Yavuz Alogan
Sıradan bir olay değil bu. Gece göklerinin en parlak yıldızı Sirius’un Köpek Takımyıldızı’nın içinden sıyrılıp tuhaf biçimde parladığı günlerde ve gecelerde yeryüzüne inen aşırı sıcak hava dalgaları insanlığı tarihsel olarak hep huzursuz etmiş, yangınların, fırtına ve taşkınların, isyanların, cinayetin ve cinnetin, büyük toplumsal karışıklıkların işareti sayılmış.
Eski Mısır, kadim Roma ve Yunan halkları yıldızdan korkmuşlar. Mısırlılar Sirius yıldızını tanrıça Sopdet olarak kişileştirip ona tapmışlar, onu yatıştırmaya, sakinleştirmeye çalışmışlar, zira yıldız göründüğünde bastıran kavurucu sıcak hava dalgası fırtınaya dönüşüyor, Nil Nehri bentlerini aşıp ortalığı birbirine katıyormuş. Yunanlar onu tanrıça İsis ile tanrı Anubis’in hırçın kızı olarak tanımlamışlar. Romalılar onu sakinleştirmek için gariban kahverengi köpekleri toplayıp toplayıp kurban ederlermiş.
İlya’da destanında Homeros, Aşil’in Hektor’u öldürmek üzere Truva’ya yürüdüğü sırada yaşanan meşum olayları, Sirius ve eyyamı bahura atfetmiş: “Sirius geç saatte karanlıkta, sakin gökyüzünde yükseliyor / Yaz gecelerinde yıldızların yıldızı / Orion’un Köpeği diyorlar ona, en parlağı hepsinin / Ama sıcağı getiren kötü bir alâmet ve acı çeken insanlığa ateş [hezeyan/humma].
Asırlar sonra Amerikalı çiftçiler şarkı söylemişler: “Parlak ve berraktır köpek günleri / İyi bir yılın habercisi / Fakat yağmur eşlik ettiğinde ona / Boşuna beklemeyin daha iyi günleri.”
Neyse, uzatmayalım…
Yılların bisiklet sürücüsü olarak, eyyamı bahur’un en çok köpekleri etkilediğini bizzat müşahede ettim. Asabiyete kapılırlar, hırçın hırçın havlayarak kendi aralarında dalaşır, alan hâkimiyeti kurdukları sokaklardan geçmek isteyen bisikletlileri asla affetmezler. Kuduz felaketi genellikle bu sıcak zamanlarda patlak verir.
Bu hâlet-i ruhiye elbette insanları da etkiler. Gösteri maksatlı kronik intihar teşebbüsü saplantısına kapılmış tacizci alkolik, eyyamı bahur gecelerinde düşman bellediklerine çamur sıçratmak, böylece kasvetli ruhunu ferahlatmak için rakı eşliğinde klavyenin başına çöker. Bu da bir nevi kuduz sayılır fakat köpeklerinki kadar tehlikeli değildir. Bununla birlikte, aşısı yoktur.
Bir türlü dışa doğru değil de cinayet ve her türlü tecavüz, kavga gürültü biçiminde sürekli içe doğru gerçekleşen sosyal patlama vakaları eyyamı bahur günlerinde artış gösterir. Bu vahim durum toplumsal patlamanın belirli bir hedef doğrultusunda ters yüz olup içeriden dışarıya doğru yönelmesiyle aşılacaktır. Bu türden dışa doğru sosyal patlama genellikle beklenmedik bir anda olur, bekleyenleri bile şaşırtır. Şaşkınlığı üzerinden atamayanlar olayların altında ezilirler ya da seyirci kalırlar. Şaşkınlıktan sıyrılıp birleşerek örgütsel bir çelik duvar örenler tarihin akışını değiştirirler. Bu işler böyledir…
Zaten bulanık olan, fakat CHP içindeki tartışmalarla, hamam sohbetini andıran tv. programlarıyla, insanın duygularıyla oynayan bitmek bilmez dizilerle daha da bulanan insan zihni, eyyamı bahur günlerinde hayat pahalılığının, daha iyi gelecek beklentisi kaybının da etkisiyle, içe ve dışa doğru her türlü patlamanın ateşlenmiş fitiline dönüşmüştür. Patlamaya yol açan fitil elbette her insanda, o insanı çevreleyen maddi koşullarca belirlenerek farklı özellikler gösterir. Bazı fitiller zaman ayarlı, bazıları âni ateşlemelidir. Zaman ayarlı olanlar genellikle dışa doğru, âni ateşlemeli olanlar ise içe doğru sosyal patlamaya sebebiyet verir.
