Yavuz Alogan
Ekonomiyle ilgili bir karar alındığında sevinçle sokağa fırlayıp dolar yakarak halay çeken insanlar nüfusun yarısının ruhuna tercüman olurken, profesyonel iktisatçılar dâhil ülkenin okur yazar takımı sabaha kadar debelenerek ne olduğunu ve nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorsa, o ülkede büyük bir sorun var demektir.
Aslında sorun, yapılan düzenlemenin kendisiyle değil, karar alma süreçleriyle, alınan kararları uygulama ve algı yaratma yöntemleriyle ilgilidir.
Kararın gerekçesi faizin haram olduğuna dair dinî bir hükümdür. Sayın Reis şöyle demiştir: “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu!”
Bu sözler Anayasa’da yer alan laiklik ilkesinin bizzat Cumhurbaşkanı tarafından alenen ihlal edildiğini, ülkenin dinî esaslarla yönetildiğini kanıtlamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı fetvalarla Medeni Kanun’u sürekli ihlal ederken, Anaya Mahkemesi’nin laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğuna hükmettiği Saray, ekonomiyi dinî kurallarla yönetmektedir.
Kur garantili mevduat kararı Devlet’in ekonomiyle ilgili yetkili kurullarında tartışılarak, TBMM’de müzakere edilerek, kanun çıkarılarak alınmadı. Bir program değil, bir operasyondur. Senaryo Saray’da yazılmış; Hazine, Merkez Bankası, ilgili bakanlar ve dolar zengini özel kişiler kendilerine verilen rolleri oynamışlardır. Saray Türk lirasını doların oynak değerine endekslemiş, halkın ödediği vergilerle zenginin parasını güvence altına almıştır. Bu durumu yoksulun gözünden saklamak için para basıp dağıtmaya devam edecektir.
Operasyon gecesi kimlerin ne kadar döviz bozdurarak kâr ettiğini, karar vericilerin ve yakınlarının off-shore hesaplarında nasıl oynamalar olduğunu bilemeyiz. Küresel kumarhane kapitalizminin tekil ülkelerde dönen parasal işleri gizlidir. Servetin bir gecede nasıl el değiştirdiğini ancak gelecekte Sayıştay denetçilerinin TBMM’ye sunacakları raporlardan ve Cumhuriyet Savcıları’nın hazırlayacakları iddianamelerden öğrenebiliriz.
Sayın Saray iki konuda neoliberal kapitalist sistemin merkezlerine güvence vermiştir: “Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisinden ve kambiyo rejiminden en küçük bir geri adım atmaya ne niyeti vardır, ne de böyle bir ihtiyacı vardır. Biz bu oyunu kendi kurallarıyla oynayarak hedeflerimize ulaşacağız.”
Vatansever Reis aslında öyle diyor ama el altından kamucu ekonomiye, kontrollü kambiyo rejimine geçmeye hazırlanıyor, bakın şimdi nasıl fabrikalarda tarlalarda üretim patlaması olacak gibi yorumlarla herkesi aptal yerine koyan şarlatanların iddiaları havada kalmıştır.
Operasyonun kendisinden çok, kitlelerde yarattığı algı önemlidir.
Cebindeki paranın birden arttığını, kredi imkânlarının genişlediğini, doların bir gece içinde tepetaklak düştüğünü gören, Saray’ın stokçulukla mücadeleden, bir tür fiyat kontrolünden söz ettiğini işiten insanların kısa süreli de olsa rahatladıklarını, “Reis durumu düzeltiyor” izlenimine kapıldıklarını kimse inkâr edemez. Operasyon bu bakımdan başarılı olmuştur.
Sıradan yurttaşın, cebine giren paranın satın alma gücünü yükseltmediğini, daha da düşürdüğünü anlaması kaç ay sürer? Altı ay mı, bir yıl mı?.. O zamana kadar seçimler yapılmış olacaktır.
Yaratılan algı, ismiyle müsemma Nebati Bey’in gözlerindeki ışıltıyı da açıklamaktadır. Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre, Türkiye nüfusunun gözleri ışıldayan en zengin yüzde 10’u toplam gelirin yüzde 54,5’ini alırken; nüfusun açlıkla, maldan ve candan eksiltmeyle sınanan en yoksul yüzde 50’sine düşen pay sadece yüzde 12’dir.
Yapılan operasyonla zenginlerin gözlerindeki ışıltının arttığı, yoksulların ise yersiz bir umuda kapıldıkları açıktır. Nebati Bey doğru söylüyor. Kumarhane kapitalizminde ekonomi gözlerdeki ışıltıdır.
Şimdi Saray, anketlere bakacak ve geleceği düşünmeden elindeki bütün parasal araçları önümüzdeki seçimleri kazanmak için pervasızca kullanacaktır. Seçimleri kaybetmesi hâlinde, arkasında muhalefetin toparlayamayacağı kadar büyük bir enkaz bırakmış olacak, böylece iktidar şansını bir kez daha deneyebilecektir. Seçimleri kazanması hâlinde, aldatıldığını fark eden halkın gözündeki öfke ışıltısından korunmak için sıkıyönetim ya da olağanüstü hâl ilan edecektir. Yarattığı enkazı ancak kendisinin toparlayabileceği izlenimini sürekli olarak canlı tutacaktır.
Siyasî toplum ve asker sivil bürokrasi aval aval bakarken Devlet’in bütün kuvvetlerini ve egemenliği ülkenin bütün maddî varlıklarıyla birlikte kendi elinde toplayan, olağanüstü hâl ilan etme ve kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip; ve en önemlisi, toplumu ideolojik olarak dönüştürme faaliyetini devlet kaynaklarını kullanarak sürdüren, yirmi yıldır her vartayı atlatarak hüküm süren bir Saray rejiminden söz ediyoruz.
Nihai amaç NATO’ya ve neoliberal küresel ekonominin kurallarına tam bağlılık ve ülkenin işgücü dâhil bütün kaynaklarının yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi karşılığında görmezden gelinen parlamenter görünümlü şeriatçı bir diktatörlük kurmaktır. 2023 ve 2053 hedefi budur.
Türkiye’de temel sorun ekonomiyle değil egemenlikle, anayasal rejimin çöküşüyle, Devlet kriziyle ilgilidir. Kararları kim, nasıl ve hangi amaçla alıyor? Soru budur!
Ekonomik enstrümanların diktatörlük ve ideolojik hegemonya amacıyla kullanılmasına tarihte ilk kez rastlanmıyor. Fakat muhalefet partilerinden üniversitelerine, sendikalarından meslek örgütlerine kadar bütün bir toplumun bu kadar örgütsüz, tepkisiz ve eylemsiz kalarak ortada duran fili sadece kulağını, kuyruğunu ve ayağını yoklayarak tanımlamasına herhalde ilk kez rastlanıyor. Biz uyurken gözleri ışıldayanlar malı götürüyor ve ülke dönüşü olmayan bir yola doğru itiliyor! Veryansın, 24. 12. 2021