BİRLEŞİK VE AYRIŞIK KAPLAR TEORİSİ

Yavuz Alogan

         Ülkemizin mevcut durumunu “Birleşik ve Ayrışık Kaplar Teorisi”yle açıklamak, bu teoriden bir eylem kılavuzu çıkarmak mümkündür.

         “Bu da nereden çıktı?” demeyin. Şu anda uydurdum.

Millî Demokratik Devrim, Aşamalı ya da Sürekli Devrim, Tek Ülkede Sosyalizm, Sosyal Demokrasi, Dokuz Işık, Millî Nizam gibi teorilerin mevcut durumu açıklayarak netice alacak bir perspektif sunamadığı görülüyor. Bu yüzden tarih kitabını kapatıp somut olgulara bakmak gerekir.

         İlkokuldan beri bildiğimiz gibi, “Birleşik Kaplar Teorisi”nde  alttan birbirine bağlı yan yana konulmuş kaplar söz konusudur. Kapların birine döktüğünüz homojen bir sıvı, mesela su, şekli ve hacmi ne olursa olsun bütün kaplarda aynı seviyeyi bularak eşitlenir ve o seviyede kalır. Ne kadar su eklerseniz ekleyin seviye değişmez. Israr ederseniz bütün kaplar aynı anda taşar.

         Ayrışık kaplarda ise bağlantı yoktur. Dolayısıyla kaplardan birine koyduğunuz sıvı orada kalır, diğer kaplara sirayet etmez. Israr ederseniz kap taşar fakat bitişikteki kabın bundan haberi olmaz. Eğer sıvıyı bütün kaplarda eşitlemek isterseniz her bir kabın içine göz kararıyla eşit miktarda sıvı koymaya çalışırsınız fakat bunu asla başaramazsınız. Bu yüzden yapmanız gereken, ayrışık kaplar arasında alttan bir bağlantı kurarak onları birleşik kaplar hâline getirmektir.

         Günümüzde hırsızlık, alçaklık, namussuzluk, yalancılık, sahtekârlık, rüşvetçilik, kayırmacılık, bölgecilik, kanunsuzluk, kuralsızlık, işbirlikçilik, her türlü ihanet ve rezalet birleşik kaplara dökülen sıvı gibi yönetim sisteminin ve siyasî toplumun bütün kurumlarında eşitlenmiştir.  Buna karşı toplumsal direniş ayrışık kaplarda birikmekte, bazı kaplarda damlayarak toplanmakta, bazı kaplarda ise dökülüp saçılarak taşma düzeyine ulaşmaktadır.

         Yerli ve yabancı burjuvazi özelleştirmeler yoluyla kamunun malına çökmüş, bütün varlıkları elinin altında toplayan Saray Devleti  kendi zenginlerine, cemaat-tarikat-mafya üçlüsüne dağıtılan servetin trafiğini düzenleyen  bir emme basma tulumba aygıtı gibi çalışmaya başlamış; toplumun bütün kurumları merkez medyasından eğitim sektörüne, sağlık sektöründen turizm sektörüne,  emniyet kurumlarından sendikalarına ve siyasî partilerine kadar bu birleşik yapının birer parçasına dönüşmüştür.

         Rezaletin görülmemesi için bütün ışıklar karartılmıştır. Sıradan yurttaşlar, bu ülkenin emekçi insanları, Devlet’in ve kurumların gerçeğini, fakat yüzeysel olmayan esas gerçeğini, damardan hakikatini, “Lan vallahi namussuz şerefsizsiniz lan siz!” diye hitap eden, “Lan Sülü! Lan Pambukören! Lan çakma solcular!” diye yoklama yapan, mevcut durumu “Biz hepimiz bir aileyiz, her suçta beraberiz” diye açıklayan sevimli bir mafya reisinin ifşaatından biraz daha fazlasıyla öğrenmek için sosyal medyada nöbete durmuşlardır. Bize gerçeği söyleyenin kimliği acıklı ve hazin bir manzara oluşturmaktadır.

         Yurttaşlar kendi ülkelerinin gerçeğini öğrenmeye muhtaç olmuşlardır. Peki kimden öğrenecekler?  “Bir umuttur yaşamak” diyen Sedat Peker’den!

         Böyle bir toplumda direniş olmaz mı? Elbette olur. Oluyor da zaten. Fakat sorun şu ki herkes sistemin kendisine dokunduğu, tecavüz ettiği yerde, kendi ayrışık kabının içinde direnmeye çalışıyor. Bakın bütün bu intiharlar, öncelikle kadınları hedef alan çeşitli cinayetler, hayat koşullarının her gelen gün daha da zorlaşacağını fark eden insanların ağır depresyonu, dışa doğru patlamasını sağlayacak bütün örgütsel aygıtları elinden alınan toplumun içe doğru patlamakta olduğunu gösteriyor.

