SİZİ KURTARACAK OLAN

Yavuz Alogan

        Sahici bir devlet, demokrasi varsayımından hareketle maksat seçim olsun diye zar atmaz, attırmaz. Önce bütün halk sınıf ve tabakalarının, her türlü siyasî görüş ve akımın ülkenin kimliği üzerinde mutabakata varması gerekir.  Bu mutabakat yoksa seçeceğiniz şey de yok demektir.

Halkın temsilcilerinden oluşan bir Kurucu Meclis misak-ı millî’yi yeniler. Toplum Sözleşmesi’ni halkın oyuna sunar. Sözleşme halkın serbest iradesiyle kesinleştikten sonra, mutabakata ters düşen siyasî akımların örgütlenmesine izin verilmez.  

Tarih boyunca demokrasi denilen yönetim biçimi her defasında aşağı yukarı bu şekilde kurulmuştur. Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olan kralın ya da toplumun sadece tek bir fraksiyonunu temsil eden parti devletinin iradesi, onunla mücadele eden halkın iradesiyle çarpışmış, ulus-devlet ve demokrasi bu çarpışmadan doğmuştur.

Bu bağlamda kimlik tespiti çok önemlidir. Devlet’in ve ülkenin kimliği anayasada yazar. Kendisinin yurttaş mı yoksa müşteri mi, Türk mü yoksa Türkiyeli mi olduğunu, nüfusa kayıtlı insanlara ümmet mi yoksa millet mi diyeceğini, itaat etmek durumunda olduğu yapının modern bir ulus-devlet mi yoksa 36 etnik grup ve iki milliyetten oluşan anasır-İslâm mı olduğunu, ülkede halkın mı yoksa çeşitli halkların mı yaşadığını insanlar nereden bilecekler, kendilerini nasıl tanımlayacaklar?

Elbette Allah’ın rızasıyla değil, halkın rızasıyla yapılan bir Anayasa’ya göre tanımlayacaklar. Peki anayasayı kim yapacak?  Yaptığı anayasaya hangi kimliği yazacak? Parlamentoda çoğunluğu her nasılsa ele geçiren herhangi bir partinin kendi kafasına, ideolojisine, meşrebine ve fantezilerine göre “sıfırdan” anayasa yapmasına izin mi verilecek?

Anayasa hukukunda yazmasa da tarihsel olarak iki tür anayasa vardır.  Sığır derisiyle kaplı olanlar ve insan derisiyle kaplı olanlar. Birincisi meclis komisyonlarında yazılır, ikincisi ise sokaklarda, meydanlarda yazılır.

Halk sığır derisiyle kaplı  anayasaya sahip çıkmaz, ihlal ya da ilga edilmesiyle ya da delik deşik edilip rafa kaldırılmasıyla zerre kadar ilgilenmez. Böyle bir anayasanın yukarıdan verdiği haklar yine yukarıdan alınır. Oysa sokakta kanla irfanla, emekle, kitlesel mücadeleyle yazılan anayasaya halk sahip çıkar, onu korur ve gözetir. Mücadele içinde oluşan kendi kimliğini onda bulur. İşte o zaman seçim sandığına anayasal bir devlette yaşamanın bilinciyle gider, programları ne kadar farklı olursa olsun oy vereceği bütün partilerin kendi kanıyla yazılmış, derisiyle kaplanmış anayasada birleştiklerini, ona saygı duyduklarını bilir.

Peki kimliği kaybolmuş yurttaş ne yapar? Seçimlerde kime oy verir?  Siyasî adaylar yelpazesine baktığında, adayların ortak bir anayasal zeminde birleşmediklerini, her birinin koltuğunun altında ayrı bir anayasa olduğunu görünce ne düşünür, neye güvenir?