Neyse, uzatmayalım…
Aslında bu yazıda eyyamı bahur konusuna hiç bulaşmadan OECD’nin 2020-21-22 tarihli eğitim raporlarının Türkiye’yle ilgili bölümlerini özetleyecektim fakat Sirius yıldızının etkisi beni yolumdan saptırdı.
Burada tevhid-i tedrisatın ihlâliyle eğitimde ortaya çıkan acıklı durumu, eğitimin niteliksiz eğitim kurumlarının ise kârlı oluşunu, yüksek öğretimden geçen nüfusun utanılacak kadar düşük olan istihdam oranını, bilimsel ve laik eğitim ihtimalinin özellikle her eğitim kurumuna bir imam tasarısıyla iyice zayıfladığını rakamlarla uzun uzun anlatacak değilim. İnsanlar çocuklarının üniversite bitirdiklerini sansınlar, esnaf kazansın, çarşılar şenlensin, tarikat ve cemaatler yurt açsın, böylece bizim de oylarımız artsın diye her ilde, hatta ilçe ve büyük kent semtlerinde bile açılan üniversitelerin yarattığı muazzam kültürel yozlaşmadan söz etmeye de gerek yok. Bunlar biliniyor zaten. Ezberledik…
Fakat, yine OECD’nin bir araştırmasına göre (2019), Türkiye’de okuduğunu anlama yeteneği olmayanlar nüfusun yüzde 40’ını oluşturuyormuş.
İşte buna inanamadım! Oran fazla geldi. Yani her 10 kişiden 4’ü okuduğunu anlamıyor, “Bu yazı ne diyor?” sorusuna vereceği bir cevap yok. Okuduğunu en çok anlayanlar Japonya’daymış; onu sırayla kuzey Avrupa ülkeleri, Avustralya ve Yeni Zelanda, Baltık Ülkeleri, Orta Avrupa, Doğu Avrupa, ardından İngiltere ve ABD izliyor. Türkiye sondan ikinci, Singapur’un altında, Şili’nin üstünde…
Okuduğunu anlama araştırmasını, gâvurun oranlarına muhtaç kalmamak için mutlaka yerli, millî ve tarafsız bir kurumun tekrarlaması gerekir. Okuduğunu anlamanın yanı sıra, anladığını hatırlama, farklı bellek kayıtlarını ilişkilendirme gibi zihinsel kabiliyetler de ölçülebilir belki.
Sosyal medyada okuduğumuz kısa metinlerin, uzun makalelerin, gazete haberlerinin ne kadarını anlıyoruz, anladığımızın ne kadarı aklımızda kalıyor, aklımızda kalanın ne kadarını nerede nasıl kullanıyoruz? Hatırlamıyor ve kullanmıyorsak niye okuyoruz mesela? İnsan zihnini çöplüğe çeviren binlerce gündelik yazılı ve görsel uyaranı filtreden geçirerek doğru bilgiye nasıl ulaşabiliriz?
Bence bunlar önemli sorular. Üzerinde düşünmek, mümkünse araştırmak, ölçmek gerekir.
Neyse, uzatmayalım… Eyyamı bahur’un olanca şiddetiyle üzerimize çöktüğü şu pazar gününde herkese melekât-ı akliyesinde vuku bulacak her türlü teşevvüşe (karışıklığa) karşı azami teyakkuz (uyanıklık) tavsiye ediyorum. Veryansın, 06. 08. 2023