DEREMLER VE FİLOZOFLAR

Yavuz Alogan

        1755 Lizbon depremi Avrupa’nın dünyaya ve doğaya bakışını değiştirdi; o zamana kadar dinî kurumların baskısı altında kalan modernitenin devrimci bir düşünce tarzı olarak gelişmesine ve yaygınlaşmasına yol açtı. Tarihin saati Büyük Fransız Devrimi’ne 34 yıl kaldığını gösteriyordu.

        Deprem felaketi karşısında insanlar doğal afetlerin ilahi bir kaderin kasıtlı planı, Tanrı’nın günahkâr kullarına verdiği bir ceza olamayacağını düşündüler.  Tanrı’nın sonsuz merhametiyle yeryüzü cennetini insanlara armağan ettiği, kendisine itaat edenleri onurlandırdığı, ödüllendirdiği, isyan edenleri ya da umursamayanları ise cezalandırdığı düşüncesi sorgulanıyordu.

Aydınlanma düşüncesine bağlı olanlar Kilise’yi aradan çıkararak Hakikat’e ancak bilgi ve bilimle ulaşılabileceğini Lizbon depreminden sonra daha bir güvenle savunmaya başladılar. Bilim adamları göklerdeki babamıza kilisedeki yerini gösterdiler ve sahaya çıktılar.

        Voltaire doğal afetleri Tanrı’ya bağlamanın saçmalık olduğunu açıkça söyledi. Leibnitz’in dindar iyimserliğiyle (“Tanrı her zaman en iyisini seçer”) dalga geçiyordu.

        Jean-Jacques Rousseau, doğayı ilahi iradenin elinden alıp insanın ellerine teslim ederek Aydınlanma düşüncesinin temellerini güçlendirdi. Voltaire’e mektubunda, “İnsanlara kendi mutsuzluklarına nasıl neden olduklarını ve sonuç olarak ondan nasıl kaçınabileceklerini gösterdim,” diye yazdı (akt. Carlo Bordoni, İthaki 2018).

        Aydınlanma’nın büyük filozofu Immanuel Kant, Lizbon depremine bilimsel açıklama getirmeye çalıştı. “Bu türden korkunç olaylar üzerinde düşünmek öğreticidir,” dedi.  Böylece insan, “Tanrı’nın emrettiği doğa yasalarından yalnızca uygun sonuçlar beklemeye hakkı olmadığını ya da bu hakkı artık kaybettiğini görerek [doğanın içindeki] mütevazı yerini; kendisine ait arzular arenasının, bütün görüşlerinin amacını âdil biçimde içermek durumunda olmadığını öğreniyor” (akt. Filomena Amador, “The Causes of 1755 Lisbon Earthquake on Kant,” Proceedings of the Eighth Congress of the Spanish Society of the History of the Sciences and Technology, 2004.

        1 Kasım 1755 günü saat 9.40’ta yaklaşık 200 000 nüfusuyla Avrupa’nın dördüncü büyük kenti Lizbon, Atlas Okyanusu’nda meydana gelen, Richter ölçeğiyle 9 şiddetinde olduğu tahmin edilen bir depremle sarsıldı. İspanya ve Fas’ta da etkili olan deprem, ardından gelen tusunami ve uzun süreli yangınlarla birlikte yaklaşık yüz bin ölü bıraktı. Bu büyük felaket Portekiz ekonomisini, sömürge imparatorluğuyla birlikte çökertti, sanat eserleri, anıtsal yapılar yok oldu, siyasî kargaşa ve ahlaki felaket başladı. 

        Aydınlanma’nın filozofları Lizbon depremiyle ilgili verileri topladılar, makale ve kitaplarla olayı bilimsel olarak açıklamaya çalıştılar.  Tezleri bilimin bugünkü düzeyinin çok gerisinde kalmakla birlikte, bazı temel doğruları içeriyordu. Mesela Kant’ın deprem olayını yer altındaki boşluklarla, kimyasal (sülfür sıkışması!) ve mekanik olaylarla açıkladığını anlıyoruz.   

        Yerbilimleri bir disiplin olarak uzun yolculuğuna Lizbon depreminden sonra, Aydınlanma filozoflarıyla başladı.

        Tarihte olaylar tekrarlanmaz fakat yarattıkları etkiler analojiye (benzeştirme) imkân verecek ölçüde birbirine benzer.

        6 Şubat Depremi’nin laisizmi güçlendirmesini, özellikle laik ve bilimsel eğitimin önemini insanımıza kavratmasını, siyasî İslam’ın ve din tacirlerinin tahtını sarsmasını bekleyebiliriz.

        Yerli ve millî Aydınlanma filozoflarının çıkacağını sanmıyorum. Bizim Aydınlanma filozofumuz Mustafa Kemal suretinde zaten yerli yerinde olanca gücüyle duruyor. Kıymetini bilip devrimlerine sahip çıkmamız yeterlidir. Şu deprem felaketinde bile onun sözlerini hatırlıyoruz: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” Ve Hatay hepimizin şahsi meselesidir.     

       Ekranlarda deprembilimci sıkıntısı çekmediğimiz açıktır. Işıklı camda yıldızlaşan bir deprembilimciye her dakika rasgelmek mümkün. Ancak bunların birbiriyle ego yarışına girmeyi bırakıp, herkesin ağızlarından çıkan her söze dikkat kesilmesinden yararlanarak eğitimde bilimsel devrim, özerk üniversite, üniversitelerde akademik ehliyet ve liyakat gibi konularda halkı cesaretle ve yılmadan yorulmadan aydınlatmaları, elde kalan akademisyenleri toplayıp devrimci bir aydınlanma hareketi başlatmaları gerekir. Aksi hâlde söyledikleri doğru şeyler (mesela ülkemizde mühendislik eğitiminin, mühendislerin, yapı denetiminin acıklı durumu) boş konuşmalara dönüşerek bu gürültünün içinde kaybolup gidecektir.

        Cehaleti açığa çıkarmak değil, celadet göstermek vaktidir. Cehaleti herkes gördü zaten.   Tekrar tekrar anlatmanın ne faydası var? Deprem ardında binlerce ölü, sakat ve kırık kalpler bırakarak vurdu geçti. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

        Bütün deprembilimcilerin ortaklaşa kullandığı aynı bilimsel verilerden hareketle tamamen farklı yorumlar yapmalarının pratikte hiçbir faydası yoktur.  Bazılarının müthiş bir deprem olacak, İstanbul’da on binlerce öleceksiniz diyerek insanları korkutması, diğerlerinin deprem ancak otuz yıl sonra olur   belki de hiç olmaz gibi şeyler söylemesi, deprembilime olan güveni sarsmaktadır.

        Sıradan insanın anlayabileceğini anlatmak ve fazla konuşmadan somut çözümler üzerinde birleşmek gerekir.

        Deprembilimcilerin kendi aralarında bir sempozyum düzenleyerek ortak kanaatlerini yansıtan bir bildiri ya da bir tür manifestoyla devleti yönetenlere ve halka çağrıda bulunmaları, bir yol açmaları, yöntem göstermeleri ve bir program sunmaları yararlı olur.  Ben söylemiştim kimse dinlemedi, proje sundum kimse almadı diye ağlayıp dövünmenin, en iyisini ben bilirim diye övünmenin faydası yoktur.

         6 Şubat depremi devletin de yardımıyla insanların depreme karşı sokak, mahalle ve semt temelinde örgütlenmek, malzeme ve ikmal depoları kurmak, toplanma alanları açmak zorunda olduklarını gösterdi. Son tahlilde “bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.” 

        Her durumda yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlıyoruz.  Saray rejiminin deprem vesilesiyle kendi diktatörlük imkân ve kabiliyetlerini test edip başarısızlığa uğramasından sonra, yeni bir Toplum Sözleşmesi’yle Türkiye yeniden kurulacak, Aydınlanma düşüncesi yirmi yıl süren bu gericilik parantezini bir daha açılmayacak şekilde kapatacaktır. Veryansın, 17. 02. 2023   

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *