PATLAYAN KANALİZASYON BORUSU

Yavuz Alogan

         Devlet, iş dünyası ve medya üçlüsünün kanalizasyon teşkilatına mafya diyoruz.  Bu teşkilat yüzeydeki hukuk devletinin inmediği bir seviyede faaliyet göstererek üçlünün kirli işlerini görür, karşılığında korunur kollanır; muazzam miktarda paraya hükmeder, parsayı toplar mano’yu dağıtır, anlaşmazlık çıktığında raconu keser.  Zayıflayanın parasına çökmek için karanlıkta pusu kurar, adamın topuğuna kurşun sıkar, icabında öldürür, ganimeti paylaşır.  Yüzeydeki hukuk devleti bunları görmez, orada hayat böyle şeyler yokmuş gibi devam edip gider. Dünyanın her yerinde böyledir.    

Kibar ve yasal bir ifadeyle “organize suç örgütü lideri” denilen mafya reisi Sedat Peker’in yaptığı seyirlik gösteri bu kanalizasyon teşkilatının ana borularından birini patlattı. Sistemin içinde dönüştürülmesi, eritilmesi gereken atıklar ortalığa saçılarak Devlet binasının bodrum katlarını bastı, iş adamlarının paçalarına, ihale takipçisi medya unsurlarının kalemine sıçradı.

         Kendisini büyük bir keyifle seyrettiğimi itiraf etmeliyim. Devamını merakla bekliyorum.  Yetenekli bir meddah gibi oynuyor.  Gerilimi düşürüp “Kıymetli kardeşleriğmm” diye rezonanslı bir ses tonuyla alttan almalar, uygun yerde “s” verip iç çektikten sonra ansızın “Lan ben sizin alayınızın feriştahını…” diye kükreyerek gerilimi yükseltmeler…  Işık, dekor, kostüm, sembolik objeler, tonlama, vurgular, mimikler … gerçekten çok başarılı! Bana Brian de Palma’nın 1983 yapımı Scarface (Yaralı Yüz) filminin baş rol oyuncusu Al Pacino’nun sondan bir önceki sahnede sergilediği muhteşem performansı hatırlattı.

         Masanın üzerine Mario Puzo’nun “Omerta” kitabını koymuş. Yani diyor ki suskunluk kuralını şimdilik bozuyorum, bundan sonraki hareketleriniz anlatacaklarımın sınırını belirleyecek.

         Peki Deutscher’in Troçki üçlemesinin son kitabı “Kovulan Sosyalist”in görüntüde yer almasına ne demeli? Nazilerin Propaganda Bakanı Goebbels’in toplu yazıları ya da Hitler’in “Kavgam”ı daha uygun düşerdi. Troçki arka plandaki televizyon ekranında beliren Türkeş fotoğrafıyla da tuhaf bir uyumsuzluk yaratmış. Küçük Reis, bir tür “yabancılaştırma efekti” yaratarak seyirciyi şaşırtmak istemiş olabilir.  Bununla birlikte, Stefan Zweig’ın biyografik kitabını özetleyerek, Mehmet Ağar’ı her devrin polis müdürü, bukalemun benzeri dönek Fransız devlet adamı Joseph Fouché’ye (1759-1820) benzetmesi ilginçti.    

         Hayat tecrübem bana yırtınarak entelektüel olduklarını kanıtlamak isteyen kişilerin gerçekte boş teneke gibi ses verdiklerini öğretmiştir.

          Neyse, uzatmayalım, esasa gelelim…

 Üzerine “çökülen” Yalıkavak Marina’nın önünde poz veren mafya, polis, asker, özel harekâtçı fotoğrafına ilişkin yorumundan hareketle Sedat Peker kardeşimizin siyasî iktidarın hizmetinde yeniden tertiplenen ülke mafyasından dışlandığını, kurban edildiğini anlıyoruz. “Deveden öküzden koyundan kurban olur, aslandan kurban oğlmazzz!” diye haykırıyor ve sayıp döküyor.

Saray’ın emniyet teşkilatını Mehmet Ağar’a teslim ettiği iddiası vahimdir. Sedat Peker, Ağar’ın Pelikan grubunun taşeronu olarak faaliyet gösterdiğini, başta İstanbul Emniyeti olmak üzere teşkilata hâkim olduğunu, emniyetteki tayin ve terfilere bizzat karar verdiğini iddia etti.   Kolombiya’dan nakledilmek üzereyken yakalanan 4 ton 600 kilo uyuşturucunun teslim adresinin İzmir limanı olduğunu söyledikten sonra, “Uyuşturucunun geldiği adres belli, sehemin (payın) sahibi Mehmet Ağar’dır,” dedi.   Mehmet Ağar’ın oğlu AKP milletvekili Tolga Ağar’ı cinayetle suçladı, kokain kullandığını iddia etti.

Bütün bunlardan ayrı olarak Sedat Peker önemli bir şey daha söyledi.  Dünyada en çok uyuşturucu kullanılan ikinci ilin İstanbul, üçüncüsünün ise Adana olduğunu iddia etti. İnanmadım.  Bana aşırı derecede abartılı geldi. Araştırmak lazım.

