Yavuz Alogan
2020 rakamlarına göre Türkiye’de yirmi milyon bağımsız sokak hayvanı yaşıyor. Sadece Ankara’da yüz binin üzerinde başıboş köpek, elli binden fazla özgür kedi olduğu tahmin ediliyor.
Aslında bu rakamları ikiyle, hatta üçle çarpmak gerekir. Bir keresinde veteriner arkadaşım tek bir erkek kedinin aşk mevsiminde yüzlerce kediyle temas kurarak nüfus patlamasına yol açtığını, yavruların ortada kalıp açlıktan susuzluktan öldüğünü, soğukta donduğunu ya da aç köpeklere yem olduğunu, bu yüzden kısırlaştırmanın şart olduğunu uzun uzun anlatmıştı.
Başıboş köpekler özellikle kent çöplüklerinin ve kesimhanelerin çevresinde koloni hâlinde yaşarlar ya da esnaftan ve halktan yiyecek temin ettikleri sokakları mesken tutarlar. Onlara taş atmadığınız, sopayla vurmadığınız, hakaret etmediğiniz, korkuya kapılıp anormal hareketler yapmadığınız ve kendileriyle diyalog kurduğunuz sürece zararsızdırlar. Bir sokak köpeği eğer kudurmamışsa insana sebepsiz yere saldırmaz, kimseye zarar vermez.
Bütün dünya ülkelerinde rastlanan kuduz en büyük tehlikedir. Türkiye’de kuduz vakaları azalma eğilimindedir. “Ülkemizde Kuduz Epidemiyolojisi” başlıklı bir çalışmada, 2007 ile 2014 arasında sadece 10 kuduz vakası görüldüğü, buna karşılık yılda “180 000 kuduz şüpheli temas vakası bildirildiği,” aşı ve serum için 7 milyon TL kaynak harcandığı belirtilmiştir (Doç. Dr. Şebnem Şenol, 2015).
Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü 1937 yılında kuduz aşısı üretiyordu. Kurum 2011’de kararnameyle kapatılınca aşıyı ithal etmeye başladılar. Sağlık Bakanlığı birkaç gün önce bir proje kapsamında kuduz aşısı üretilmesi için özel sektör firmalarına çağrıda bulundu (AA, 11. 12. 2021).
Neyse, uzatmayalım…
Özetle sokak köpekleri sizi parçalamak ya da kudurtmak için sokaklarda pusu kurmuş canavarlar değildir. Babayiğit ve saygıdeğer hayvanlardır. Saygı ve ilgi gösterirseniz size aynı şekilde karşılık verirler.
Evde beslenen köpekler için eğitim şarttır. Bir pitbull’u uysal bir kedi gibi eğitmek de, her önüne geleni parçalayan bir canavara dönüştürmek de mümkündür. (İnsanın eğitim sürecinde de aynısı geçerlidir.) Dolayısıyla bu köpek türünü topyekûn mahkûm, hatta imha etmeye kalkışmak alçaklıktan başka bir şey değildir. Bu türden köpekleri azdıran sahipleridir ve psikolojik rehabilitasyona ihtiyaçları vardır.
Bu meselenin de elbette ideolojik yanı var.
İslamî bir meşrutî monarşi olma yolunda hızla ilerleyen ülkemizde sokak köpeklerinin ideolojik baskı altında olduklarını inkâr edemeyiz. Peygamber Efendimiz’in 7. yüzyıl koşullarında köpeği “mekruh” (iğrenç) ve “necis” (murdar/pis) bir hayvan olarak nitelediği fakat “kedi sevgisi imandadır” diyerek kedileri kayırdığı rivayet edilmiştir. Nitekim kendisi Müezza adlı kedisini çok sever ve onu sakalının üzerinde uyuturmuş; kedisinin üzerinde uyuduğu elbisesini sırf hayvan rahatsız olmasın diye onun yattığı yeri çepeçevre keserek giydiği bile rivayet edilmiştir.
