KAOSA DOĞRU GİDERKEN

Yavuz Alogan

İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin Cumhurbaşkanı kararının iptal istemi Danıştay 10. Daire’de reddedildi. Üç hâkim Saray’ın kararını hukuka uygun bulurken, iki hâkim Saray’ın   Anayasa’da yer alan “temel hak ve özgürlükler”i ihlal ettiği gerekçesiyle karara şerh koydu.

Danıştay’ın İdari Dava Daireleri Kurulu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde türban serbestliğine izin veren kararın iptali talebini usulen reddetti. Karar oy çokluğuyla alındı (bire karşı on iki). Muhalif üye, Anayasa’da “laiklik ilkesi varlığını korudukça (askerin türban takması) hukuken kabul edilemez,” diyerek karara şerh koydu.

Konya Emniyet Müdürlüğü’nün yürüttüğü operasyon sırasında bir Cumhuriyet Savcısı’nın polisleri örgütleyerek uyuşturucu kuryeliği yaptığına, FETÖ borsası kurarak 3 milyon lirayı kendi banka hesabına aktardığına dair delillere ulaşıldı. “İftiraya uğradım” diyen Cumhuriyet Savcısı tutuklandı.

Zaho’daki patlamanın nasıl gerçekleştiği henüz belli olmadan Diyarbakır Barosu, olayın “TC’nin ırkçı saldırısı” olduğunu ima ederek, kışkırtıcı bir dille, “Söz konusu Kürtler olunca insancıl hukuk değersizleşiyor… Kürdistan’a başsağlığı diliyoruz” diye açıklama yaptı. TSK’yı hedef alan bu açıklama nedeniyle Başsavcılık’ın  soruşturma başlatması üzerine doğu ve güneydoğu illerinin 12 barosu Diyarbakır Barosu’na destek veren bir bildiri çıkardı.

Her gün benzerleriyle karşılaştığımız için kanıksadığımız bu rastgele gazete haberlerinin ilk ikisi, mevcut Anayasa’nın yargı kurumunun içinde bile tartışmalı olduğunu; üçüncüsü, Saray yandaşı olduğu için avukatken savcı ve hâkim yapılanların suç örgütleri kurabildiklerini; dördüncüsü ise “demokratik-tik özerklik” ya da federasyon ve/ya da bölünme amaçlı kurumsal yapıların her fırsatı değerlendirmeye hazır beklediğini gösteriyor.

Benzer örneklerin toplamından, Saray politikalarının halk arasında yarattığı çelişki ve bölünmelerin, özellikle 2017 Referandumu’ndan sonra Devlet kurumlarına sirayet ettiğini anlıyoruz.

Olağan parlamenter rejimlerde iktidar partisi seçimleri kaybettiği zaman yerini bir başka partiye ya da partiler koalisyonuna bırakır. Mevcut Devlet teşkilatını oluşturan anayasal kurumlar olduğu gibi kalır. Öncekinin yerini alan yeni iktidar, yönetimini devraldığı devlet aygıtlarını kullanarak, yüksek yargının ve yasama organının denetimine açık olarak yürütme görevini yerine getirir.

Türkiye bu türden olağan iktidar değişimi şansını kaybetmiştir.

İstediğiniz kadar seçim yapın, Beştepe Sarayı’nın avlusunda mevcut Cumhurbaşkanı’nın devir teslim töreni yaparak bando mızıkayla iktidarı seçim kazanan bir başka siyasî şahsiyete devrettiğini göremeyeceksiniz. Kendisi bizzat “Avara kasnak gibi dolaşanlara bu memleketi teslim edemeyiz,” demiştir.   Başkanlık rejimiyle Saray, bütün aygıtları ve kurumlarıyla birlikte Devlet’i ele geçirmiş, kendisini devlet olarak yeniden örgütlemiştir. Akıllanacağı varsayılan baş, giydiği taçla bütünleşmiş, kafa kemikleri tacın metali ve mücevherleriyle kaynaşmıştır.   