Halkı üretimden koparılmış dışa bağımlı diktatörlüklerde uyuşturucu ve para aklama işlerinin ekonomiye önemli bir katkı sağladığı, siyasî iktidarın çevresinde toplanan lümpen burjuvaziyi beslediği, bir kısım güvenlik kuvvetinin sadakatini temin ettiği bilinen bir gerçek. Fakat böyle bir faaliyet, Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, dünyanın gözünden kaçmaz, bu nedenle sürdürülebilir değildir. Ancak iktisatçıların devlet bütçesinde giderek yükselmekte olduğunu grafiklerle izah ettikleri bir “net hata ve noksan,” yani kaynağı belirlenemeyen döviz giriş çıkışları eğrisi var.  Bu giriş çıkışların kaynağı bir gün mutlaka açığa çıkacaktır. Devlet’in bütün gelir ve giderlerinin şeffaf ve denetime açık olması gerekir.

Sedat Peker’in Avrasyacı olmadığını özellikle vurgulaması ilginç. Bu vurgunun ardında, “Acaba beni Avrasyacı gördükleri için mi?…” gibi bir kuşkunun  var olduğunu hissettim. Sedat Peker, Vatan Partisi’nin İstanbul il yöneticileriyle bir restoranda fotoğraf çektirmiş,  sosyal medyada bu samimiyetin hesabı sorulmuştu. Partililer Sedat Peker’e sahip çıkmışlar ve şöyle demişlerdi: “ABD ile aramızdaki savaşta millî mevzide duran Sedat Peker ile verdiğimiz fotoğraftan rahatsızlar. Esas karın ağrıları vatanseverlerin yan yana gelmesi.”  Öncü Gençlik yöneticisi ise, “Sedat Peker vatan savaşında Türkiye tarafındadır, aynı Cübbeli Ahmet gibi” diyerek fotoğrafı savunmuştu.  Sedat Peker de buna karşılık, “Emperyalist güçlere karşı ülke müdafaası yapılan bu günlerde Vatan Partisi’ni yok saymak kendimizi kandırmaktan başka bir şey olmayacaktır,” demiş ve bu partiyi “ülkemizin en önemli mihenk taşlarından bir tanesi” olarak tanımlamıştı.

Karşılıklı sempatinin kanalizasyonda boğulduğu anlaşılıyor.  Sedat Peker, MHP’nin “Ne Amerika, ne Rusya ne de Çin, her şey Türklük için” sloganını tekrarlayarak, “Vallahi de Avrasyacı değilim,” dedi. Fakat kırgın… “ATV’den sonra bana en fazla Ulusal Kanal saldırdı,” diyerek yakındı.  Aydınlıkçılara “Eskiden bir duruşunuz vardı, siz de mi Pelikancıların şeyine girdiniz?” diye sitem etti.  Delikanlılık hukukunun ihlal edildiğini düşünüyor.  Yalan dünyada, kurtlar çakallar âleminde delikanlılık bir yere kadar.

Neyse, uzatmayalım…

Sonuç olarak bir kanalizasyon borusu patladı. Bir kural olarak Devlet, deşifre olmadığı sürece mafyayı görmezden gelir ve onu kullanır. Fakat deşifre olan mafyaya asla acımaz. Onu sessizce başka bir mafya grubunun kurşunlarına terk eder ya da yakalayıp yargılatır, mahkûm eder, ülke coğrafyasından siler.  Sedat Peker’in bu gerçeği gayet iyi bildiği, Makedonya’daki yakalama girişimlerini boşa çıkarıp Kuzey Afrika’dan muhtemelen Dubai’ye kaçarak kendisini iyice emniyete aldığı, saklandığı yerden şantaj amaçlı ilk tanzim atışlarına başladığı anlaşılıyor. Bundan sonra duruma göre vaziyet alacaktır. Bu arada Devlet’in içinde, poliste ve medyada adamlarının olduğu, iletişim kanallarının açık olduğu anlaşılıyor. Kendisiyle ilgili her ayrıntıya hâkim.

Hukuk düzeni olan normal bir Devlet yargı mekanizmasını harekete geçirir, Adalet Bakanlığı savcıları seferber eder.  Şimdilik böyle hareketler görülmüyor. Tam aksine, Sayın Saray karşı hamle yaparak AKP Elazığ milletvekili Tolga Ağar’ı partinin Marmara Bölge Koordinatörlüğü’ne atadı.  Çeteler arasında bir uzlaşma olmazsa “arkası yarın” şeklinde karşılıklı bir meydan okuma, jestler ve hamleler süreci başlayacaktır. Devamını merakla bekliyoruz.

Şu yağmurlu korona hapsi gününde herkese ödediği vergilerin ne olduğunu, ekonominin nasıl döndüğünü sorgulama cesareti, her türlü mafyaya karşı mücadele azmi diliyorum. Veryansın,  09. 05. 2021