HALK TV’DE MİTHAT SANCAR

Yavuz Alogan

HDP bir Çözüm Süreci fenomenidir. İmralı adasında Abdullah Öcalan ile Millî İstihbarat Teşkilatı arasında varılan bir mutabakat anlaşmasıyla bugünkü şeklini almıştır.

Amaç, Çözüm Süreci’nde siyasî/legal bir muhatap oluşturmak ve 2013 Haziran Ayaklanması’nın devrimci potansiyelini denetim altına almaktır.

Ağaçların kesilmesini, çadırların yakılmasını protesto etmek için başlayan Haziran Ayaklanması birkaç gün içinde bütün ülkeye yayıldı, milyonlarca yurttaşın genç Mustafa Kemal posterleri, Türk bayrakları, “Hükümet istifa” ve “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarıyla sokaklara döküldüğü bir halk hareketine dönüştü.

Eylemlerin henüz devam ettiği Temmuz 2013’te Selahattin Demirtaş, CNN Türk televizyonuna çıkarak halk hareketinin yanında olmadıklarını söyledi: “Hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek bir halk hareketini çıkarabilir miyiz anlayışı vardı. Bu kısmına şiddetle karşı çıktık. Gezi’ye mesafe koyduk” (SoL portal, 31.07. 2013)

Bu tutum Çözüm Süreci’nde Saray’a verilen en önemli güvence oldu. Haziran Ayaklanması’na fiilen katılan sosyalist parti ve örgütler ile o sırada hâlâ varlık gösterebilen sendikaları tek bir partiye yönlendirerek Çözüm Süreci’ne angaje etme fikri Saray tarafından benimsendi.

Aslında PKK’yi sosyalist solu kapsayan geniş bir “demokrasi ve özgürlükler cephesi” içinde gizleme kararı İmralı’da alınmıştı. Öcalan  14 Nisan 2013 tarihinde kendisini ziyaret eden heyetle yaptığı görüşmede bunu açıkça söyledi: “Üç blok var: AKP bir blok, MHP-CHP bir blok, emekçiler sosyalistler bir blok. Bunu hedefleyin, biçimlendirin. Heyetle görüştüm (MİT heyetini kastediyor), sol olmadan bu iş olmaz” (Aydınlık, 2 Eylül 2014, 6. İmralı Tutanakları).

HDP bir Kürt Partisi, PKK’nin legal uzantısı gibi görünmeyecek, sosyalist solun bütün kesimlerini kapsayan, Sayın Reis’le birlikte 36 etnik gruba anayasal güvence arayan, fevkalade demokratik-tik (“demokratik” sözcüğünü bir “tik” olarak her belgesine ve söylemine yerleştiren), bütün “renkler”i yansıtan rengârenk bir oluşumla ülkenin batısına doğru genişleyecek, büyük şehirlerdeki solcu ve demokrat unsurları Kürt kökenli yurttaşlarımızla bir kitle partisi içinde birleştirecekti.

Aradaki dönemi, seçmenin Çözüm Süreci’ne 7 Haziran  2015 seçimlerinde oylarıyla gösterdiği tepkiyi, kanlı provokasyonların ardından  AKP’nin Çözüm Süreci’ni feda ederek 1 Kasım 2015 seçimlerinden güçlenerek çıkmasını; bu arada HDP’li  belediye başkanlarının özyönetim ilan etmesiyle başlayan, yüzlerce kişinin öldüğü, asker ve polislerin şehit olduğu Hendek Savaşı’nı, sonraki KCK tutuklamalarını ve nihayet HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” noktasına nasıl geldiğini  anlatmaya gerek yok.

Fakat bu uzun süreçte gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir değişiklik oldu. ABD, PKK’nin bütün iplerini kendi elinde topladı, onu bölerek  Yankee ordusunun “kara kuvvetleri” olarak yeniden örgütledi,  PYD/YPG ismini öne çıkardı.

ABD, Kandil’de yuvalanmış üç PKK savaş ağasının başına ödül koydu, onları terörist listesine ekledi. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği 14. 04. 2021  tarihinde sosyal medya hesabından “Hatırlatma” başlığı altında şu bildirimde bulundu: “PKK’nin kilit isimleri Murat Karayılan’ın yerini ihbar edenlere 5 milyon dolar, Cemil Bayık için 4 milyon dolar, Duran Kalkan için 3 milyon dolar ödül verilecektir. Bilgi sağlayanların kimliği gizli tutulacaktır.” Böylece ABD, İran bağlantılı Kandil’i geri plana itti ve PKK’yi kendi emir-komutası altında oluşturduğu  bir eş-önderlik etrafında yeniden tertipledi.  

Örgütün başına Şahin Cilo (Ferhat Abdi Şahin) getirilmişti.  Kasım 2017’de Türkiye’ye sığınan PKK/SDG’nin eski sözcüsünün verdiği ve tekzip edilmeyen ifadeye göre, Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla bir mesaj göndererek yeni duruma uyum sağlamıştı: “Şahin Cilo benim veliahtımdır. Bölgede kalıcı olmak istiyorsanız (Amerikalılar), onu korumak görevinizdir. PKK’nin bundan sonraki merkezi Suriye olacak ve eski yapı ABD tarafından tasfiye edilecek” (CNN Türk, 11. 12. 2018).

Sonraki gelişmeler bu iddiayı doğruladı. ABD Başkanı Donald Trump, Sayın Saray’a yazdığı, basına sızdırılan mektubunda “İyi bir anlaşma yapabilirsiniz,” dedi. “General Mazlum (Şahin Cilo kod adlı PKK’li) sizinle müzakere etmek istiyor, geçmişte yapamayacağı pek çok tavizi vermeye razı. Yeni elime geçen, bana hitaben yazdığı mektubu ekte size gönderiyorum.” (Zeynep Gürcanlı, Sözcü, 16. 10. 2019).

Amerikalı generaller, CENTCOM komutanı vs General Mazlum’u çok seviyorlar, ne zaman bölgeye gitseler onunla el sıkışıp fotoğraf çektirmeye özen gösteriyorlar.

Başına ödül konulan PKK’li savaş ağaları elbette yakalanmadı. Hemen özeleştiri yaptılar. Mesela Yankee’nin başına 5 milyon dolar ödül koyduğu Murat  Karayılan, İsrail yayın organı Jerusalem Post’a verdiği bir mülakatta (27. 11. 2020)  “ABD ile Kürtler arasındaki muazzam ilişkileri tamamen desteklediği”ni söyledi ve AKP’yi “Atatürk ilkeleri yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni takip ettiği” (!!!) için eleştirdi.

Diyarbakır Savcılığı’nın HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş hakkında hazırladığı iddianamede bir ortam dinlemesi kaydı yer aldı. Kayıtta Demirtaş, “Kimse Kürdistan halkına bu dönemde emperyalizme karşı mücadele, emperyalizmi Ortadoğu’da yenilgiye uğratma görevi yükleyemez,” diyordu (Masum Gök, Aydınlık, 10. 02. 2017).

Bu söz tekzip edilmedi. Fakat Demirtaş bir gazetecinin “Programınızda laiklik ve  antiemperyalizm vurgusunun eksik olduğu eleştirilerine ne diyorsunuz?”  sorusunu şöyle yanıtladı: “Tabiî ki laiklik de antiemperyalizm de sol açısından ilkesel bir sahiplenmeyi gerektirir. Bununla birlikte kimlik hakları, kolektif haklar, inanç özgürlüğü de solun herkesten çok sahip çıkması gereken başlıklardır”  (BirGün, 12. 10. 2022).

Emperyalizmin insan ve yurttaş haklarını etnik, dinî, mezhebî ve cinsel haklara indirgeyerek sınıf mücadelesini esas alan sosyalist hareketleri ayrıştırmayı ve onları kendi çizgisinde istihdam etmeyi ve ulus-devletleri bu haklar için verilen sözde mücadeleyle zayıflatmayı amaçladığını, bu yaklaşımın AKP’nin de işine geldiğini defalarca yazdık. HDP bu hedeflerin partisidir.   Sosyalist olmanın ön şartı ise kapitalizme ve emperyalizme karşı olmak, Aydınlanma düşüncesinin gerisine düşmemek ve yurt savunmasında birleşmektir.

Önemli olan PKK/PYD’nin Yankee’nin eline geçtikten sonra askerî stratejisini ve mevzilenmesini değiştirmiş olmasıdır. Türkiye’nin içinde karakol baskını, pusu, toplu katliam ve suikast tarzı eylemlere son vererek savunmaya çekildiler; güney sınırlarımızın ötesinde dizginleri Pentagon’un elinde olan nizamî ordu düzenine geçtiler; yeni silah teçhizat ve modern askerî eğitimle güçlü bir hazırlık aşaması başlattılar; ABD’nin gösterdiği yerlerde alan hâkimiyeti kurarak esas olarak Türkiye’ye karşı mevzilendiler. Türkiye’nin söz gelimi  batıda Yunanistan’la sıcak çatışmaya angaje edilmesi durumunda,  sınırdaki PKK ordusunun hareketleneceğini anlamak için askerî uzman olmaya gerek yok.

Stratejik demişken, şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye’de kurulan ve bundan sonra kurulacak olan hiçbir siyasî iktidar, Dicle-Fırat havzasında özerk, demokratik-tik, yerel yönetimler özerklik şartıyla özyönetimli ya da kendi güvenliği, yasama yargı organları  olan ya da tam bağımsız veya federatif bir Kürt bölgesinin/devletinin kurulmasına izin vermez, veremez.  Böyle bir gelişme ancak ülkeyi harabeye çeviren bir iç savaşın, uluslararası savaşta ağır bir askerî yenilginin neticesi olarak, ülke topraklarının tamamının ya da bir kısmının işgal edilmesi durumunda gerçekleşebilir.  

