Yavuz Alogan
Tarih bazen çok zayıf ve güçsüz omuzlara çok ağır bir yük bırakır. İnsanlar, omuzların zayıflığını ve güçsüzlüğünü çıplak gözle görürler, yükün ağırlığını hissederler. Lider diye benimsedikleri tahtadan yontulmuş Pinokyo karakterlerin sırtlarına vurulan yükü taşıyamayacaklarını, dönüşemeyeceklerini, üstelik kendilerini ezen şeyle aynı programı savunduklarını idrak ederler.
Önlerinde iki seçenek vardır.
Birincisi, Pinokyo karakterlerin aptallığa varan iyimserliğini paylaşarak her şey gayet olağanmış, işler düzgün gidiyormuş, bütün sorunlar tek bir hamlede, mesela seçim sandığında çözülecekmiş gibi davranmaktır.
İkincisi, kötümserliğe varan bir akıl yürütmeyle, parti yönetimini zorlayarak fakat gerektiğinde parti disiplinini umursamadan yurttaşın müdahale etmesi, elindeki bilgi ve belgeyle konuşması, topluca açıklama yapması, taleplerini savunması, Anayasa’da yer alan toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını sonuna kadar kullanması için yolu açmaktır.
Birinci seçenekten bir şey çıkmaz. Bir seçim kazanılsa bile hiçbir şey değişmez, hatta daha beter olur. Ekonomi IMF ve Dünya Bankası’na, dış politika NATO’ya teslim edilir; devraldıkları enkazla başa çıkamayan yeni iktidar ya da koalisyon ortakları birbirini izleyen seçimlerle AKP gericiliğinin daha da azgınlaşarak, belki farklı kılıklara bürünerek yeni ve bu kez topyekûn bir rövanş için tertiplenmesine sebep olurlar.
İkinci seçenek kısa dönemde netice alamaz. Zira müdahale etmek isteyenler muhtaç oldukları, ellerini uzattıkları alet çantasının boş olduğunu göreceklerdir. Çanta, çok uzun bir süre boyunca, neredeyse son kırk yıl içinde sistematik biçimde boşaltılmış; 1970’lerin güçlü sendikaları ve meslek örgütleri neredeyse yok edilmiş, mahalle örgütleri yerlerini tarikat cemaat yapılarına bırakmış, üniversiteler ve eğitim kurumları Aydınlanma düşüncesinden uzaklaştırılarak ele geçirilmiştir. İktidarı ve muhalefetiyle siyaset kurumu her türlü hak arama mücadelesini ve protestoyu elinde “terör” yaftasıyla beklemektedir.
İktidar ve muhalefet aynı korkuyu paylaşmaktadır.
Yurttaş, derdini ancak muhalefet partisi başkanının uzattığı mikrofondan anlatabilmektedir. Kendi başına sokağa çıktığı anda “terörist” olur ya da köşe başında bekleyen Sorosgiller onu burnundan tutup sürüklerler.
Sayın Saray “Utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş” diyerek en büyük korkusunun yeni bir Haziran Ayaklanması olduğunu itiraf etti; “Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız,” dedi.
Sayın Reis, Türkiye’de Başkan’a bağlı göstermelik bir parlamenter sistem kuramayacağını anladı. Kendi diktatörlüğüne razı edemediği siyasî toplumu ezmeye çalışıyor; mutlak hâkimiyet peşinde kendi sonunu hazırlıyor.
İktidar partisinin muhalefet partilerini sokakta kovaladığı bir ülkede meşruiyetten, parlamenter sistemden söz edilebilir mi?
Ana muhalefet partisinin başkanı tehdidi “gülümseyerek” karşıladı; “sokağa çıkmayacağız, sandığın gelmesini bekleyeceğiz,” diyerek güvence verdi. Son seçimlerde de “sokakta silahlı adamlar vardı, mühürsüz oy pusulalarına itiraz ederek YSK’nın önüne yürüseydik kan dökülürdü” mealinde konuşarak ürkek tavrına bahane bulmuştu.
Oysa “sandık,” YSK’yla birlikte Saray’ın kucağında duruyor. İstanbul örneğinin Türkiye çapında tekrarlanmaması için yapmayacağı şey yoktur.
