Yavuz Alogan
Sağlık hizmetlerinin Devlet denetiminden çıkarılıp piyasa ilişkilerine terk edilmesi hekimleri böldü. Tıp bilimi içeriden ve dışarıdan sorgulanmaya başladı. Hasta garantili dev hastaneler inşa edildi, hekimlere baktıkları hasta sayısına ve şirket kârlarına yaptıkları katkıya göre “performans kriterleri” getirildi. Dev ilaç şirketleri sağlık gruplarını ve tekil hekimleri özel reklamcılara, satış bayilerine, acenteye dönüştürdü.
Böylece modern Devlet’in varlık sebebini oluşturan üç alanın sonuncusu da kârlılık/verimlilik ilkesi temelinde özelleştirilerek piyasaya aktarılmış oldu. Eğitim ve güvenliğin yanı sıra sağlık da parayı bastıranın satın alabildiği, fiyatı arz/talep yasasına göre belirlenen değerli bir metaya dönüştü. Sektörün aşılarını ilaçlarını satmak için hastalık icat ettiğine, mevcut hastalıkları, hastalık yapan virüsleri manipüle ettiğine, hatta icat ettiğine dair söylentiler ortalığı kapladı.
Geçen Mayıs ayında ABD Ticaret Temsilcisi, “Dünya çapında bir sağlık kriziyle karşı karşıyayız, Koronavirus aşılarında patent hakkı kaldırılmalı,” diye bir çıkış yaptı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) öneriyi “tarihi bir karar” olarak destekledi. Daha önce DSÖ Hindistan ve Güney Afrika’da koronavirüs aşılarının patent hakkının askıya alınmasını önermişti. Tartışmayı izleyen birkaç saat içinde ortalık karıştı, sistem kendi içinde bölündü, aşı üreticisi şirketlerin hisse senetleri dünya borsalarında değer kaybetti. İlaç üreticilerinin çatı örgütü (IFPMA) şiddetle itiraz etti. Krizin ardından herkes sustu, piyasa konuşmaya devam etti
Küresel pandemi karşısında hekimin kadim andı (primum non no cere / Önce zarar verme) anlamını kaybeder gibi oldu. Yurttaşlar sağlık hizmetlerinden kuşkulanmaya başladılar. Hangi hekime inanacaklarını, hangi ilacı alacaklarını, hangi aşıyı yaptıracaklarını bilemediler.
Bir tıp profesörü, “Karpuz seçimini bile deneyimine güvenip karpuzcuya bırakan halkın, salgın ve aşı konusunda uzman kesilmesi beni öldürüyor,” dedi. Aslında doğru bir saptama. Fakat örneğin geçerli olabilmesi için karpuzcuların karpuz seçimiyle ilgili ilkeler üzerinde tam bir mutabakat sağlamış olmaları gerekir. Karpuzcular, hangi karpuzun iyi hangisinin hormonlu ya da hileli olduğu konusunda bölünerek kamuoyu önünde birbirlerine girmişlerse, yurttaş hangi karpuzcunun haklı olduğunu nereden bilecek? Mecburen internet çalışması yaparak “uzmanlaşmaya” çalışacak. Tıp biliminin halk nezdinde otoritesi sarsılmıştır. Bu durumu ancak hekimlerin topluca eylemli müdahalesi düzeltebilir.
Bizim şakır şakır vurulduğumuz aşı konusunda bir başka tıp profesörü “Ruhsatsız, lisanssız, üreticinin bile sorumluluk almadığı bir üründür,” dedi. Bize yapılan aşıların “cami avlusuna bırakılmış bebek gibi sahipsiz” kaldığını öne sürdü. Ben üçüncü aşıyı (MRNA) vurdurmaya giderken bir tıp profesörü “Üçüncü aşıyı yapan ülke yok” diyordu. Bir başkası MRNA aşısının korona virüs varyantları karşısında etkili olmadığını iddia etti. “Bu aşılar,” dedi, “varyantlara karşı doğası gereği zaafları olan aşılardır. Virüsün sadece ‘spike’ adını verdiğimiz proteinini tanımlar vücuda.” Bizim gibi sıradan ölümlülerin anlayabileceği basit bir örnek de verdi. Diyelim ki ben virüsüm, dedi, aşı beni sakalımdan ve bıyığımdan tanır. Ben mutasyon geçirip sakal ve bıyığımı kestiğim anda beni tanıyamaz ve işe yaramaz. Çünkü suçlunun eşkâli değişmiştir; üstelik bu aşı kalp kası iltihabı yapar, pıhtı atar, felç olursunuz. Norveç’te aşı yüzünden 450 ölüm vakası bildirilmiş.
Harika! Nitekim son aşıdan sonra kalbim arada bir kısa süreli davul çalıyor. Pıhtılar nihai saldırı için taarruz maksadıyla cephede tertiplenerek hedef seçiyor gibi… Hangi karpuzcuya güveneceğiz?
Bir başka medyatik hekim, çeşitli ülkelerden örnekler vererek maske takma oranı yükseldikçe korona virüs pozitif oranının arttığını söyledi mesela. “Maske bir kolektördür,” dedi. “Virüsleri yoğunlaştırarak toplar ve yeter sayıya ulaştırarak size aktarır.” N’olacak şimdi?
Bu türden iddiaların tam aksini söyleyen hekimleri, başta hastane sahibi Sayın Bakan olmak üzere her gün ekranlarda izliyoruz. Tabip odaları muhalif hekimlere soruşturma açıyor. Onlar da her gün bir video yayımlayarak muhalefetlerini sürdürüyorlar. İstanbul’da aşı karşıtı miting bile yaptılar. Mücadele giderek alevleniyor, günlük vaka sayısı yeniden on bine yaklaşırken yurttaş can derdine düşmüş seyrediyor.
İnsanlığın geleceği, her türlü ideoloji ve siyasî programdan bağımsız olarak üç konuda alınacak küresel önlemlere bağlı: dünya çapında nüfus denetimi, nükleer silahların yasaklanması ve hızla bozulmakta olan ekolojik dengenin yeniden kurulması. Virüslerin ekolojik dengeyle ilgili olduğu ve uzun süre insanlığın yakasından düşmeyeceği, yeni yaratıklarla ve mutantlarla destekleneceği anlaşılıyor.
Türkiye, sağlık sektörünün kamulaştırılması, Hıfzıssıha Kurumu’nun açılması, yurttaşın pandemi konusunda aydınlatılması için topluca örgütlenerek mücadele edecek hekimleri bekliyor. Aksi hâlde yapılan her tekil açıklama çokuluslu ilaç şirketlerini ve onların temsilcisi olan kurumları güçlendirecek ya da yurttaşları korku ve paniğe sevk ederek alternatif tıp şarlatanlarını otorite düzeyine yükseltecektir.
Bilim Kurulu’nun tarihsel sorumluğu inkâr edilemez. Aşı konusunda olumlu ve olumsuz her şeyden tek tek ve topluca bilim kurulu üyeleri sorumludur. Bunların Devlet’ten bağımsız olarak topluca açıklama yapmaları, öncesinde de literatürü ve verileri tarayarak kendi aralarında mutabakata varmaları gerekir. “Devlet verileri saklıyor” bahanesi Kurul’un sessizliğine bahane olamaz. Veryansın, 23. 07. 2021