BİZ NECDET ELMAS’I SEVMİŞTİK

Yavuz Alogan

Türkiye’nin masumiyet çağında (1960-1972) halkımız Amerikan tarzı banka soyan kibar bir gangsterle tanışır.

         Necdet Elmas, Şevrole-İmpala marka çalıntı arabasını Çemberlitaş’taki Buğday Bank’ın önüne park ettiğinde takvimler 7 Temmuz 1961 gününü göstermektedir. Sten tabancasını çekerek bankaya dalar.  Gayet şıktır. Koyu renk takım elbise, bir çizgi hâlinde görülen ceket cebi mendili, briyantinli saçlar, Douglas tarzı ince bıyık, siyah gözlükler ve meşin eldivenler…   Dönemin “Taçsız Kral” lakaplı ünlü sinema oyuncusu Ayhan Işık’ı andırmaktadır.

Paraları alır, Şevrole’sine binip tozu dumana katarak olay yerinden uzaklaşır. Soygun sırasında aşırı derecede kibardır.  “Eller yukarı, bu bir soygundur!” dedikten sonra, banka müşterilerine “Reca ederim ayakta kalmayınız, yere yatınız, lütfen” gibi sözler söylediği rivayet edilir.

         Banka soygunları 12 gün devam eder.   O artık bütün gazetelerin manşetindedir.  Okumuş yazmış adamdır. Hukuk Fakültesi’ni ikinci sınıftan terk etmiştir. Düzgün ve dokunaklı bir üslûpla gazetelere mektuplar yazarak hayat hikâyesini anlatır, zenginleri eleştirir, gelir eşitsizliğinden yakınır. Mektuplarını “Gangbuster of Istanbul” (İstanbul Gangsteri) diye imzalar.

Meslekî kariyerine Şevrole-İmpala marka arabaları çalarak başlamış, bir benzin istasyonunu soyarken polisle girdiği silahlı çatışmadan kimseyi vurmadan ve vurulmadan sıyrılmayı başarmıştır. Yeteneklidir. İlk yakalanışında polisleri Emirgân’da rakı içmeye ikna etmiş, arada tuvalet penceresinden sıvışarak kayıplara karışmıştır.

İş Bankası’nın Kazlıçeşme Şubesi’ni soyarken   müşterilerden biri ona yaklaşıp şöyle der: “Ben işçiyim. Biriktirdiğim 450 lirayı yatırmaya geldim. Benim paramı alma!”

Necdet Elmas’ın yıkıldığı andır… “Ben işçinin parasını almam, kardeşim” diyerek göz yaşları içinde bankayı terk eder. Emek en yüce değerdir!

Yedi yüz kişiden oluşan bir polis ve jandarma ordusunun kovaladığı Necdet Elmas nihayet Darıca’da, “Küçük Necdet” lakaplı yardımcısıyla kıstırıldığında askerlere ateş edemez, teslim olur. Kendisini almaya gelen Binbaşı’ya “Müsaade edin, önce tıraş olayım, halkın önüne bu şekilde çıkamam,” dediği rivayet edilir.  Polis onun basın toplantısı yapmasına izin verir. Necdet Elmas polisten ve halktan özür diler. İstanbullu kadınlar polise telefon ederek onun kötü muameleye maruz kalmamasını, dövülmemesini rica ederler.   

Necdet Elmas mahkemede de çok kibardır. “İleride bir kitap yazarak durumu efkâr-ı umûmiyeye arz edeceğim, efendim” der.  Son sözleri sorulduğunda, “Duruşmalar sırasında mahkemenizi rencide edecek bir şey söyledimse, bunu halet-i ruhiyeme atfetmenizi reca  ederim” diyerek gönülleri fetheder. Sözleri gazete manşetlerinden inmez.  Yirmi yıla hüküm giyer. On üç yıl yattıktan sora 1974 affıyla serbest kalır. Sonraki hayatında büfecilik yaptığı söylenir.

