Yavuz Alogan
Yakın tarihinde Rusya iki büyük jeopolitik felaket yaşadı. Birincisi Brest-Litovsk Antlaşması’dır. Çar’ın hantal ordusu dağılmış, asker tüfeğini alarak köyüne dönmüş ya da şehir merkezlerinde ihtilalci güçlere katılmıştı. Alman İmparatorluk Ordusu boşluğu doldurarak Petrograd’a 40 km yaklaştı.
1918’de imzalanan antlaşmanın müzakereleri sırasında Bolşevikler acımasız jeopolitik gerçeklikle ilk kez tanıştılar. Öğrendiklerini bir daha asla unutmayacaklardı. Antlaşmayı “geçici bir geri çekilme” olarak gösterdiler. Nasıl olsa Almanya başta olmak üzere kapitalist batı ülkelerinde devrim yakındı. Birleşik Avrupa Sosyalist Devletler Federasyonu kurulacak, sınırlar önemsizleşecekti. Fakat Avrupa’da devrim olmadı. 1918-19 Alman devrimi, 1921 ve 1923’teki komünist ayaklanma girişimleri ezildi.
“Brest-Litovsk Barışı”yla Sovyetler Avrupa’daki düşman devletlerle arasındaki güvenli bölgenin tamamını kaybetti. Baltık bölgesinden başlayan, Polonya, Finlandiya, Ukrayna ve Belarus’un bir bölümünden oluşan bu kayıp bölge, zamanın Fransa Başbakanı Clemenceau’nun deyişiyle, kapitalizm ile sosyalizmi ayıran stratejik bir “cordon sanitaire” (güvenlik kuşağı) oluşturdu. Batılı ülkeler bu hattı komünist Rusya’ya karşı askerî olarak tahkim etmek istediler. Günümüzde de Rusya’nın aşağı yukarı aynı hattan kuşatıldığını, tahkimatın bu kez Karadeniz’e yayıldığını, Güney Kafkasya’ya ve Rusya Federasyonu’nun doğusuna uzandığını görüyoruz.
Sovyet Kızıl Ordusu İç Savaş (1918-22) sırasında kuruldu. Savaş tazminatlarının karara bağlandığı Rapollo Dostluk Antlaşması (1922) sırasında Almanya ile Sovyet Rusya gizli bir askerî anlaşma yaptı. Bu anlaşma sayesinde hem Almanya silahlarının bir bölümünü Rus topraklarına aktararak Versailles Antlaşması’nın (1919) getirdiği askerî kısıtlamalardan kurtuldu, hem de Rusya askerî yeteneğini artırma, silah teknolojisini geliştirme imkânı buldu. Rusya’nın içlerinde Alman-Rus askerî eğitim kampları kuruldu.
Bu yakınlaşmayı II Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde imzalanan Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın (1939) habercisi olarak görebiliriz. Molotov-Ribbentrop Anlaşması olarak anılan bu paktla Stalin III. Enternasyonal’in Leninist ideallerini feda ederek jeopolitiğin gereğini yerine getirdi. Clemencau’nun “güvenlik kuşağı” dağıldı. Faşist Almanya ile Komünist Rusya, Polonya ve Letonya’yı paylaştılar; Finlandiya ve Estonya Sovyetler’in, Litvanya ise Almanya’nın nüfuz alanı olarak belirlendi.
İki yıl sonra Almanya dünya komünizmini yok etmek ve Slavları köleleştirmek için Barbarossa Harekâtı’nı (1941) başlatarak Sovyet Rusya’ya saldırdı. Savaşın sonunda Sovyetler Birliği Almanya’nın yarısını ve günümüzde hepsi NATO ülkesi olan doğu Avrupa ülkelerini kapsayan COMECON’u, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni (1949-1991) ve üye ülkeler arasında askerî Varşova Paktı’nı (1955-1991) kurdu.
Rusya’nın ikinci büyük jeopolitik felaketi 1991 yılında Minsk yakınlarındaki Belovej ormanında imzalanan bir anlaşmayla geldi. 1922’de Rusya ve Transkafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) Federasyonlarının imzaladığı bir anlaşmayla kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Rusya Federasyonu, Belarus ve Ukrayna Cumhuriyeti’nin imzaladığı bir anlaşmayla sona erdi, Birlik dağıldı.
Ronald Reagan ve Helmut Kohl, Varşova Paktı’nın dağılması hâlinde NATO sınırlarının asla değişmeyeceği konusunda sözlü güvence vererek dünyadan habersiz sığ Sovyet bürokratı Gorbaçev’i kandırdılar, sarhoş Boris Yeltsin’i bir soytarı olarak çeşitli ülkelerde dolaştırarak eğlendiler.
Sonunda KGB hesap sormama güvencesi vererek siyasî iktidarı Yeltsin’den devraldı ve istihbarat Albayı Putin neredeyse Çar’ın ve Sovyet Komünist Partisi Politbürosu’nun birleşik yetkilerine sahip olarak iktidarı ele geçirdi. Rusya sosyalizmden kapitalizme geçmiş, oligarklar üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirmişlerdi.
