NÜKLEER SAVAŞIN EŞİĞİNDE DURMAK

Yavuz Alogan          

        Birinci ve II. emperyalist paylaşım savaşları “kesin sonuçlu” savaşlardı.   Nükleer silahların ortaya çıkışı bu döneme ebediyen son verdi. Başka deyişle, nükleer silahların varlığı, paylaşım mücadelesine giren büyük emperyal güçler arasında olan ve olabilecek konvansiyonel çatışmaların sınırını belirledi. Bu sınıra yaklaşan her çatışma barışla sonuçlanacak, baskın güç yıpranan güce bir hayat alanı bırakarak ona kendi şartlarını dayatacaktır.  

        Bir emperyalist gücün bir diğerinin askerî güçlerini imha etmesini, topraklarını istila etmesini, bütün kaynaklarına el koyarak öncekinden tamamen farklı bir dünya düzeni kurmasını sağlayan “kesin sonuçlu” savaş, nükleer silahlar sayesinde yerini hibrit savaş, vekâlet savaşı ya da yıpratma savaşı denilen, “kesin sonuçlu olmayan” bir savaş tarzına bıraktı.

Amaç, düşmanı yok etmek değil, evreler halinde zayıflatarak geri çekilmeye, stratejik alanları boşaltmaya zorlamaktır. Taktik planda bu savaş bir dizi çevrelemeyi (“contain” etmeyi), kuşatmayı, düşman mevzilerini ani manevralarla boşaltarak cephe değiştirmeyi, geri çekilme yollarını kapatmayı, düşmanın ikmal ve iletişim hatlarını bozmayı, yanıltmayı, ittifakları dağıtmayı, ekonomik sabotajları vs gerektirir.

ABD’nin taşeronu Ukrayna ile Rusya arasında sürmekte olan savaşta bütün bu özellikleri görmek mümkündür. Bu savaş üçüncü emperyalist paylaşım savaşının sıcak çatışma cephesidir.  Cephenin gerisinde yer alan esas güçler, enerji kaynaklarını ve nakil güzergâhlarını, ticaret yollarını ve ticarî malların toplanma ve dağıtım merkezlerini denetlemek için mücadele eden ABD ve Çin’dir.

Profesyonel askerî uzmanlar ilk iki emperyalist paylaşım savaşını incelemişler, savaşın gidişatını ve neticesini belirleyen, dönüm noktası niteliğindeki olayları saptamaya çalışmışlardır.  

İngiliz askerî teorisyen ve harp tarihçisi Sir Basil Henry Liddell  Hart bu uzmanlardan biridir; II. Dünya Savaşı’nın bütün cephelerini  her iki tarafın izlediği taktikler düzeyinde incelemiş, savaştan sonra esir alınan Alman generalleriyle uzun askerî/teknik mülakatlar yapmıştır (bkz. Hitler’in Generalleri Konuşuyor, Kronik Kitap 2019).

Liddell Hart’a göre, Nazi Almanyası için dönüm noktası, Rusların Berlin’e girmelerinden beş yıl önce gerçekleşmiş; Hitler, İngiliz  ordusunun Dunkirk’ten tahliyesine izin verdiği anda (1940)  stratejik yenilginin yolunu açmıştı (Liddell Hart, Strateji, Dolaylı Tutum, T. C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Stratejik Etütler Dairesi Yayınları 1973, s. 267). Hatanın sebebi, Hitler’in Komünizm’e (SSCB) karşı İngiltere’yi yanına çekme umuduna kapılmış olmasıydı. Bu umudu, Churchill ile Roosevelt Atlantik Bildirisi’ni (1941) imzaladıktan sonra bile, savaşın son safhasına kadar saplantı hâlinde sürdürdü.

İleride Rusya’nın tarihini yazacak olanlar, bu ülkenin stratejik yenilgi anını muhtemelen 8 Aralık 1991 olarak saptayacaklardır.  O gün, Putin’in daha sonra “Yirminci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi”  olarak tanımlayacağı Belovej Anlaşması’yla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldı. Böylece tahakküme dayanan Çarlık rejimiyle, ardından bir tür reel sosyalist ideolojiyle kendi içindeki milliyetlerin birliğini sağlayan emperyal Rusya küçülerek gevşek bir federasyona dönüştü.

Dağılma kararı ile Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başladığı 24 Şubat 2022 arasında geçen süre, Bolşeviklerin mezara koyduğu ve Putin’in bir hortlak olarak mezardan çıkardığı Ortodoks Rus Çarlığı ideolojisiyle bu gevşek federasyonun bir arada tutulamayacağını gösterdi. Rusya’nın bir süper güç olmadığı, Sovyet halkının emeğini yağmalayan gerici bir oligarşinin yönettiği, nükleer silahlara sahip bir akaryakıt pompa istasyonu olduğu Ukrayna sahasında kanıtlandı.

