Yavuz Alogan
Siyasî partinin de tıpkı bir insan gibi kendi müktesebatı vardır. Kuruluşundan itibaren iktisap ettiği, yani edindiği her şeyi bünyesinde muhafaza ve dışa karşı müdafaa eder.
Partinin müktesebatı onun tarihinden süzülerek gelen birikimden, içinde yaşadığı toplumdan edindiği bilgiden, verdiği mücadelenin kazandırdığı tecrübeden, bütün başarılarına ve başarısızlıklarına dair zamanında yaptığı ve belleğine yerleştirdiği değerlendirmelerin toplamından oluşur.
Bu genetik bilgi partinin kadrolarında yaşar, gelecek kadrolara aktarılır ve en önemlisi, partinin izlediği politikalarla değişmez. Politikaya göre parti olmaz, partinin müktesebatına göre politika olur.
Parti, yenileniyorum diyerek müktesebatını kadrolarıyla birlikte feda ederse, deneyimli kadrolarının yerine sokaktan topladığı eli yüzü düzgün, tahsilli terbiyeli, ağzı laf yapan, siyasete hevesli fakat politik formasyonu ve tecrübesi olmayan unsurları geçirirse ne olur?
Aynen şimdiki CHP gibi olur.
Bazı okurlar kızıyorlar: “CHP’yi eleştirmenin sırası mı? Tam Genel Başkan topu ortalamış kaleye doğru koştururken onu eleştirmek AKP’ye yarar…”
Baykal’ın kara çarşafa rozet takarak laikliği hiçe saydığı andan Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” histerisine kadar CHP’nin sürekli bir değişim geçirdiğini kim inkâr edebilir?
Yeni CHP yönetiminin parti içinde ne kadar ulusalcı, Kemalist, sola açık kadro varsa hepsini tasfiye ettiğini ben dâhil pek çok kişi defalarca yazdı. Parti’nin tasfiye edilen tanınmış politikacılarının isimlerini saydık.
Fakat bu tanınmış isimlerin ötesinde, CHP’nin yeni yönetimi, il ilçe yöneticisinden kadın ve gençlik kollarına, hatta mahalle muhtarına kadar partinin müktesebatını temsil eden, sokakta tecrübe kazanmış, seçim sandığının nasıl korunacağından tutun da bir mitingin nasıl örgütleneceğine kadar her şeyi bilen, halkın içinde tanınan ve sevilen bütün kadrolarını tasfiye etti. Kimse sesini çıkarmadı. Tasfiye edilenlerin tamamından CHP’nin müktesebatını temsil eden ayrı ve sahici bir parti çıkardı.
Aslında bu ayıklanma sadece şahısların değil, partinin ideolojisinin, mücadele kültürünün, on yıllar boyunca halkla kurduğu organik ilişkilerin, bütün birikiminin tasfiyesiydi. Halkın yüzde doksanı Mustafa Kemal’in yaptığı devrimlerin önemini yıllar sonra kavramışken, CHP’nin Genel Başkanı daha dört gün önce “Başörtülü kızlarla helâlleşmek istiyorum,” dedi. Önündeki görüş alanı genişledikçe Seyyit Rıza’yla, Fethullah Gülen’le ve “kanaat önderleri” dediği tarikat ve cemaatlerle de alenen helalleşecektir.
Kendi kadrolarının yaratıcı enerjisiyle değil, tanıtım şirketlerinin masa başı çalışmasıyla propaganda yaparlar, slogan belirlerler. Sokakta mücadele edecek tecrübeli militan kadroları yoktur. Var olan kadroları tasfiye etmişler, yerine gelenlerin yetişecekleri siyasî iklimi bozmuşlardır. Kendi miting düzenlemelerini bile taşeron şirkete yaptırırlar. Partililer kendi partilerinin değil de başka bir partinin mitingine gelmiş gibi meydanı doldururlar. Mitingde de halka söyleyecek sözleri, açıklayacak programları yoktur. Herkes Ecevit, hatta Baykal gibi meydanı coşturacak, ülkenin önüne yeni bir ufuk açacak diye beklerken, basit bir gösterinin ardından bir iki gak guk edip kürsüden inerler. Ve biz “halka diyecek lafın yoksa niye miting yapıyorsun?” diye sorduğumuzda, Saray’ın değirmenine su taşımış oluruz. Öyle mi?
Bu tarz dönüşüm bütün partiler için geçerli.
AKP, 2002’de RP’nin kadrolarını böldü ve millî görüşçülerin bir bölümünü tasfiye etti. Giderek birlikte yola çıktığı bütün kadroları yolda bırakarak birkaç Saray memuruyla memleketin kaderini pazarlayan dar bir yapıya dönüştü. Karşıdevrimini, Cumhuriyet’le hesaplaşma işini erteledi, paçayı kurtarmaya çalışıyor. Para basıp dağıtarak bir seçim daha kazanacak, sonra duruma bakacak…
AKP’ye oy veren, “millî görüş” müktesebatına sahip normal bir mütedeyyin yurttaş, partiyi kuşatan o zenginler, ihtişamlı saraylar ve kokainci parti veletleri hakkında ne düşünüyor olabilir?
Siyaset kurumu yozlaşmıştır; çarkları parayla yağlanan seyirlik bir gösteri arenasına dönüşmüştür. TBMM’de ülkenin bekasını düşünen, millî bir davası ve sahici bir temsil kabiliyeti olan tek bir siyasî parti yoktur.
Muhalefet partileri iktidara gelince liyakatli adamları ve kadınları göreve getireceklermiş! Onları nereden bulacaklar?
AKP, 2015’ten sonra hızlanarak bütün eğitim kurumlarını yok etti; Devlet Planlama Teşkilatı’nı (DTP) kapattı (2011); üst düzey yönetici yetiştiren, lisansüstü ve hizmet içi eğitim veren Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü (TODAİE) lağvederek (2018) bu kurumun 1958’den beri edindiği bütün devlet birikimini kendi vakıf üniversitesine aktardı. Muhalefet partileri kurumların teker teker yok edilişini seyrettiler. Ağızlarını açıp itiraz ettiler mi? Onları geri almak için mücadele ettiler mi?
İktidara geldiklerinde, kendi parti yönetimlerini oluştururken uyguladıkları yöntemle “liyakatli” devlet adamı bulacaklar herhalde!
Önünüze hepsi birbirinden berbat beş kap yemek koymuşlar. Aç kalmamak için mecburen birini yiyeceksiniz, bir partiye oy vereceksiniz. Bari ne yediğinizi bilin de kendinizi aldatmayın. Yediğinizi hazmederken ülkenin bu açlık ve yokluk dönemine nerelerden nasıl geldiğini, kimlerin sessiz kaldığını, halkın bu deli gömleğinden nasıl kurtulacağını düşünün. Bu seferki krizin bedeli öncekilerden çok daha ağır olacak. Zira bu seferki Devlet’in krizi! Ekonomik kriz geçer gider fakat Devlet’in, anayasal rejimin krizi yeni bir Toplum Sözleşmesi’ni gerektirir.
Bu soğuk pazar gününde herkese desteklediği partinin müktesebatını gözden geçirme feraseti ve akıl fikir diliyorum. Veryansın, 19. 12. 2021