Siyasî partiler yelpazesinin bir ucunda domuz bağıyla adam öldüren caniler, öteki ucunda Yankee parasıyla ordu kurup iç savaş çıkarmaya çalışanların siyasî mümessilleri, tepede kader planına göre halkı söğüşleyen mafyalaşmış bir çete, ortada şahsi ve siyasî her türlü menfaatini müstevlinin siyasî emelleriyle tevhit etmeye hazır, artist gibi dolaşan, sağına döndüğünde başka soluna döndüğünde başka konuşan, “lider” denilen siyaset baronları…

Üstelik zarlar hileli olacak. Yerli yabancı bütün istihbarat örgütleri dü-şeş gelsin diye zarlara cıva enjekte etmekle meşgul. Hile fark edildiğinde itiraz edilecek merci yok. Kötü zar gelirse parklarda bahçelerde toplanıp sağa sola ateş açacak, sandığı devirip siper yapacak lumpen  takımları zulada bekliyor.

Evine ekmek götüremeyen, deprem enkazının önünde çaresizce bekleşen, ormanlarda yanıp sellerde boğulan, yakınlarını kimsesizler mezarlığında arayan, çocuklarının eğitimi şüpheli, geleceği belirsiz insanlar; örgüt diye önlerine ortaçağ tarikat ve cemaatleri konulan, seslerini ancak siyasîlerin ya da muhalif medyanın uzattığı mikrofondan duyurabilen yurttaşlar ne yapacaklar?

Örgütlenecekler ve haklarını arayacaklar. Büyük kitleler oluşturup sağlam duracaklar. Başka çare yoktur.

Adında “devrimci” sıfatı olan sendikanın başındaki şahıs Çalışma Bakanı’na “sosyal politika” önerisi sunup aferin alacak yerde, sendikasını güçlendirecek, kitlesini sokağa çıkarıp meydan okuyacak.  Yurtlarından kovulan, okulu kapatılan öğrenciler   dışarıda gelecek arayacak yerde birleşecekler, gövde gösterecekler. Sosyalist olduğunu iddia eden partiler alengirli seçim pazarlıklarına girecek yerde, parlamentonun ve siyasî partilerin üzerinden konuşarak halkı toplanmaya çağıracaklar. Siyasî partilerin Cumhuriyet’in Kuruluş İlkeleri’ne ve Devrim Kanunları’na bağlı  unsurları, kendi parti yönetimlerini gerektiğinde değiştirebilecekler.

Hep birlikte Toplum Sözleşmesi’nin şartlarını ve maddelerini bu şekilde, kitlesel  mücadele içinde, devrimci yöntemle oluşturacaklar.

Sosyal ve laik hukuk devleti ve gerçek demokrasi başka türlü kurulamaz. Sonunda zaten böyle kurulacak!  Böyle kurulmazsa halk etnik ve mezhebî olarak daha da bölünecek, siyasî ortam 1975 sonrası Lübnan’a dönecek, sonunda seçmenler sandık başına kalaşnikofların gölgesinde gidecekler ve nihayet ülke Yugoslavya benzeri bir akıbete uğrayacaktır.

Mevcut koşullarda, her türlü denetimden azade yöneticiler her kim olurlarsa olsunlar, haklar özgürlükler şöyle dursun yukarıdan zırnık vermeyecekler; gelen gideni aratacak, pastanın en büyük dilimini gözünüzün içine bakarak yiyecekler.

Devlet’in denetiminden ve halkın öfkesinden korkmayan iktidar sahibi halka saygı göstermez, ne merhameti ne de insafı olur. İktidar sahibini geceleri uyutmayan korku, günümüzde demokrasinin en sağlam güvencesidir.

“Bunu yaparsam meydanlarda toplanıp bana yuh çekerler, sendikalar genel greve gider” diye korkuyorsa iktidar sahibi, demokrasi var demektir. Yirmibirinci yüzyılda her yerde başlıca demokrasi ölçütü (kriteri)  bu  olacaktır!

Şu soğuk pazar gününde seçimler olacak diye fazla umutlanmamanızı tavsiye ederim. Elbette sandık başına gidip oyunuzu vereceksiniz. Acaba kime vereceksiniz? Kime verirseniz verin, şunu unutmayın: Sizi kurtaracak ve suyun yüzeyinde tutacak olan kendi kollarınızdır! Veryansın, 19. 03. 2023