2023 Anayasası (?)

Yavuz Alogan

        Bölücü/gerici/işbirlikçilerin ağır bastığı, çoğunlukla ulus-devlet karşıtı TBMM’nin  “sıfırdan” anayasa yapma girişimi Cumhuriyet tarihinin kesin kırılma noktası olmaya adaydır.

        Türkiye’nin iktisadi rejimi 24 Ocak Kararları ve Derviş Reformları’nın açtığı yolda değişmeden sürmüş fakat siyasî sistemi (yasamanın işlevi ve işleyişi),  Devlet teşkilatı ve yönetim biçimi, ülkenin ideolojik iklimiyle birlikte kökten değişmiştir. Saray Rejimi bu değişiklikleri yeni bir anayasayla resmileştirmeyi, böylece nihai olarak yasal bir  meşruiyet edinmeyi amaçlamaktadır.

        Darbe anayasası denilen 1982 anayasası defalarca ihlâl ve nihayet uygulamada (de facto) iptal edilmiştir. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış’ın  ifadesiyle, özgün anayasa metninin üçte ikisi yok olmuş,  mevcut Anayasa 30 yılda 19 kez, 96 maddesi ise  184 kez değiştirilmiştir. (CNN Türk, Dicle Canova mülâkatı, 19. 09.23).

        Böyle bir metne anayasa denemez.

        AKP, Cumhuriyet’in Kuruluş İlkeleri’ne ters düşen bir girişimin hemen öncesinde, olası tepkilerin şiddet derecesini ölçmek için adamlarını sahaya sürer ve konuya ilişkin gündemi önceden belirler. Tartışmalar, önceden belirlenmiş gündemin sınırları içinde sürer.

        Anayasa konusunda da aynı taktiğin uygulandığını görüyoruz.

         Sayın Mustafa Akış, “Bizde devlet teşkilatı temel hak ve özgürlüklerden önce düzenlenmiştir; asıl önce düzenlenmesi gereken temel hak ve özgürlüklerdir,” diyor (agy).  Bu sözlerden cemaat ve tarikatların mevcut yasalara aykırı olarak fiilen sahip oldukları hakların ve kullandıkları aşırı özgürlüklerin anayasal güvence altına alınacağını anlıyoruz.

        Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Başkanvekili Mehmet Uçum, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nde 12 Eylül günü düzenlenen, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı “1982 Yerine 2023 Anayasası  Sempozyumu” başlıklı  toplantıda, “Kurumsal yapıların ve seçkinlerin taleplerine ve iradelerine değil, halkın talep ve iradesine göre hazırlanan sivil bir anayasa” istediklerini söyledi (AA, 12.09.23). Bu sözlerden Saray’ın, üniversiteyi, hukukçuları ve askeriyeyi dışlayarak, kendi seçmenlerinin talep ve iradesini yansıtan bir anayasa hazırlamak istediğini anlıyoruz.

Aynı Uçum, sosyal medya hesabından, mevcut anayasanın ilk dört maddesine dokunulmayacağını yazdı. Bu açıklamadan, Saray’da “Biz bu laikliği anayasada bırakalım, fiilen yok ettiğimiz bir şey yüzünden mesele çıkarmayalım,” diye düşünenlerin olduğunu anlıyoruz.

        Sayın Uçum’un sözlerini, aynı sempozyumda konuşan Sayın Reis kelimesi kelimesine tekrarladı: kurumsal yapıların ve seçkinlerin değil, halkın talep ve iradesine göre hazırlanan sivil anayasa.

Sayın Saray, Hicret’in ardından yapılan 47 maddelik Medine Vesikası’nı örnek gösterdi ve “Milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz,” dedi (AA. 12. 09.23).

        Bu sözlerden, Sayın Saray’ın Türkiye’yi hâlâ 36 etnik gruptan oluşan bir “anasır-ı İslam” (Müslüman unsurların birliği) olarak hayal ettiğini ve tasarladığını anlıyoruz. Milletin “çeşitliliği” ve “zenginliği” dedikleri şey budur.

        Eşzamanlı olarak AKP Diyarbakır İl Başkanı, herkesin anayasaya ihtiyacı olduğunu söyledikten sonra, “Ama anayasaya en çok ihtiyacı olan Kürtlerdir,” dedi ve şu manidar yorumu yaptı: “Çünkü bu bahsettiğim Tayyip Erdoğan’ın devrim niteliğindeki adımlarının hiçbir tanesi ne yazık ki anayasa güvencesi altına alınmamıştır.”  Sayın il Başkanı yeni bir “Çözüm Süreci” özlemini yansıtan bu sözleri Saray’dan habersiz ve izinsiz söylemiş olamaz.  

         PKK’yi de zaman zaman savunan Irak merkezli Rudaw.net, AKP il başkanının bu sözlerine geniş yer verdi (Rudaw.net, 16.09.23).

        Önümüzdeki günlerde buna benzer çok şey işiteceksiniz. PKK’nin siyasî uzantısı HDP’nin yavaş yavaş AKP’ye yaklaştığını, belki de İmralı ve Kandil’in yeniden görevlendirildiğini, gündeme geldiğini göreceksiniz. Hazırlıklar çok önceden başladı.

Geçen Haziran ayında Selahattin Demirtaş cezaevinden Hüda-Par’a ittifak çağrısı yaptı,  “Bugün gidip tutmanız gereken el, Meclis’teki HDP’lilerin elidir,” dedi (Yeniçağ, 04. 06. 23).

Bu yılın Ağustos ayı içinde HDP ve Yeşil Sol Parti, halk toplantıları ve çalıştaylarla yeni dönemde “demokratik İslâm çalışmalarını” yaygınlaştırma kararı aldı (Medyascope, 16. 08.23).

HDP, daha önce, 10-11 Mayıs 2014’te Diyarbakır’da “Demokratik İslâm Kongresi” toplamış, Abdullah Öcalan şu sözlerle kongrenin istikametini belirlemişti: “Hz. Muhammed’in Medine Şûra çalışmaları örnek alınarak, Şeyh Said gibi tarihî kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir” (BBC, 07.05. 24).

        Bu ruhun, yerel seçimlere gidilirken ve yeni anayasa çalışmaları yapılırken canlandırıldığını, gericiliğin bölücülükle kol kola girdiğini, laiklik karşıtı faaliyetlerin mevcut odağının bölücüleri de kapsayarak genişlediğini göreceksiniz.   

        Bütün bunlar,  TBMM’deki bölücü ve gericiler arasında 2023 Anayasası üzerinde bir mutabakatın sağlanacağını gösteriyor. Bu da Cumhuriyet’in Kuruluş İlkeleri ve Devrim Kanunları’yla sorunu olan bütün kesimlerin tek bir cephede   birleştirilmesi anlamına geliyor.

        Böylece “sıfırdan anayasa” girişimini çözmüş bulunuyoruz.

        Peki bunun karşısında ne var?  

        Şu anda hiçbir şey yok.

        2017 Referandumu’ndan önce  Anayasa mücadelesi vermek için kurulan Millî Merkez, kurucularının konformizmi, celadet yoksunluğu ve örgütlenme/örgütleme kabiliyetsizliği yüzünden  genişleyemedi. Bu hareketten türeyen Millî Anayasa Hareketi ise, hareketi örgütleyenlerin Saray’la  kurdukları fakat  o sırada henüz açığa çıkmamış gizli ortaklıkları nedeniyle bir kez toplanıp dağıldı (Millî Anayasa konusunda büyük emek veren ve çaba gösteren Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’i bu bağlamda tenzih ederim).

        Saray çevresinden gelen yeni anayasa yorumlarının tamamı, kurumsal yapılar ve seçkinler ile taleplerde bulunduğu iddia edilen irade sahibi “halk’ı karşı karşıya getiriyor.

        Bugüne kadar yapılan bütün anayasalar, 1876 Kânun-ı Esâsi’sinden bu yana, kurumların öncülüğünde seçkinler tarafından hazırlanmıştır.  En belirgin örnek 1961 Anayasası’dır.

Nitekim Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Cumhuriyet gazetesinde yer alan önemli yazısında şöyle demektedir:  “1961’i orta sınıfın bilim insanları, hukukçuları, entelektüel birikim sahipleri hazırladı. 1933’te kuvvetle vurgulanmış olan, ‘muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmayı’ hedefe koymuşlardı. Geleceğe açılan kapıları bilerek, insanın toplumu ve devleti bir arada zenginleştirebilen niteliklerini anayasaya işlediler” (B. Kuruç, “Büyük İddia ve Uyum (1)” Cumhuriyet, 18. 09. 23).

        Bugünün anayasa tartışmalarında eksik olan budur: orta sınıfın  Cumhuriyetçi bilim insanları, hukukçuları, entelektüel birikim sahipleri… Onlar günümüzde üniversiteden ve medyadan uzaklaştırılmış, kovulmuş, küstürülmüş ve toplumun göremeyeceği kadar uzak köşelere çekilmişlerdir.  Çekilmeyenler ürkmüştür ve susmuştur. Yargı, üniversite ve silahlı kuvvetler gibi kurumlar siyasî iktidara bağlanmıştır.

        Bütün cumhuriyetçilerin anayasa konusunda tek bir cephede örgütlenmesi gerekir. Aksi hâlde Saray, muhtemel yerel seçim başarısından da güç alarak, halkın yarısından çoğunun iradesine rağmen  “sıfırdan anayasa” yapabilecektir. Elbette Ceza Kanunu ve diğer yasalar yeni anayasaya göre yeniden tanzim edilecektir.  O vakitten sonra Saray rejimine ve anayasaya ilişkin engin ve derin hukukî/sosyolojik yorumlar yapmanın, itiraz etmenin, atıp tutmanın faydası olmayacaktır. Veryansın, 22. 09. 2023