KAZAKİSTAN’A NEREDEN BAKALIM?

Yavuz Alogan

“Cepheden gelen ilk haberlere inanmayınız,” denilmiştir.

Aldığınız haber savaşan tarafların güçlü propaganda ağlarından süzülerek size ulaşırken yanıltıcı karşıt yorumlarla değişir. Ya da haber size doğru yola çıktığında cephedeki durum dakikalar içinde değişmiş olur.

Günümüzde “ilk haberlere inanmama” kuralı iç savaş benzeri toplumsal olaylarda da geçerlidir. Ayaklananların derdini kendi ağızlarından aktaracak halkçı medya organları olmadığı için, devletlerin, istihbarat örgütlerinin, büyük çıkar gruplarının yaydığı haberlerden hareketle doğru bir yoruma ulaşmak, özellikle olayların başlangıç evresinde neredeyse imkânsızdır.

Mart 2011’de Suriye iç savaşı başladığında ne olduğunu anlayabildik mi? Bir yanda ordu gösterileri bastırmaya çalışıyor; öte yanda keskin nişancılar rastgele insan avlayarak isyanı körüklüyordu. Emperyal strateji, çok sonra, çatışan güçler coğrafî olarak ayrışıp saflar belirince ortaya çıktı.

Kazakistan’daki ayaklanma için de aynı şey geçerli.

Pek çok olasılık var.

ABD, Rus ordusunun dengesini bozmak, Donbass sınırındaki   tahkimatı zayıflatmak için halk ayaklanmasının yarattığı fırsatı değerlendirerek “dolaylı tutum” uygulamış ve Rusya’yı Kazakistan’a doğru çekerek Ortaasya’da yeni bir askerî durum yaratmış olabilir.

Buna paralel olarak CIA, MI6 vs  halk ayaklanmasının yarattığı fırsatı değerlendirerek, Nazarbayev’in kendi eliyle kurduğu  binlerce (rakamlar yıllar içinde  5000’den başlayıp 40 000’e kadar çıkıyor) STK’yı (yüzde 90’ı 200’den fazla Batılı kuruluş tarafından fonlanan) başkentte  harekete geçirmiş ve ilk iş olarak Nazarbayev’i Güvenlik Konseyi Başkanlığı’ndan azleden Cumhurbaşkanı Tokayev’i devirmeye çalışmış olabilir.

Önümüzdeki günlerde Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Güney Kafkasya’da kışkırtmalar olursa, bu yorumun doğru olduğunu anlarız.

İkinci olasılık: Rus İstihbaratı (FSB) Türk Devletleri Topluluğu’nun (TDT) ABD’nin yönlendirmesiyle Çin ile Rusya’nın arasına bir kama gibi saplanmak üzere olduğunu ve bu gelişmenin İslamcı hareketleri de kışkırtabileceğini saptayarak halk ayaklanmasını yönlendirmiş ve bölgeye asker gönderme bahanesi yaratmış olabilir.

Sergey Lavrov, Kazakların Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçmelerini kınamış; Dimitriy Peskov ise Türk Dünyası’nın merkezine bir kızıl yıldız konulması gerektiğini, o merkez’in “Türkiye’de değil, Rusya Federasyonu topraklarında, Altay’da” olduğunu söylemiştir.  Geniş Kazakistan toprakları Rusya’nın füze atış alanıdır. Yıllarca Ruslar  buradaki Baykonur  Üssü’nden uzaya  çıktılar.

Bu yorumun doğru olup olmadığını, halkına Rusça hitap eden Tokayev’in bundan sonraki demeçlerinden, batılı STK’lara uygulanacak olası önlemlerden hareketle anlayacağız.

Geçerken belirteyim, bu TDT söz konusu olduğunda benim aklıma hep Slav halklarını köleleştirmekten sorumlu Nazi Generali Alfred Rosemberg ile Türk generallerinin 1941’de Kırım’da yaptıkları “Esir Türkler” toplantısı; Rusya’nın hinterlandında karışıklık çıkarmakla görevli CIA ajanı Ruzi Nazar ve onun yavrusu Fetöcü Enver Altaylı; Özal’ın  “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar büyük Türk dünyası” tezi; kısaca,  Rusya’yı  hedef alan  bütün bir tarihsel emperyal tertipler zinciri, hatta Yeşil Kuşak Projesi  geliyor.

Önümüzdeki günlerde Sayın Saray’ın Ukrayna-Kırım politikalarına Kazakistan’ı da eklediğine, “Ruslar Türk dünyasına saldırdılar” gibi tezlerle ABD’nin bölge politikasına yanaştığına tanık olabiliriz. ABD’nin tavrını kolladıkları, bekledikleri belli oluyor.

Ayaklanmalar yönlendirilebilir fakat “Turuncu Devrim” kavramını artık kullanmıyoruz. Bu gergin dünyada emperyalizmin turuncu da olsa devrimle oynayacağını düşünmek sistemin zekâsına hakaret etmek olur. Renkli Devrimler komünizmin çöküşü sırasında ve hemen sonrasında Doğu Avrupa’da başladı, çeşitli isimler alarak Orta Asya’ya kadar yayıldı. O dönem sona erdi; bu ülkelerin ekonomisi dönüştü, devlet varlıkları yağmalandı, küresel kapitalist piyasa ekonomisiyle bütünleşme tamamlandı.  Çok kutuplu dünyada emperyalistlerarası rekabet, ajan faaliyetleri, silahlanma yarışı, denizlerde ve karada aleni askerî mevzilenmeler ve manevralarla sürüyor.  

 Tekrar Kazakistan’a dönecek olursak…

Siyasî kimliğinize, durduğunuz ve baktığınız yere bağlı olarak pek çok olasılık üzerinden spekülasyon yapabilirsiniz. Fakat hiçbir şey Ortaasya ülkelerindeki emekçi halkın ağır bir sömürü ve baskı altında olduğu, iktidardaki ailelerin ve zenginlerin bölge halklarını ucuz işgücü  olarak emperyalist ülkelerin şirketlerine pazarladığı gerçeğini değiştirmez.

Sovyetler Birliği dağıldığında Rus oligarkları, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan gibi ülkeleri vasal devletler olarak SSCB Komünist Partisi’nin eski yöneticilerine peşkeş çektiler.  Şervardnadze Gorbaçev’in Dışişleri Bakanı, Haydar Aliyev Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi, Nazarbayev Kazakistan KP’si Birinci Sekreteri idi. Bu oligarklar kendilerine verilen ülkeleri derebeyi gibi yönettiler; sömürü, rüşvet, yolsuzluk ve hırsızlıkla edindikleri serveti ailelerine ve bizzat yarattıkları zenginler sınıfına aktardılar. Londra’da kışlıkları, Napoli’de yazlıkları oldu; özel jet uçaklarıyla dolaşmaya başladılar, saraylara yerleştiler.

Yoksullaşan halkın bu oligarklara isyan etmesi meşrudur.

Kazakistan’daki ayaklanmanın 4 Ocak günü, Amerikan Chevron  tekeline bağlı  Tengizchevroil şirketinde çalışan petrol işçilerinin greviyle başladığını, Batı Kazakistan ile Kızıl Orda bölgelerindeki işçilerin destek grevleriyle genişlediğini, oralardan bütün ülkeye yayıldığını öğreniyoruz ve çatışmaların başkent Nursultan’da (Astana) kilitlendiğini anlıyoruz.

İşçilerin talepleri var.

Nazarbayev ve sülalesinin devlet görevlerinden alınmasını; siyasî parti ve sendika kurma hakkını güvence altına alan 1993 Anayasası’nın geri getirilmesini; siyasî mahkûmlara af çıkarılmasını ve polis baskısına son verilmesini istiyorlar.

Olayların içinde beliren yegâne mantıklı program bu taleplerde ifadesini bulmuştur.

İşçilerin bir “aksakallar konseyi” kurduklarını öğreniyoruz (Türk dünyasının aksakallısı ilan edilen Binali Yıldırım’ın kulakları çınlasın!). Ve grev bölgelerinde halkın “ikili iktidar” şartları oluşturmaya çalıştıklarını anlıyoruz.

Tarihte sonuçlarıyla birlikte öngörülebilmiş tek bir halk ayaklanması yoktur.  Ülkeyi yönetenler yolsuzluk ve sömürüyle isyanın koşullarını oluşturmuşlarsa, halk ayaklanır. Ayaklanmanın ilk kıvılcımının nerede çakacağını, isyanın nasıl ve ne kadar yayılabileceğini, sonuçlarının ne olacağını, ona kimin önderlik edeceğini bilemezsiniz.

Ayaklanma elbette ülkeyi zayıflatır; emperyalist güçlerin ülke içindeki Truva atlarını harekete geçirir, dış komplo ve tertiplere yol açar; iç savaşa dönüşebilir; ülke bölünebilir, işgal edilebilir. Fakat bu kötülüklerin alternatifi, sömürüye ve insanlık dışı hayat koşullarına ebediyen boyun eğmek olamaz!  İsyan bazı durumlarda halkın son şansıdır; doğru bir önderliğin çevresinde kurumlaşabilirse devrim olur ve bütün dünyayı aydınlatır.

Ayaklanma ve devrim istemiyorsanız, emekçi halkın durumunu iyileştireceksiniz, adaletli gelir dağılımı sağlayacaksınız; yolsuzluğu, rüşveti, akraba kayırmacılığını, parayla oy satın alma imkânlarını ortadan kaldıracaksınız. Aksi taktirde halk isyan eder; CIA komplosu, Rus oligarşisi, kuşak-yol projesi, Türk dünyası, “dış mihraklar” falan dinlemez; evinizi barkınızı yıkar, yazlık ve kışlık saraylarınızı ateşe verir, bütün sülalenizi ayaklarının altına alıp çiğner, her şeyi yakar yıkar. Sonunda birileri duruma hâkim olur, kamyonlara uçaklara yükleyip kaçırdığınız paralara ve bütün servetinize el koyar.  Bu işler böyledir! Veryansın, 09. 01. 20212

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *