UZLAŞMAZ ÇELİŞKİ

Yavuz Alogan

Demokrasiyle yönetilen gelişmiş modern ülkelerde Devlet halk arasındaki çelişkileri azaltmaya çalışır, uzlaşmaz çelişkilerin oluşmasını önler.  

Farklı toplumsal sınıfları ve çıkar gruplarını temsil eden sahici siyasî partilerin yasamanın yanı sıra denetim görevini de yerine getirdiği sahici bir parlamento vardır. Devlet kurumlarının yetki ve sorumluluk sınırlarını anayasayla belirleyen sistem, halk arasındaki çelişkileri bağdaştırır, toplumsal uzlaşmayı sağlar, şiddet yoluyla çözülebilecek uzlaşmaz çelişkilerin oluşmasına, toplumun kendi içinde çatışmaya sürüklenmesine izin vermez.

Devlet’in kendi   kadrolarıyla toplumda uzlaşmaz çelişkiler yarattığı durumlar ise başlangıç evresindeki faşist ve totaliter rejimlerde ya da yönetim geleneği olmayan, devlet-altı grupların yasal boşluklardan yararlanarak güçlendiği, halkı aşağıdan kuşattığı ilkel toplumlarda görülür.

Bu  ülkelerde Devlet’i ele geçiren siyasî kadro iktidara tırmanma sürecinin başlangıcında marjinaldir, küçük ve neredeyse sabit bir oy oranına sahiptir. Mesela Alman Nasyonal Sosyalist Nazi Partisi’nin 1924 ile 1928 arasında yapılan üç genel seçimde aldığı oy oranı yüzde 6,5; 3,0; 2,6 kadardı.

Bizde de Anayasa’nın ve siyasî partiler yasasının uygulanmaması, yanı sıra Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesinin kaldırılması (1991) nedeniyle, laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olan ve devleti dinî esaslarla yönetmek isteyen marjinal siyasî partilerin (Millî Nizam, Millî Selamet, Refah- AKP) oy oranları başlangıçta yüzde 7-11 civarında seyretmiştir.

Bu tip siyasî parti emperyal bir projenin parçası olarak (BOP gibi) uluslararası alanda sağladığı destekle, yönetim krizi karşısında sahici demokrasi vaatleriyle; sorumsuz, öngörüsüz ya da çıkarcı entelektüelleri yanına çekip kullanarak, siyasî toplum nezdinde kendisini makul bir alternatif gibi göstererek ve nihayet klasik reklam teknikleriyle halkı aldatarak iktidara gelir.

Kısaca belirtmek gerekirse, içinde yuvalandığı siyasî toplumun geleneklerine,  Devlet’in naturasına, yani doğasına yaratılışına, kurucu ilkelerine, hatta yasalarına ters düşen marjinal siyasî oluşum, uygun uluslararası konjonktürden, toplumu sarsan iktisadî krizden, seçmenin mevcut siyasî partilere güven kaybından yararlanarak seçmen kitlesinde rıza üretir, seçim kazanarak iktidarı ele geçirir.

Toplumda marjinal kabul edilen, hatta kurulması Anayasa ve kanunlarla yasaklanmış olan siyasî parti iktidara geldikten sonra, tarihsel olarak tipik bir örüntüyü (pattern) izleyerek, Devlet’in bütün aygıtlarını kendi kadrolarıyla istilâ etmek, eski kadroları iteleyerek asker sivil yeni kadroya yer açmak ve sürekli kadro yetiştirmek zorundadır. Aksi hâlde iktidarda kalamaz.

İkinci bir zorunluluk, siyasî iktidarın kendi ideolojik hegemonyasını kurumsallaştırması ve yaymasıdır. Burada iki yönlü bir işleyiş vardır.

Bir yanda, halk aşağıdan ideolojik olarak kuşatılır, eğitilir, dönüştürülür, korkutulur, satın alınır.  Kurumların işlevi değiştirilir, aktarılır. Mesela millî eğitim ve halk eğitimi ideolojik eğitim ve  propaganda merkezine dönüştürülen Diyanet İşleri Başkanlığı’na aktarılmış, bu arada bilinçli olarak zenginleştirilen tarikat ve cemaatler toplumun en geri ve muhtaç kesimini aşağıdan örgütlemiştir.

Öte yanda, bütün muhalif siyasî partiler, lider bozuntuları, önde giden türedi siyaset esnafı ve demagoglar ideolojik tabularla kuşatılır, siyasî iktidarın ideolojik söylem alanına hapsedilir.  Bu hapishanenin dışına çıkamazlar. Mesela “laiklik” sözcüğünü telaffuz edemezler. Parti olarak ayakta kalmak için yağmaya, halkın soyulmasına bir biçimde iştirak etmek zorunda olan muhalif siyasî partiler, iktidar partisinin tabanından oy devşirmek için en gerici ideolojiyle helalleşirler,  Cumhuriyet düşmanlarını tarihin derinliklerinden çıkarıp onlara itibarlarını iade ederler.

İdeolojik hegemonya budur. Halkı aşağıdan, siyasî toplumu yukarıdan kuşatmıştır.

Bu arada siyasî iktidar kendisinden rahatsız olanların sabit bir görüntü, bir enstantane yakalamasına fırsat vermemek için sürekli hareket hâlindedir. Hedefine doğru yol alırken sürekli kostüm değiştirir. Saray’ına kalpaklı Mustafa Kemal posteri bile asar, içinde “Gâzi” geçen marş besteletir.

Baskının dozunu dikkatle ayarlar, şiddet konusunda hassas ve seçicidir. Kendisine en zararlı, tehlikeli gördüğü unsurları baskı altına alırken,  söylemleri ne kadar radikal olursa olsun muhalefetle de sorunu olan unsurlara dokunmaz,  onları görmezden gelir, hatta el altından onları besler, yollarını açar. Amacı, “demokrasi” görüntüsünü koruyarak zaman kazanmak, siyasî ortamda süregiden rekabeti kızıştırmak, siyasî toplumun içine yuvarlandığı kargaşadan sıyrılarak erişilmez bir yükseklikte yer almaktır.

Gayet esnek, elastik görünmesine rağmen siyasî iktidar aslında tam bir “kapanım” (closure) noktası aramaktadır.

Bu “kapanım” noktası, yani çemberin tamamlandığı an, siyasî iktidar ister 20, ister 50 yıl hüküm sürmüş olsun, mutlaka şiddeti gerektirecektir. Devlet’in resmî olan ve olmayan baskı aygıtları bu şiddet ânı için önceden dikkatle hazırlanmıştır. Şiddet zamanı, “sıfırdan” Anayasa’nın yürürlüğe girdiği,  hegemonik ideolojinin yasal meşruiyet edindiği an başlayacaktır. Şartların olgunlaştığına kanaat getiren siyasî iktidar bu kez gerçek kostümünü giyecek, istediği durağa gelen tramvaydan inecektir.  Bu yüzden durağa gelmeden önce tramvayı  durdurmak ya da yolunu kesmek nihai kurtuluş için elzemdir.    

Halk arasındaki uzlaşmaz çelişki son tahlilde karşılıklı şiddetle çözülür.  Zira uzlaşmaz çelişki, öteki çelişkilere benzemez; uzlaşmazdır, yani antagonisttir.  Bu çelişki türü ancak çelişen taraflardan birinin diğerini fikren, çoğu kez fiziken imha etmesiyle çözülür.

Uzlaşmaz çelişki halkın yarıdan fazlasının hayat tarzıyla, gelenek görenekleriyle, kültürel birikimiyle, ulusal/millî bilinciyle, ülkenin yakın dönem tarihiyle, devrimci kahramanlarının hatırasıyla, eşitlik hürriyet kardeşlik tutkusuyla, kadınların özgürleşmesiyle, çocukların gençlerin laik bilimsel eğitimiyle, refah ve toplumsal kalkınmayla, ülkenin geleceğiyle ilgilidir. Bunlar ne kadar aşındırılmış olursa olsun, kapanım noktasında varlığını sürdürecektir.  

Bizim için, şimdilik kaydıyla en önemli kazanım, ülke nüfusunun yarıdan fazlasına denk düşen görece gelişmiş, eğitimli, farkındalığı giderek artan kesimin Saray iktidarının 2053 perspektifinin ne anlama geldiğini kavramış olması ve Yüce Meclis’teki her türlü muhalefet partisinin halkın yarısının ulusal birlik, aydınlanma ve ilerleme taleplerine tıkaç vazifesi görmek üzere özel olarak imal edildiğini son seçimlerde deneyerek görmüş olmasıdır. Bu farkındalık tarihin bir armağanıdır; geliştirilmesi, genişletilmesi, pekiştirilmesi, süreklilik kazandırılması gereken çok büyük bir kazanımdır. Veryansın, 01.09.2023