Türkiye’deki bütün etnik grupların dillerini, kültürlerini, geleneklerini, yerel giysi ve desenlerini özenle korumak   Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğun dışında etnik bir gruba, kendi aidiyetinden ötürü hiçbir hak verilemez. Cumhuriyet tarihinde okula kaydolan, askere alınan, general, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı olan hiç kimseye etnik aidiyeti sorulmamıştır. Bugün de sorulmaz, yarın da sorulmamalıdır.

Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen 4 maddesine bir gün mutlaka 5. Madde olarak, “Türkiye’de etnik ve dinî  nitelikte siyasî parti, dernek ve teşekkül kurulamaz” diye bir madde eklenecek; böylece etnik bölücülüğün ve laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olan partiler ebediyen kapatılmış olacaktır.

Halk Tv’nin Prof. Dr. Mithat Sancar’la iki gün önce yaptığı programı yukarıda yazdıklarımın hiçbirini unutmadan dikkatle izledim. Anlamlı tek bir soru sormaktan özenle kaçınan iki program yöneticisinin Sayın Eşbaşkan’ı harikulade bir ambalaj içinde nasıl parlattıklarını ve gollük paslarla rahatlattıklarını ilgiyle izledim.

Sayın Sancar’ın ilkelerden söz edişine, bilge akademisyen yüksek entelektüel tavrına, sergilediği empatiye hayran oldum,  o sırada birlikte olduğum insanlarda yarattığı sempatiye hayret ettim.   Sanki bir Kuzey Avrupa ülkesinin liberal parti başkanı, Belçika televizyonuna mülakat veriyormuş ya da ben uzayda yaşıyormuşum gibi hissettim.

Karşınızdaki adam hukuk profesörü, sorsanıza “HDP nasıl bir anayasa istiyor?” “Barış Çözümü’nden ne anlıyorsunuz?”  “Ana dilde eğitim nasıl olacak?”  “Türkiyelilik ne demek, iki halk nasıl oluyor,” diye… Program bu konuların yanına bile yaklaşmadı.

Peki bütün bunlardan ve HDP’nin son günlerde yaptığı siyasî manevralardan ne anlıyoruz?

PKK’nin siyasî uzantısı olan HDP’nin kendisini ortaladığını, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına örtülü  destek vermekle birlikte  Millet İttifakı’na ve Cumhur İttifakı’na   mesafeli durduğunu, çevresinde vızıldaşan sol partileri sırtına alarak  parlamentoya taşımaktan vazgeçtiğini, çizgisini yeni bir  Çözüm Süreci ihtimalinin ağırlık kazanacağı tarafa doğru bükmeye hazırlandığını anlıyoruz.

HDP’nin büküleceği taraf, Abdullah Öcalan’ın akıbetine ve yeni Çözüm Süreci’nin şekillenmesine bağlı olarak Millet İttifakı da Cumhur İttifakı da olabilir. Hüda-Par’la yetinmeyen AKP seçimlere çeyrek kala kullanışlı bir âlet olarak Öcalan’ı sahneye çıkarıp  HDP’nin tabanını allak bullak edebilir. Bu yönde hazırlıklar ve pazarlıklar yapıldığını biliyoruz.  Vatansever Doktor Doğu Perinçek’in Kasım 2020 gibi erken bir tarihte “Abdullah Öcalan yakın zamanda Tv’ye çıkarılacak” sözünü ben hâlâ ciddiye alıyorum.  Kendisi elinde bir buket karanfille İmralı’ya gidip Reis adına pazarlık yapmış bile olabilir. Saray’ın önündeki maçı almak için kurmayacağı ittifak, yapmayacağı şey yoktur.

Saray’ın geniş bir alanda manevra yapabileceğini anlayan HDP mayınlı sahalarda dolaşmaktansa (bir tarafta İYİP tabanı, öteki tarafta MHP ve Hüda-Par) gelişine göre her topa çıkabileceği bir konumda mevzilendi. Sayın Sancar’ın ilkelerimiz, programımız diyerek dolana dolana anlattıklarından çıkarılabilecek yegâne sonuç budur.

Son söz: bu sistemde HDP kapatılamaz, kılık (parti) değiştirerek varlığını sürdürmesi önlenemez. Kasım 2016’da Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerleri tutuklandığında, HDP sosyetesi Diyarbakır Parkı’nda toplanmıştı. O gün yanlarına kimse gelmedi. Kürt yurttaşların PKK’nin baskısından, özerklik ilan etme macerasından, evlatlarını kaybetmekten yıldığı, PKK’nin sadece felakete yol açtığını anladıkları andır. HDP’yi o zaman kapatmak gerekirdi. Düştüğü her defasında onu kaldırdılar, zayıfladığı yerde uluslararası destekle, medya marifetiyle içeriden dışarıdan güçlendirdiler ve nihayet seçimlerde anahtar parti hâline getirdiler. Veryansın, 24.03.2023