Putin, imparatorluk bölgelerini Ortodoks Çarlık ideolojisini kullanarak birleştirmeye çalıştı. Fakat olmadı. Bu ideolojinin geniş Rus coğrafyasındaki bütün etnik ve dinî grupların eşitliğini 1936 Anayasası’yla güvence altına alarak bütün milliyetlerin ve cemaatlerin üzerinde yer alan Komünist Partisi’nin yücelttiği ideolojinin yerine geçerek imparatorluğun birliğini sağlayamayacağı kısa sürede anlaşıldı.
Bu arada NATO verilen sözleri umursamayarak hızla genişledi.
Polonya 1999’da, Estonya-Letonya-Litvanya ve Bulgaristan 2004’te, Romanya 2007’de NATO’ya geçti. Rusya en geniş ileriden savunma alanını bütün hatlarıyla kaybetmiş oldu. En eski Slav kenti Kiev’i, Donbass Savaşı’nın (2014) ardından Donetsk’e kadar Ukrayna’yı kaybetti. Kırım’ı son anda ilhak edebildi, Sivastopol Deniz Üssü’nü kısmen kurtarabildi, ana karayla bölgenin irtibatını 19 km uzunluğundaki Kerç Köprüsü’yle sağladı. Baltık bölgesindeki ileri karakolun, 2011’de Medvedev’in yeniden faaliyete geçirdiği Kaliningrad (orta menzilli) Füze Üssü’nün Rus ana karasıyla bağlantısı kesildi. NATO, Doğu Avrupa’daki eski Nazi askerî üslerini canlandırarak buraları füzelerle, zırhlı birliklerle donattı, Balkanlar’ı tahkim etti, Karadeniz’de varlık göstermeye başladı. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden 40 yıl sonra ABD nükleer denizaltıları Barents Denizi’nde dolaşmaya başladı, buzların erimekte olduğu Arktik bölge (kutup dairesi) ABD ile Rusya arasında yeni bir askerî rekabet alanına dönüştü.
Kışkırtmalar başladı. İngiltere sahaya inerek Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de Rusya’yı tehdit ederken, NATO’nun Sea Breeze 2021 Karadeniz tatbikatıyla eşzamanlı olarak Bakü’de Türkiye-Azerbaycan Askerî Tatbikatı başladı.
Peki bütün bunlardan ne anlıyoruz?
Rusya üçüncü bir jeopolitik felakete mi yaklaşıyor? Kuşatmayı yarma şansı var mı? Uzlaşması mümkün mü?
Batı’nın sürekli askerî ve ekonomik baskı uygulayarak, belki yeni Alman Ostpolitik’ini de (Doğu Politikası) kullanarak Rusya’yı kendi politik sistemine entegre etmeye, böylece onu Çin’e karşı kendi safında mevzilendirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu çaba, Putin oligarşisinin nükleer silah kullanmayacağı varsayımına dayanıyor. Girişimin tamamını, baskı ve sıkıştırma yoluyla süren bir pazarlık süreci, razı etme çabası olarak görebiliriz. Rusya Federasyonu üçüncü bir jeopolitik felaketten kaçınmasını sağlayacak tarihsel birikime, Putin Oligarşisi ise kadim Moskova ya da Nijni-Novgorod Kinezliği’ne kadar daralmasına yol açacak hatalar yapmayacak kadar jeopolitik deneyime sahiptir.
Bu süreç içinde Çin’in kınama, protesto, ortak askerî gösteri ve tatbikat dışında kılını bile kıpırdatmayacağı; Tibet-Sincan-İç Moğolistan-Mançurya kuşağında “Teyakkuz” hâlinde olacağı; gözünü kuzeyden, Kazakistan istikametinden ve Sibirya’nın zenginliklerinden ayırmayacağı; Arktik ulaşım hatlarına bir şekilde ulaşmaya çalışacağı fakat askerî faaliyetini esas olarak Pasifik istikametinde sürdüreceği, bu arada Batı’yla uzlaşma yolları aramaya devam edeceği anlaşılıyor. Rusya’nın nüfusu az alanı geniş, Çin’in ise nüfusu fazla alanı dardır; jeopolitik gerçekliğin ise yüzü soğuktur.
Emperyalist bir güç olarak ABD’nin yeniden bir dünya hegemonu olamayacağı ne kadar kesinse, Rus oligarşisinin ya da Komünist Partisi yönetiminde kapitalist kalkınma yolunu seçen Çin’in ya da ikisinin birden kendi yönetim tarzlarını yayarak küresel hegemonya kuramayacakları da o kadar kesindir.
Şimdilik askerî manevra, dolaylı tutum, mevzi tutma, vekâlet savaşı, siber savaş, casusluk/sabotaj ve aşırı silahlanmayla süren bu çatışma son tahlilde farklı rejimlerle yönetilen emperyalist kapitalist ülkeler arasında yaşanan, azgın kapitalizmin yol açtığı bir III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’dır. Nükleer silahların yıkıcı etkisi nedeniyle I. ve II. Dünya Savaşları gibi topyekûn bir sıcak savaşa dönüşme ihtimali çok zayıftır. Yeni Soğuk Savaş’ın, en iyi ihtimalle, yeni bir uluslararası siyasî, ticarî ve ekolojik hukuk düzeni kuruluncaya kadar sürmesi, küresel kapitalizmin şimdiki krizinin bütün ülkelerde yeni toplumsal dinamikleri harekete geçirmesi beklenmelidir. İnsanlık vahşi kapitalizme rağmen bu gezegende barınma imkânlarının sonuna gelmiştir. Veryansın, 02.07. 2021