Yavuz Alogan
Nasıl gerçekleştiği bilinmeyen birden çok eşzamanlı olayın etkileşerek ortaya çıkardığı, sonuçları öngörülemeyen duruma belirsizlik diyoruz.
Belirsizlik durumunda birbirinin yolunu kesmeye ya da açmaya çalışan, politik iradelerini farklı siyasî hayat koşullarında oluşturmuş güçlerin konumunu ve hızını, dolayısıyla imkân ve kabiliyetlerinin olayları etkileme derecesini ölçemezsiniz. Bir bakıma bu, Alman fizikçi Werner Heisenberg’in “belirsizlik prensibi”ne (1927) benzer. Bu prensibe göre bir kuantum parçacığının hem konumundan hem de hızından aynı anda emin olamazsınız.
Siyasî toplumun bütün parçacıkları belirsizlik durumunda doğayı taklit eder. Her bir parçacık hayatta kalmak ya da gücünü artırmak için konumunu ve hızını değiştirir, böylece çarpışmalar başlar. Her çarpışma her bir parçacığın konumunu ve hızını bir kez daha değiştirerek öngörülemeyen, beklenmedik sonuçlara yol açar. Konumunu değiştirip hızını artırarak bir bilardo topu kümesine çarpan tek bir topun bütün topların konumunu değiştirmesini ve her bir topun kazandığı hızın yol açacağı çarpışmaları düşünelim.
İmamoğlu’na verilen ceza tam da böyle bir etki yaratmış, belirsizliğe yol açmıştır.
Belirsizlik durumunda kesin sonuçlu analiz yapmaya kalkışmadan, tekil durumlara yol açan etkenleri anlamaya çalışmak gerekir. Önce anlayacaksınız ki analiz edebilesiniz. Anlamadığınız şeyi nasıl analiz edeceksiniz? Anlamak için de bilgiye ulaşmanız gerekir. Bilgisine ulaşamadığınız olayı anlayamazsınız. Olsa olsa yarım yamalak, çelişkin bilgilerle anlamaya çalışırsınız. Bunun üzerine bir de kesin sonuçlu analiz bina ederseniz belirsizliğe katkıda bulunmuş olursunuz.
Ayrıca sınıfsal tabanı olmayan, etnik ve mezhebî olarak bölünmüş, çoğu ülke dışından kurgulanmış, komplolarla kurulmuş ya da hizaya sokulmuş, geçmişten gelen hiçbir siyasî geleneğin temsilcisi olmayan, sağ-sol-merkez gibi bir konumda yer almayan, mafya tarzında yönetilen, iç ve dış komplolara göre vaziyet alan partilerin nesini analiz edeceksiniz?
Üstelik ülkede başta anayasa olmak üzere neredeyse her kanun defalarca göz göre göre ihlal edilmiş, en temel hukuki güvence olan adil yargılanma hakkı, hâkim teminatı (habeas corpus) siyasetin kaprislerine feda edilmiştir. Böyle bir yerde orman kanunu işleyecek ve hiç kimse kurduğu oyunun sonucundan emin olamayacaktır.
O hâlde dedektif gibi düşünmek gerekir. Dedektif düz ve basit mantık yürütür, kestirmeden giderek delilden sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat deliller kesin değilse faili bulmak yine zorlaşır. Bu durumda bir spekülasyon aralığı açılır, herkes kendi meşrebine ve niyetine göre delil icat edip yorum yapmaya başlar. Fakat bu aralık geçicidir; bir zaman sonra mutlaka kapanacaktır; barika-i hakikat (hakikat güneşi) bazılarına ışık, bazılarına karanlık gölgeler getirerek ortaya çıkacaktır.
Spekülasyon aralığından bakıldığında görülenler şunlardır:
Sayın Reis seçim öncesinde İBB’ye çökerek İstanbul’da yuvalanan ve arpası kesilen tarikat ve cemaatleri sevindirmek, şehrin kaynaklarına el koyarak taraftarlarını coşturmak istemiş olabilir.
Lakin tecrübeli Reis’in bu kadar ucuz bir kazanım uğruna orta vadede ağır bir imaj kaybını göze alması pek mümkün görünmediği için Saray’da yuvalanmış bir kliğin bu tezgâhı kurup işletmiş olması da mümkündür. Evrensel ve tarihsel olarak Saray, tanımı gereği, farklı çıkarların çatıştığı, ajanların ve kliklerin Kralı etkilemek için örtülü faaliyet yürüttüğü bir entrika yuvasıdır.
Temyiz süreci kısa sürer ve karar onaylanırsa Reis’in İstanbul’u geri almak istediği; temyizde karar bozulur ya da süreç zamana yayılırsa Reis’ten habersiz tezgâh kurulduğu anlaşılır.