Bu sistemde Saray’ın yönettiği meclis çoğunluğu parlamentonun yerini almış; emniyetten eğitime, ekonomiden sağlığa kadar bütün işlevler Saray’a bağlanmıştır. Saray, mahalle karakolundan yüksek yargıya, merkez bankasından bakanlıklara kadar bütün kilit noktalara kendi kadrolarını yerleştirmiştir. Siyasî toplum dışarıdan icazetli bu duruma tiyatro seyreder gibi  bakmıştır.

Saray, kazanamayacağı seçime girmeyecek, kazanamayacağını anlarsa seçimleri ertelemek için her yönteme başvuracak; muhtemelen Anayasa’nın, savaş sebebiyle TBMM’nin seçimleri bir yıl ertelemesini ve bu işlemi lüzumu hâlinde tekrarlamasını öngören 78. Maddesini kullanacaktır. Saray, seçimlerin ertelenmesine sebep olacak koşulları yaratmak için gerekli olan her türlü açık ve örtük mekanizmayı rahatlıkla kullanabilecektir.

Kendi altını, partisini, medyasını bile bir arada tutamayacak kadar yıpranan Saray rejiminin bizzat ele geçirip dönüştürdüğü Devlet’i de peşi sıra sürükleyerek, mevcut sistemleri iyice dağıtarak çökeceği anlaşılmaktadır. Seçim kazanmayı başarması ya da seçimi kazandığını  kabul ettirebilmesi hâlinde muhalefetin,  anayasası, teşkilat yapısı ve kurumlarıyla  yeni bir devlet kurmak zorunda kalacağı açıktır.

Muhalefet Devlet’i yeniden kurmak için gerekli baskı gücünü nereden bulacak ve nasıl bir yapı kuracaktır?  “Güçlendirilmiş parlamento” gibi belirsiz ifadelerin ya da “Devlet Planlama Teşkilatı’nı da yeniden açacağız” gibi çıkışların ötesinde somut bir program, anayasal bir ilkeler bütünü ortaya konulmuş değildir. Muhalefetin bir halk hareketi yaratma kapasitesi ve cesareti yoktur.

Saray Rejimi’nin çöküş sürecinde Türkiye’yi büyük bir kargaşa beklemektedir.

İktidara yamanmış çıkar çevreleri panik hâlinde  ülkeyi soyma faaliyetini hızlandıracaklar, birbirine düşmüş cemaat ve tarikatlar servetlerini ve küçük iktidar alanlarını korumak için ellerinden geleni yapacaklardır.  En iyi durumda ülke peş peşe yapılacak seçimlerle yönetilemez hâle gelecek, en kötü durumda ise tam bir kaos ortamı oluşacak ve siyasî iktidar kapanın elinde kalacaktır.

Saray rejimi kusursuz bir diktatörlük kurma şansını kaybetmiş, Diyanet’in diliyle ifade etmek gerekirse, “sahih dinî bilgi, akl-ı selim ve Ehl-i Sünnet itikadıyla örtüşen bir çizgi”yi nüfusun tamamına kabul ettirecek ideolojik bir hegemonya kuramamış, tabanını oluşturan dinî örgütlerin çıkarcılığını, yozlaşmışlığını ve saplantılı cehaletini halkın gözünden    gizleyememiştir.

Kaos o kadar da kötü bir şey değildir. Kaosla tehdit edenlere pabuç bırakmamak gerekir. Siyasî akımlar, sınıfsal hareketler, kurucu irade, ulusların tarihsel kimliği, devrimler, hatta devletler bile kaostan çıkmıştır. Elbette kaostan faşizm, askerî diktatörlük gibi şeyler de çıkabilir. Fakat bunların ömrü kısa olmuştur. Hitler bile 12 sene iktidarda kalabildi. Kaldı ki   Türkiye her kaotik durumdan millî iradeyle, devrimlerle ve kurucu meclislerle çıkmayı bilmiş bir ülkedir. Yine öyle olacak.  Cumhuriyet’in binası yıkıldıysa da temeli sağlam.  Veryansın,  24. 07.2002