Muhalefet partilerinin başındaki yöneticilerin zayıf ve güçsüz omuzları bu yükün ağırlığını taşıyamaz.
Öte yanda, bu partilerin tabanında yer alan bütün insanların, hatta AKP’nin içindeki sessizlerin bile, kör sağır ve aptal olduklarını söylemek haksızlık olur.
Alengirli işlere bulaşmamış AKP’lilerin yalan ve demagojiye sarılan Saray’ın sürekli blöf yaparak gerçeklerden, siyasî toplumdan ve halktan koptuğunu, kendi kellesini kurtarmak ve dar bir zenginler sınıfının çıkarlarını korumak için debelendiğini anlamış olmaları gerekir.
Muhalefet partilerinin, milletvekilinden il ilçe yöneticisine, sıradan üyeye kadar bütün unsurlarının, emperyalizmin tahtadan yontup başlarına geçirdiği Pinokyo yöneticilerin ne kadar çapsız, donanımsız ve korkak olduklarını fark etmediklerini söylemek haksızlık olur.
Ayrıca bütün Cumhuriyet Savcıları’nın, yargıçların, bütün emniyet müdürlerinin, asker ve sivil bütün bürokratların Saray’ın kulu olmaya rıza gösterdiklerini, aileleriyle birlikte kaderlerini mevcut rejimin selametine bağladıklarını düşünmek için de bir sebep yoktur.
İçeriden müdahale edilmezse dışarıdan müdahale edilecektir.
Dünya Bankası Eski Başekonomisti ve IMF eski Başkan Yardımcısı Anne Krueger, “Erdoğanizm Türkiye’yi batırdı,” dedikten sonra, tehdit etti: “Böylesine stratejik önem taşıyan bir ülkenin istikrarına bu gidişin etkisi, görmezden gelinemeyecek noktaya ulaşabilir.” Financial Times ve Foreign Affairs gibi emperyalist yayın organları Saray’dan kurtulmak için reçete yayımlamaya başladılar. ABD/AB dolaylarından gelen bu sinyallere kulak veren işbirlikçiler ülkemizde eksik değildir.
Bunların derdi, diktatörlükle yönetilen azgelişmiş ülkelerde muazzam parasal kaynakların sistemin dışına çıkarılarak özel ellerde, aile fertlerinde toplanması, uyuşturucu ticareti ve kara para aklama faaliyetlerinin sistemin görmezden gelebileceği tolerans sınırlarının ötesine geçmiş olmasıdır. Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek, Sudan’da El-Beşir benzer sebeplerle devrildi.
Sizi iktidara getiren, görevinizi yaptığınız sürece orada tutan güçler, size çizdikleri sınırı aştığınız zaman sizi indirirler. Ülke kaynaklarını yağmalayarak yandaşlarınıza para aktarmaya devam ederseniz, kamucu bir ekonomi kurmayı beceremezseniz, enerji başta olmak üzere özelleştirilen sektörleri kamulaştıramazsanız direnemezsiniz.
Bir yanda “oyunu piyasa kurallarına göre oynuyoruz” derken, öte yanda “Ortodoks değil heterodoks mali politikalar uyguluyoruz,” derseniz size gülerler.
Doğu Akdeniz’de Sevilla Haritası’nın gösterdiği sınıra çekilmeniz, Ukrayna-Kırım-Karadeniz hattında NATO’ya angaje olmanız, AB ülkelerine göç tamponu olarak hizmet etmeniz sizi kurtarmaz.
Kapitalizm günümüzde küresel bir sistemdir, ya sistemin içinde direnerek kendinize halkın karnını doyuracak, toplumsal kalkınmayı sağlayacak üretken bir millî ekonomi alanı açarsınız ya da size dayatılan kurallara teslim olursunuz. İkisini de yapamazsanız sizi devirirler. Arkanızdan gelenler yarattığınız enkazın içinde boğulurlar, topluma çok ağır bir bedel ödetirler. Bu yüzden herkesin açıklama yapması, anayasal gösteri ve yürüyüş haklarını sonuna kadar kullanması gerekir. Veryansın, 07. 01. 2022