Kılıçdaroğlu’nun aldatılarak Almanya’ya gönderildiği ve oradan apar toprak getirilerek madara edildiği anlaşılmaktadır. Genel Başkan’ın Almanya’dan dönerek partililerine hitap etmesini beklemeyen İmamoğlu’nun, yüzünde “Rabbiyessir” gören ve Cumhurbaşkanı olması için kendisine neredeyse davul zurnayla destek veren Akşener’i karar açıklandıktan sonra Saraçhane’de kürsüye çıkarması tek kelimeyle siyasî bir skandaldır. İnsan genel başkanını bekler!
İmamoğlu’nun “tarihi” konuşmasında birkaç kez İstanbul’u bütün Türkiye’yle birlikte anarak, “gençliğim var … bu omuzlar her yükü taşır” diyerek genişlettiği tesir sahası, Kılıçdaroğlu’nun “16 milyon seni kucaklıyor” sözleriyle daraltılmış, Akşener’in “16 değil, 85 milyon senin arkanda” sözleriyle tekrar genişletilmiştir. İki adamın Cumhurbaşkanlığı için rekabet ettiği açıkça görülmektedir. Sayın Saray rakip olarak karşısında Kılıçdaroğlu’nu istemekte, İmamoğlu’ndan ise çekinmektedir.
Altılı Masa’daki beş başkanın Kılıçdaroğlu aday olmasın diye İmamoğlu’na razı olması mümkün, karışıklık durumunda Meral Hanım’ın aradan sıyrılıp aday olması ise muhtemeldir.
CIA ajanı Henry Barkey İmamoğlu’nun mahkûm edilmesinden sonra iki büyük kaybedenden birinin Erdoğan, diğerinin ise “cumhurbaşkanlığı için ortak aday olacağını sanan” Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu söylemiştir.
Küresel sistemin İmamoğlu’nun şahsında ve toplam formasyonunda Zelenskiy ya da Şaakaşvili gibi seçilmiş adamları andıran bir gevşeklik, kolayca doldurulabilecek bir zihinsel boşluk gördüğünü anlıyoruz. ABD ve AB’nin siyasî toplumu “demokrasi” adına CHP-İYİP-HDP koalisyonuna doğru bükmeye çalıştığını, Saray’ın ise bu ihtiyacı anlayarak mutasavver koalisyonun yerine getirmesi beklenen göreve talip olmaya çalıştığını fakat siyaseten katettiği mesafe böyle bir rol değişikliğine müsait olmadığı için tuhaf ve çaresiz bir manzara arz ederek debelendiğini görüyoruz.
Bu bükme çabasının AKP’nin gerileme sürecinde nasıl sonuç vereceğini, sahici bir değişim bekleyen halk kitlelerinin her şeyin çok güzel olacağına nasıl ikna edileceğini doğal olarak bilemiyoruz. Ancak olayların RAND Corporation’ın Ocak 2020 tarihli raporuna şimdilik uygun biçimde geliştiğini görebiliyoruz. Raporda “otokrat Erdoğan’ı devirebilecek en zorlu aday Ekrem İmamoğlu” denilmektedir.
İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile baş başa balık yediğini ve ülkesine döndüğünde İngiliz istihbarat servisi MI6’nın başına geçen Büyükelçi’ye, 11 Nisan 2020’de, “Türkiye sevginizden hiç şüphemiz yok, Mr. Moore! Organize kötülük her yerdedir, ancak Türk insanı her zaman kimin dostu olduğunu bilir!” diye şaklaban bir tivit attığını ben şahsen unutmam.
Ancak ilkel toplumlar ya da sömürge ülkelerin çaresiz halkları yabancı devletlerin “kurtarıcı” diye parlattıkları adamların peşinden giderler.
Belirsizliğe rağmen Saray’ın aşırılığı karşısında Altılı Masa’nın halkı sokağa çağırmak zorunda kalması olumlu bir gelişmedir. Halk yolunu sokakta bulur. Bir dizi ara evreden geçilecek, her evre mevcut gerici ve baskıcı yapıyı biraz daha çözecek, ortaya yeni güçler ve kimsenin öngöremediği bir dizi sonuç çıkacak, her şeyin nasıl çok güzel olacağı zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Bu aynı zamanda bir uyanış sürecidir. Şimdilik siyasî İslamcı diktatörlükten daha kötü bir seçenek yoktur. Bertaraf edilmesi gereken tehdit ve tehlike sıralamasında Saray birinci sırada, Altılı Masa ise ikinci sırada yer almaktadır. Veryansın, 16. 12. 2022