Dolayısıyla içinde yaşadığımız ideolojik iklimin kediler için uygun fakat köpekler için elverişiz ve tehlikeli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim bir hadis-i şerifte (2172 sayılı) şöyle buyurulmuştur: “İçerisinde resim, cünûb ve köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez.”
Sokak köpekleri sorunu nihayet Cumhurbaşkanlığı katına kadar yükselmiştir.
Sayın Saray, birkaç gün önce, “Maalesef medyada sık sık çocuklara saldıran başıboş köpeklerin yol açtığı facialarla ilgili üzüntü verici haberlere rastlıyoruz,” diye söze başlamış ve “Sahipsiz hayvanlar için lütfen sıcak ve güvenli barınaklar kurarak gıda artıklarından hayvan maması üretimini teşvik ederek pek çok gönül kazanabiliriz, gönül kazanabilirsiniz,” demiştir.
Örnek bir davranıştır, tebrik ve teşekkür ederiz.
Fakat “Beyaz Türkler, köpeklerinize sahip çıkın!” demeseydi daha iyi olurdu. Bu sözüyle Sayın Reis, köpek denilen necis ve mekruh hayvanı zengin zındıkların barındırdığını ima etmiştir ki hayvanlar açısından vahim sonuçları olabilir.
Sayın Saray’ın “köpeklerin yol açtığı facialar” sözünün işaret fişeği etkisi yaratarak yeni bir köpek katliamına yol açması da muhtemeldir. Bu nedenle, hayvanları mal ya da eşya değil “can” statüsünde değerlendiren 2021 tarihli “Hayvanları Koruma Kanunu” eksiksiz uygulanmalı; sokak köpeklerini topluca zehirle ya da ateşli silahla öldürmenin, üzerlerine benzin döküp yakmanın ya da onları ağaca asıp teşhir etmenin, arabaya iple bağlayarak sürüklemenin, hatta köpeğe taş atmanın ve sopayla vurmanın ağır bir suç olduğu herkese öğretilmeli ve suçlular yasaların öngördüğü cezaya çarptırılmalıdır.
Uygar kentlerin sokaklarında başıboş köpek ve kedi sürüleri dolaşmaz. Hayvanları barınaklarda toplamak nihai çözüm değildir. Veteriner denetiminde örnek barınaklar olduğu gibi, sefaletin ve vahşetin hâkim olduğu toplama kampı benzeri barınaklar da vardır. Barınaklar için yönetmelik hazırlanmalı ve bu kuruluşlar sıkı biçimde denetlenmelidir.
Nihai ve kesin çözüm kısırlaştırma yoluyla sokak hayvanı popülasyonunu azaltarak denetim altına almaktır.
Ankara’da sadece 2015-19 arasında 38 bin 959 köpek ile 11 bin 545 kedi kısırlaştırılmıştır. Kentimizde kısırlaştırma kapasitesinin günde 50 hayvanla sınırlı olduğu, onları yakalamak için gerekli ekipmanın ise yetersiz kaldığı bildirilmiştir (Ankara Gazetesi, 31.05.19). Bu kapasitenin genişletilmesi gerekir.
Cumhurbaşkanımızın 101 pare top atışı ve Mehteran Bölüğü’nün Fetih Marşı eşliğinde cülûs eylediği (tahta çıktığı) 09. 07. 2018 günü Ankara’nın orta-batı semtlerindeki bütün sokak köpeklerinin törene katılarak düzeni bozmasınlar diye bir gece içinde toplandığına bizzat tanık oldum. Demek ki isteyince oluyor. Bir sokak hayvanları bakanlığı, en azından genel müdürlüğü kurulmalıdır.
Bu soğuk pazar gününde herkesin sokakta hayat mücadelesi veren mahzun hayvanların hâlinden anlamasını ve onlara yardımcı olmasını dilerim. Hayvan sevgisi olmayanda insan sevgisi de yoktur. Veryansın, 26. 12. 2021