“Rusya’nın sınırları yoktur” diyen Putin’in, Belovej Antlaşması’yla terk edilen Ukrayna’yı geri almak için başlattığı stratejik hedefi belirsiz ve hesapsız saldırı, tam da Atlantik emperyalizminin Rusya’yı iyice yıprattıktan sonra küçülterek aradan çıkarmak için beklediği hamleydi. (ABD sonuçsuz kışkırtmalarla Çin’in de benzer bir hamleyi Tayvan’a yapmasını bekliyor.)   

Kırım’ın ilhakını basit protestolarla geçiştiren Batı, Ukrayna’nın tamamını işgal etmeye gücü yetmeyen Rusya’nın çekilmek zorunda kaldığı   bölgeleri (Donetsk, Luhansk, Zaporejye, Herson) Rusya’nın yeni sınır hattı olarak kabul etmedi ve savaşı tırmandırarak sürdürdü.

ABD’nin Ukrayna sahasındaki stratejisi, Avrupa’yı arkasında tutarak ve kıtanın kaynaklarını kullanarak Rusya’yı yıpratmak ve Putin oligarşisini devirerek Rusya’nın Batı’yla siyasî entegrasyonunu sağlamaktır.

Rusya’nın şimdiki (düzeltilmiş) stratejisi, yeni sınır hattı olarak ilan ettiği bölgeyi tahkim etmek ve Odessa’yı alarak Karadeniz’i Ukrayna’ya kapatmak, yanı sıra nükleer blöfle ABD’yi barışa zorlamaktır. 

Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargonun etkili olmadığı, Rusya’nın Avrupa’yı tarafsızlaştırmak, en azından bölmek için enerji silahını kullanma girişiminin yetersiz kaldığı görüldü.  Rusya savaşta sivilleri ve kent altyapılarını hedef aldıkça düşman cepheyi genişletti ve güçlendirdi.

Çin’in 12 maddeden oluşan “tutum açıklaması”yla üstlendiği arabuluculuk rolü Batı’da hiçbir etki yaratmadı. “Soğuk Savaş mantığından çıkılsın” ya da “Düşmanlıklara son verilsin” gibi temennilerden oluşan açıklamanın son maddesi (çatışma sonrası yeniden yapılanma) savaşın varacağı yeri işaret etmekte ve örtük biçimde uzlaşma önermektedir.  

Çin, ABD’yi tecrit ederek Avrupa’yla ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışacak, Rusya’nın askerî/stratejik müttefiki gibi görünmemek için elinden geleni yapacak, Rusya’nın yıpranması ve Kremlin’deki iktidar yapısının değişmesi hâlinde Kazakistan ve Sibirya yönünde, Tibet-Sincan-Moğolistan-Mançurya hattının kuzeyinde nüfuz alanı elde etmeye çalışacaktır.

Rusya’nın nüfusunun az topraklarının geniş, Çin’in ise nüfusunun çok topraklarının az olduğunu, iki ülkenin aynı ideolojiyi paylaşırken bile görünüşte teorik (Huruşov revizyonizmi, sosyal emperyalizm vs), gerçekte ise stratejik nedenlerle birbirine düşman kesildiğini, sınır çatışmalarına girdiğini, 1970’lerde Çin’in  ABD’yle anlaşarak  Batı’nın Rusya’yı çevreleme siyasetinin en kararlı  savunucusu olduğunu  ve  güçlü bir  “Üçüncü Dünya Hareketi”nin varlığını sürdürdüğü koşullarda bile jeopolitik nedenlerle emperyalizmle 20 yıl savaşan  Vietnam’a saldırdığını (1979)  unutmamak gerekir.

Tekrar başa dönecek olursak, konvansiyonel çatışmanın nükleer savaşın eşiğinde duracağını; Rusya’nın 1991’de uğradığı jeopolitik felaketin sürmekte olduğunu; Ukrayna-Rusya savaşından sonra ABD ile Çin arasında, sınırını yine nükleer silahların belirleyeceği bir Soğuk Savaş’ın başlayacağını ve bu savaşın yenilenmiş bir BM temelinde yeni bir kapitalist dünya düzeni kuruluncaya kadar insanlığı tehdit edeceğini söylemek mümkündür. Kesin sonuçlu topyekûn savaş nükleer silahların varlığı nedeniyle imkânsızdır.

Yukarıdaki görüşler hipotetiktir.  Prospektif (ileriye yönelik) her görüş hipotetiktir. Bunlar tarihsel süreç içinde değişen koşullara bağlı olarak doğrulanır ya da yanlışlanır. Netice olarak sermaye birikiminin ve ihracının aşırı silahlanmayla at başı gittiği, insanlar dâhil her şeyin alınıp satıldığı, baştan sona kapitalist bir dünyada emperyalist paylaşımdan söz ediyoruz.  

Taraf tutmak ya da tarafların gönüllü etki ajanı olmak, hâkimiyet mücadelesi veren nükleer güçlerden birini mazlum, diğerini zalim göstermek gibi bir mecburiyetimiz yoktur. Zulüm sicilleri birbirine yakındır.  1970’lerde sosyalist ülkelerin dış politikalarını devrim stratejisi olarak uygulamaya kalkan bazı sosyalist örgütlerin görüşleri bugünün ışığında komik birer karikatür gibi görünmektedir. Veryansın, 03.03. 2023.