İKTİDARIN SİHİRLİ HALISI

Yavuz Alogan

        Uzlaşmaz çelişkilerle böldüğü halkın hızlı yoksullaşmaya nasıl tepki göstereceğini anlamaya çalışıyor.

        Gerçeği kabul ediyor. “Bugün Türkiye’nin ekonomide tabii ki sorunları var,” diyor.  “Ama hamdolsun bu sorunları aşacak irademiz, tecrübemiz, potansiyelimiz ve programımız da mevcuttur” (İHA, 21. 08. 23).Umut vermeye, insanları yatıştırmaya çalışıyor.

        Sorunların sorumluluğunu yüklenmiyor. Onu iç ve dış düşmanlara havale ediyor.  Ülkemizin son on yılda siyasî saldırılara maruz kaldığını, bunlara ekonomik tuzakların eşlik ettiğini söylüyor (DHA, 21. 08. 23).  İki yıl önce, “Döviz kuru üzerinden bize silah göstermeye kalktılar,” demişti. “Ama başaramayacaklar, bizim silahımız daha güçlü, bizim silahımız Nass!” (İHA, 31. 12. 21)

        Fakat Nass silahının tuzaklara tesir etmediği ya da tutukluk yaptığı, belki de irrasyonel olduğu anlaşıldı.

Ekonomi kadrosunu değiştirmek zorunda kaldı. Deneysel (süreli de denebilir!) Maliye Bakanı Şimşek, “Rasyonel zemine dönmekten başka çare kalmamıştır,” dedi. Böylece, Kur’an ve  Sünnet’in “nusûs” denilen  lafızlarıyla bu devirde ekonomi yönetmenin irrasyonel olduğunu açıklamış oldu.  

Daha birkaç ay önce Sayın Reis, “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez, faiz devamlı düşecektir,” dedi (İHA, 21. 04. 23).  Fakat faiz sürekli yükseliyor. Acaba iktidardan mı düştü? Yoksa küresel merkezler çaktırmadan iktidarı Mehmet Şimşek’e mi devrettiler? Bilemiyoruz.

        Artık kimse Nass’tan söz etmiyor.

        Peki ensar/muhacir ne oldu?

        “Bunlar ensar, muhacir nedir bilmezleer!” diye bağırdı. Doğru söylüyordu.  Şahsen ben bilmezdim, yeni öğrendim. Yirmi yıldır hep öğreniyoruz.

        “Peygamberimiz muhacir olarak Medine’ye hicret etmek durumunda kalmıştı. Medineliler ensar olarak Peygamberimizi gönüllerini açarak bağırlarına bastılar,” dedi (DHA, 20. 05.22). Böylece kavramın tarihsel köklerini açıkladı.

Halkımızın   sınırdan kitleler hâlinde içeri girip, gece vakti taşrada tenteli kamyonlardan fırlayıp koşarak kaçışan muhacire kucak açmasını istiyordu. Sınırdan hicret eden Sahabesiyle birlikte Peygamberimiz olsaydı, halkımız elbette ona kucak açardı. Fakat gelenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyordu, adamlar asker gibi yürüyüp sınırdan geçiyorlardı.

Tam da Hatay Belediye Başkanı, “Azınlığa düşebiliriz” dediği sırada, “Gariplere kapımızı açık tutmayı sürdüreceğiz… göndermeyeceğiz,” diye açıklama yaptı (DW,  16. 03.22).

Fakat iki gün önce ansızın farklı bir şey söyledi: “Türkiye’yi mülteci akınıyla köşeye sıkıştırma çabalarını boşa çıkarıyoruz” (Veryansın, 22. 08. 2023).

Ensar/Muhacir diyenler birden şaşırdılar. Doğrusu ben de şaşırdım.  Muhacir akınıyla kimler bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu? Madem öyleydi, bu akına neden göz yummuştuk, milyonlarca muhaciri bağrımıza basmıştık. Reis değişik şeyler söylüyordu:

“Güney sınırlarımızda hayata geçirilmeye çalışılan oldubittilere karşı tavizsiz duruşumuzdan geri adım atmayacağız, sınırlarımızın her karışını güvenli hale getireceğiz” (Aydınlık, 21. 08. 23).  Geri adım atmamızı isteyen kimdi? Sınırlarımız güvenli değil miydi? Tavizsiz durduysak, oldubittileri hayata geçirmek için nasıl çalışabilmişlerdi?

Yoksa düveli muazzama güney sınırlarımızın hemen ötesindeki Arapları Hatay’dan Kilis’e kadar yığarak PKK/YPG’ye askerî ve idarî  alan mı açıyordu?  CIA, Taliban karşısında bozguna uğrayan Yankee işbirlikçisi Afgan ordusunu Türkiye’de iç savaş çıkarmak ya da başka sıcak çatışma bölgelerinde kullanmak üzere bizim topraklarımızda mı tertip ediyordu?

Bakınız, ekonomi elbette seçmenin tutumunu belirler, siyaset alanında önemli rol oynar. Fakat sonunda mutlaka uygun araçlarla makul bir çözüm bulunur, kimse açlıktan ölmez. Kaldı ki mevcut durumun esas olarak bölüşüm sorunlarından, aşırı servet transferinden, üretimde plansızlıktan kaynaklandığı anlaşıldı. İktidar, yarattığı zengin sınıfla birlikte gittiği anda sorun çözülür.

Fakat askerlik tecrübesi olan milyonlarca mültecinin yarattığı çatışma ve iç savaş potansiyeli, bamya fasulye fiyatından, ev kirasından, okul taksitinden, servis ücretinden çok daha önemlidir, tehlikelidir.

Peki Sayın Reis’in birbiriyle sürekli çelişen sözleri tutarsızlığından, eserinin yarattığı çok yönlü felaketi görüp bocalamasından mı kaynaklanıyor? Asla! Ben daima kendisini Necip Fazıl’ın İslam şeriatıyla yönetilen Türkiye idealine ulaşmaya azmetmiş, laiklik başta olmak üzere Cumhuriyet’in bütün kurucu ilkelerini milletin belleğinden kazımaya yeminli bir mücahit, üstün siyasî sezgileri olan, hitabeti kuvvetli, karizmatik bir lider olarak gördüm.  Vizyonu da çok geniş, 2053’ü hayal ediyor!  

Sayın Reis’in farklı söylemlerini, örselenmiş ve susturulmuş da olsa Saray’ın bir köşesinde mevcudiyetini ya da etkisini hâlâ sürdüren devlet aklıyla açıklamak bana daha makul geliyor.

Birileri ekonominin nass’larla yönetilemeyeceğini, kontrolsüz sınır geçişlerinin tehlikeli bir planın parçası olduğunu Bilal’e anlatır gibi anlatmış olmalı.

ABD’nin esas olarak Rusya’ya yönelik jeostratejik yayılmasının Türkiye’yi de hedef aldığı; Batı Trakya’da Yunan ve ABD tanklarının, Kamışlı bölgesinde ise PKK/YPG ve ABD zırhlı birliklerinin ortak tatbikat yapmasının, Amerikan ordusunun Ege adalarını bizzat silahlandırmasının ne anlama geldiği, bütün bunların özellikle saltanat makamı için beka sorunu yarattığı zat-ı şahâne’ye izah edilmiş olmalı.  

Parlamentonun işlevsiz olduğunu herkes biliyor. Belki de bu yüzden Saray’da devlet meselelerinin müzakere edildiği gizli bir Divan-ı Hümâyun ve ümmet meselelerinin müzakere edildiği gizli bir Meclis-i Meşâyih vardır. Saraylarda olur böyle şeyler. Bilemeyiz. Fakat orada her ne varsa, bir nebze devlet aklını ihtiva ettiğine dair belirtiler görülüyor.  Söylem tutarsızlığını başka türlü açıklayamıyorum. Bu da benim hüsnü kuruntum olsun…

Önümüzdeki aylarda farklı süreçlerin eşzamanlı olarak hızlanacağını anlıyoruz. 

ABD 6. Filo’suna bağlı geminin 1918’in müstevli gemileri gibi Sarayburnu’nda demirlemesinin normal olup olmadığını merak ettim, bir uzmana sordum. Şöyle dedi: “Bu büyüklükteki Amerikan gemileri hiçbir zaman Sarayburnu önünde aborda olmadı. Her zaman Dolmabahçe Sarayı önünde demir üzerinde yatarlardı. İlk defa böyle özel bir uygulama yapmışlar.” 

Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge, deniz yetki alanları,  Libya’yla yaptığımız deniz anlaşması, petrol aradığımız parseller, Sevilla Haritası vs tartışmaları da kesildi. Haritalar dürüldü, ağızlar mühürlendi.

Fakat yine de Akdeniz’de varlığımızı sürdürüyoruz. Nitekim Türk donanmasının yeni sancak gemisi TCG Anadolu, ABD donanmasına ait uçak gemisi USS Gerald R. Ford’la Doğu Akdeniz’de bir araya gelmiş, TCG Gökçeada, TCG Gediz ve TCG Göksu gemileri de onlara katılmış, hep birlikte denizde dolaşıyorlarmış.

İçeriden ve dışarıdan baskıya maruz bir devlet yönetiminin yapacağı en yanlış hareket zamana oynamak, uygun bir konjonktürün gelmesini beklemektir. Gelmeyebilir… Son Padişah Vahidettin kısa saltanat döneminde ağabeyi II. Abdülhamit’in büyük güçleri birbirine karşı kullanma politikasını sürdürmüş, zamanla konjonktürün değişeceğini, aradan sıyrılabileceğini düşünmüştü.   Mondros Mütarekesi’nden (1918) Sevr Antlaşması’na (1920) kadar geçen iki yıl içinde bile denge ve zamana oynama politikasıyla sonuç alabileceğini zannetmişti. Sonunda bir İngiliz istimbotuyla ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

İktidar, üzerinde yatanın aklına eseni yapabileceği, ağzına geleni söyleyebileceği bir sihirli halı değildir. Zamana oynayanın, algı ve tepki gecikmesi olanın altından o halıyı çekip alırlar. Üstelik “Yeşil Kuşak” dayatmasının da işlevini kaybettiği görülüyor. Kuruluş ilkelerine, geleneksel dış politikaya dönmek için güç toplama vaktidir. Aksi hâlde halıyı çekip alanın dediği olur.  Veryansın, 25. 08. 2023