Biz Necdet Elmas’ı sevmiştik. Bu yüzden Sedat Peker’e sempati duymamız pek mümkün görünmüyor. İstanbul Gangsteri cesareti ve tarzıyla bizi etkilemiş, zayıf da olsa bir isyan kıvılcımı çakmıştı.  O sırada on yaşındaydım.  Yakalandığı gün evde esen örtük matem havasını, eğitimci aile fertlerinin gangster yakalandığı için yaşadıkları hayal kırıklığını “suç ve ceza” temalı telkinlerin ardına gizlemeye çalıştıklarını hatırlıyorum. Sanırım Kibar Hırsız Arsen Lüpen kültürünün de biraz etkisi vardı. Adam ne olduğunu pek anlamadığım bir şeye, bir tür durağanlığa ya da haksızlığa başkaldırmış, üstelik bunu saygınlığını koruyarak, halkın sempatisini kazanarak yapmıştı.

“Popüler kültür ikonu” kavramı henüz Türkiye’ye gelmemişti. Necdet Elmas markalaşmadı, resimleri duvarlara asılmadı, macerası şarkı sözlerine konu olmadı.  Fakat West Side Story (Batı Yakasının Hikâyesi) filmine kadar ergenler üzerindeki etkisini sürdürdü. 1962’de bütün Oscar ödüllerini toplayan, Türkiye’de 1964’te gösterime giren bu film, Leonard Bernstein’ın muhteşem müziğiyle şehir gençliğini etkisi altına alarak bir “asi gençlik kültürü” yarattığında, Ankara’nın Yenişehir semtinde sebepsiz yere birbiriyle dövüşen mahalle çeteleri türedi. Bizim çetenin adı “The toothpickers” (Kürdanlar) idi. Çete mensupları her ne hikmetse ağızlarında bir kürdan, ceplerinde sustalı çakıyla dolaşıyorlar fakat kılık kıyafetleriyle Necdet Elmas’ı andırıyorlardı. Elvis Presley “It’s now or never” diye şarkı söylüyor, askerler arada bir darbe girişiminde bulunuyorlardı.  “İşçiler, köylüler, marabalar” diye lafa başlayan Türkiye İşçi Partisi henüz kurulmuş, 68’e birkaç yıl kala klasik edebiyat ve tiyatro tutkusu yeşermeye başlamıştı. Eylemler masum, fikirler saftı, insanlar geleceğe umutla bakıyorlardı.

Necdet Elmas’ın masumiyet çağında banka soyarak topladığı para 165 850 TL kadardı. Bugünün parasıyla 20 bin dolar bile değil.  İçinde yaşadığımız şu Kurtlar Vadisi çağında   Sedat Peker gibi orta boy bir mafya şefinin siyasetçiye ya da medya maymununa bahşiş olarak verdiği para bile bundan fazla. Devlet çetesi köşeye sıkıştırdığı kara para aklayıcısından 10 milyon avro haraç istiyor. Hollanda medyası eski başbakanın yurt dışındaki servetinin 26 milyar dolar olduğunu iddia ediyor. Şaibeli gazeteciler ve para aklayıcıları televizyon ekranlarında karşılıklı cilveleşerek delil karartmaya çalışıyorlar. Alt kültürün ikonu Sedat Peker, “Biz hepimiz bir aileyiz, her suçta beraberiz,” diyor. Yargı Saray’a, Saray önüne bakıyor.  Yurttaşlar şimdilik olayı dizi film gibi izliyorlar. Toplumun aşağılarında gözle görülmeyen öfke kazanları fokur fokur kaynıyor.

Elbette masumiyet çağına dönemeyiz. Nostaljiyle avunmanın da faydası yok. Bunca rezalete batan ve dibine kadar yozlaşan bu ülke ya parçalanarak yok olacak ya da eli titremeyen Jakoben bir adaletle arınacak. Veryansın, 20. 06. 2021