İNSANLIKTAN UMUT KESİLMEZ

Yavuz Alogan

        Söz uçar yazı kalır sözünü, söz uçar yazı okunmaz, göz ucuyla okunsa da anlaşılmaz, anlaşılsa da hatırlanmaz, hatırlansa da kullanılmaz, sonunda kaybolup gider şeklinde değiştirmek gerekir.

        Bunun en önemli sebebi, hiç kuşkusuz, 1990’larda kitleselleşen, 2000’lerde yerkürenin tamamına hızla yayılan internet kullanımıdır. İnternet küresel kültürleri farklı seviyelerde sabitleyerek yaygınlaştırdı; sözün uçuculuğunu artırdı, yazı yerini görselliğe bırakmaya, kısa mesajlar ve iletiler uzun metinleri kovmaya başladı.

        Bütün bunlar çok kısa sürede, kabaca on beş yirmi yıl içinde gerçekleşti. Mesela hayatımızın ayrılmaz parçası hâline gelen Google 1998’de, Google Crome 2008’de; başlıca iletişim ve haberleşme aracımız Facebook 2004’te, Twitter (X) 2006’da hayatımıza girdi. Büyük ansiklopediler dijital âleme aktarılırken, herkesin temel bilgi kaynağı Wikipedia 2001’de ortaya çıktı. 2005’te icat edilen YouTube Türkiye’ye yedi yıl sonra, 2012’de geldi.

        Cep telefonu inanılmaz bir hızla yaygınlaştı, bedenimizin/beynimizin ayrılmaz bir parçası oldu. Türkiye’de cep telefonuyla ilk görüşme, çok yakın bir tarihte, Başbakan Tansu Çiller ile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel arasında, 1994’te yapıldı. Günümüzde dağdaki çobandan kentteki kâğıt toplayıcısına, holding patronuna kadar herkesin cebinde internete de bağlanabilen bir telefon var.

        2000’li yıllarda  X’ten YouTube’a kadar yukarıda saydığım bütün “uygulamalar” cep telefonuna sığdırıldı, giderek  Yapay Zekâ’yla (YZ) desteklendi.  Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinde bütün toplumsal sınıf ve tabakalardan her türlü insan kendi kültürel katmanına denk düşen her türlü bilgi, eğlence, haber ve yorum kaynağına cepten ulaşma imkânına kavuştu.

        Kavuştu da ne oldu?

        Basılı kitap, gazete ve dergi 19. yüzyılın sonunda çıktığı tahtında inerek sisler içinde uzaklaşmaya başladı. 2025 Frankfurt Kitap Fuarı’nda okurun kitap okumaktan giderek vazgeçtiği, yayıncılık sektöründe işsizliğin arttığı, kitapçıların kapanmakta olduğu saptandı. Avrupa’da kitap sektörünün fiyat artışları nedeniyle hâlâ kârlı olduğu (24, 9 milyar dolar) fakat piyasaya sürülen kitap sayısının 95 milyon azaldığı bildirildi.  Almanya’da kitapçı sayısı son beş yılda yüzde 24 azalmış.   Bu eğilimin hızlanarak devam edeceği, sonunda basılı kitabın mobilyaları süsleyen bir dekorasyon malzemesine, bir tür antikaya dönüşeceği anlaşılıyor.

        Bizim kuşak kitap okuma alışkanlığına sahip son insan türü olabilir. Bu alışkanlık çocukluk çağında edinilir.  Elinizdeki kitabı okurken daha sonra hangi kitabı okuyacağınıza karar vermişseniz okuma alışkanlığına sahipsiniz demektir.

        Neyse, uzatmayalım….

        Dijital medyanın cazibesi ve yaygınlaşması kamusal alanı daralttı, giderek yalnızlaşan birey sanal âlemin içinde kaybolmaya, kendini aramaya, insan yüzünden çok cebinde taşıdığı küçük ekranı görmeye, kısa zaman aralıklarında muazzam sayıda uyarana maruz kalmaya başladı.

        Hayat pahalılığının dayanılmaz hâle geldiği Türkiye’de ise insanlar dış mekânlardan çekildi (en ucuz çay 40, Türk kahvesi 80 TL). Bu arada siyaset de dijital platformlara aktarıldı, siyasî toplum internette soluk almaya, dijital olarak var olmaya başladı.

Akşam vakti yurttaşlar  türlü çeşitli tv dizileriyle kafayı buluyor ya da kaybediyor, küçük bir kesim (yaklaşık yüz, iki yüz bin kişi) internetten hangi siyasî figür diğerine nasıl geçirmiş, hangi trol ordusu kimi parçalamış diye bakınmaya, siyasî videoların en kavgalı bağırtılı, haberlerin en çarpıcı sansasyonel olanlarını arayıp bulmaya çalışıyor, bizzat söyleyemediklerini  yorumculardan duyarak coşuyor, özdeşlik kurarak teselli buluyor, beğendiği programlara yine internet üzerinden  anında 50-100 lira atıyor, mesajlar bölümüne küfürler ya da övgüler yazarak katılımcı oluyor.

Bu trend ya da alışkanlık ister istemez yorumcuları da en sivri söylemlere, en uçuk analizlere, en çarpıcı haberlere, en büyük kavga arayışına teşvik ediyor ve çaresiz seyirciyi her dakika müthiş şeyler oluyormuş, her an her şey olabilirmiş gibi bir ruh hâli içinde gergin tutmayı gerektiriyor. Sanal âlemin politik tımarhane ortamı böylece oluşuyor.

        Elbette bunun pek çok istisnası var. Fakat izlenme oranları değişik. Mesela iktisadi planlama ve toplumsal kalkınma konusunda mükemmel bir videonun onlarca beğeni aldığını fakat düşman bellediği benzerlerine tehditkâr hakaretler savuran, içinde bir damla fikir bulunmayan kaba bir politik videonun aşağı yukarı eşzamanlı olarak izlenme ve beğeni rekorları kırdığını hatırlıyorum.

        Şu anda konuyla dolaylı ilişkisi olan bir şey hatırladım. Uzun yıllar önce, zamanın çok popüler bir tv yıldızı olan genç arkadaşım bir kitap imza gününden dönerken bana uğramıştı. Çok keyifsizdi. “Benim masanın önünde iki yüz metre imza kuyruğu vardı, yan masada ise sadece birkaç kişi,” demişti üzüntüyle. Şaşırmıştım. “İyi ya, sevinmelisin,” dediğimde, “Fakat yan masada Fazıl Hüsnü Dağlarca oturuyordu,” diye mırıldanmıştı. Vicdanlı bir arkadaştı. Çok üzülmüştü. Şimdi yurt dışında, kulakları çınlasın.

        Neyse, konuyu dağıtmayalım…

        Karnaval benzeri bu sanal âlem elbette her şeyi izleyen, gören, gerektiğinde yavaşlatan, bandı daraltan, hoşuna gitmeyeni yasaklayan ya da sessizce kaybettiren Saray Devleti’nin sıkı kontrolü altında.  “Takipçilerim kayboldu” ya da “hesabım askıya alındı” gibi şikâyetler artıyor. Saray Devleti, icabında sistemi tamamen kapatma kudretine de sahip.

        Süleyman Soylu içişleri bakanıyken bir gazeteciye kendi cep telefonundaki casus yazılımı övünerek göstermişti. Yazılım, kişilerin bilgilerine erişebiliyor, fotoğraftan kimlik tespit edebiliyor, özel yazışmalara ulaşabiliyordu.  “Bu ne ki, devletin elinde daha ne izleme araçları var” mealinde konuşuyordu Saray’ın bakanı. O sırada hiç şüphesiz CIA, Mossad, BND, FSB de   bakan dâhil bütün Saray Devleti’ni izliyor ve dinliyordu.

        Küresel düzeyde her türlü internet erişimi ve haberleşmenin denetlendiğini, bilgilerin süzgeçlerden geçirildiğini, ticari görsellerle yönlendirme yapıldığını, tüketim alışkanlıklarının belirlendiğini, insan bilincinin dönüştürüldüğünü; sanal âlemin gerçek dünyanın yerine geçmeye, insanları kukla gibi oynatmaya, her türlü hakikati örtmeye hazırlandığını neredeyse herkes biliyor.

        Elbette her şey kendi zıddını doğurur. Tek çözüm Dark Web (karanlık ağ) mantığıyla hazırlanmış alternatif küresel ve ulusal haberleşme ve örgütlenme kanalları açmak; sokakta meydanda, dolmuş kuyruklarında otobüs duraklarında kâğıda basılmış bildiriler dağıtmak ve yüz yüze örgütlenmek gibi babadan kalma yöntemleri ihmal etmeden, denetlenmesi, durdurulması, tutuklanması mümkün olamayacak kadar geniş katılımlı kitlesel hareketler yaratmaya çalışmaktır.         Geleceğin büyük devrimleri kent meydanlarını dolduran ve oradan ayrılmayan milyonlarca insanın protestolarıyla başlayacaktır. İnsanlıktan umut kesilmez. yalogan@gmail.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *