esas vahim sorunlar dağılma sırasında ve sonrasında ortaya çıkacaktır.

        Şu yağmurlu ve karanlık pazar gününde herkese tehlikeli fakat ciddi olmayan genel duruma metanetle katlanma gücü diliyorum. Veryansın, 09.10.2022