         Kentsel dönüşümün kurbanı olan, elektriği suyu kesilerek evlerinden atılan Tozkoparan halkının yağma esasına dayanan rantçı düzen hakkında söyleyecek sözü yok mu mesela… Hocaları ve öğrencileriyle direnen Boğaziçi Üniversitesi’nin Türkiye’deki eğitim sisteminin tamamı, bütün üniversitelerin özerkliği ve elbette anayasal rejim hakkında söyleyeceği söz, topluma yapacağı bir açıklama ve çağrı yok mu? Kimse tek başına selamete çıkamaz. Her türlü tekil direniş yenilgiye mahkûmdur.

         Örnekler çoğaltılabilir. “Amirallerin Açıklaması”na karşı sessiz kalan siyasî toplumun kayıtsızlığından, kamuoyu araştırma şirketi gibi faaliyet gösteren ya da Çalışma Bakanlığı’nın uzantısına dönüşen sendikaların daralan görüş alanından, Saray rejiminin yapısını ve niyetini görmezden gelerek ilk seçimde iktidara geleceklerini, böylece kendi müteahhitlerini ve zenginlerini tatmin edebileceklerini uman siyasî parti yönetimlerinin aymazlığına, beleşçiliğine, korkaklığına ve işbirlikçiliğine kadar pek çok şey söylenebilir.

         Hani nerede kitlelere dışarıdan bilinç götüren transmisyon (aktarım) kayışları?   Sıkıyönetimin kalktığı 1986’dan bu yana geçen 35 yıl içinde ne kalıcı seküler bir halk örgütlenmesi kurabilmişiz, ne de 2007 ve 2013’te sokaklara dökülen milyonlarca insana kalıcı bir mücadele perspektifi kazandırabilmişiz. Herkes kendi evinde, parti binasında ya da dergi çevresinde ya da internet sitesinde “öncü” rolü oynuyor. Dışa doğru patlamayı yönlendirecek tek bir aygıt yok. En koyusundan siyasî İslam faşizmi ile emperyalist ülkelerin sömürgesi olarak zamanla parçalanıp ulusal birliğimizi kaybetmek arasındaki ince ve hassas çizgide salınıp duruyoruz. Bir yanda emperyalizmin taşeronluğunu yapan sıradan bir Ortadoğu Sünnî sultanlığı, öte tarafta yeni Yugoslavya olma ihtimali. Mevcut koşullarda bizi bekleyen budur!

         Sorunları ve çözümleri birleştirmek, bütün direniş noktaları arasında bağlantı kurmak, kapları ayrışık olmaktan çıkararak birbirine bağlamak gerekir. O zaman direnişin seviyesi eşitlenerek yükselecektir.

         Bakın, mevcut anayasal rejim Türkiye’ye dışarıdan dayatıldı. Neoliberal küresel ekonomi sistemine uyumlu bir anonim şirket devleti kuruldu. Bu devlet sistemini Sayın Reis tek başına icat etmedi. Sistem siyasî partiler rejimiyle, birleşik kaplar gibi aynı seviyede eşitlenen yasama-yargı-yürütme kurumlarıyla, her şeyiyle yerleşti. Her türlü baskı ve hileye rağmen mevcut siyasî iktidar seçimlerle değişse bile sistem olduğu gibi kalacak, her siyasî parti bu sistemin sağladığı imkânlardan yararlanmak isteyecek, iktidara gelmesi hâlinde ufak tefek bazı değişiklikleri topluma reform ve yenilik diye yutturacaktır.

         Demek ki toplu mücadele gerekir. Mevcut birleşik kaplara karşı ayrışık kapları birleştirmek, yeniden Kuruluş perspektifini yerleştirmek, anonim şirket tüzüğüne benzemeyen üniter bir ulus-devlet anayasası yapacak bir Kurucu Meclis düşüncesini yaygınlaştırmak ve bu düşünceyi yegâne çözüm olarak yurttaşların zihnine yerleştirmek lazımdır.  Tarih kitabını işte burada açıyoruz ve sadece kendi ülkemizin tarihinden ilham alıyoruz.

         Korona hapsiyle geçen bu Pazar gününde herkese akıl fikir, en sıradan yurttaşa bile kuruculuk iradesi, istibdada karşı hürriyet mücadelesi için azim ve cesaret diliyorum. Vatan Şairi Namık Kemal’in dediği gibi, “Vatanın nekbetine (düşkünlüğüne, talihsizliğine), derdine can mı dayanır / Düşmanın görse gözü yâre gibi kan boşanır / Bu kadar zulümden insan değil İblis utanır.” Veryansın, 27. 06. 2021