AHLAKSIZLIK VE CASUSLUK

Yavuz Alogan

1980’lerin son yıllarıydı. Yakından tanıdığım birinin para karşılığında İngiliz elçiliğine düzenli aralıklarla Türkiye’nin siyasî durumu hakkında rapor verdiğini öğrendim. Kendisi hem örgütlü bir sosyalist, hem de faal bir akademisyendi. İnternet henüz yoktu. Raporunu herhalde daktiloyla yazıp zarf içinde teslim ediyor, parayı da nakit olarak elden alıyordu.

Olayı anlamaya çalıştım. Bilgi değil yorum sattığına göre bunun bir casusluk faaliyeti değil, ilkesizlikten kaynaklanan bir ahlaksızlık olduğu sonucuna vardım.

Askerî/stratejik konularda yazdığı makaleleri dikkatle okuduğum, bilgili, analitik zekâsı yüksek, DEVA partisi üyesi bir emekli subay vardı. Bir garajda yabancı bir elçilik mensubuna rapor verip para alırken yakalandı, 16 yıl hapse mahkûm edildi.

Ordudan ayrılalı altı yıl olmuş biri çok kritik belgeleri aktarmış olamazdı, muhtemelen sağdan soldan duyduğu bilgileri mesleki deneyimiyle yorumlayıp satıyordu. Sattığı bir birim yorumun değeri 400 dolarmış.  Casusluk değil ahlaksızlık yaptığını, orduya ihanet ettiğini düşündüm.

Bir profesör, asistanına ödev vermişti. Ege bölgesindeki bazı köyleri dolaşacak ve Dersim İsyanı’ndan (1936-37) sonra bölgeye göç eden ikinci, üçüncü kuşaktan Kürt Alevi ailelerle mülakat yapacaktı.  Asistan görevini yaptı, yüzlerce sayfa tutan dokümanı hocasına teslim etti.  Değerli bilgiler içeren dokümandan bir daha ses çıkmadı. Ne bir yayında yer aldı, ne de bir atıf yapıldı. Asistan mecburen sustu.  Burada da şüpheli bir akademik ahlaksızlık olduğunu düşündüm.

Örnekler çoğaltılabilir, STK’ları, yabancı ülkelerin kurdukları vakıfları, tekil gazetecileri, akademisyenleri, politikacıları kapsayabilir.   Türkiye’den her türlü bilgi ve yorumun   yabancılar tarafından küçük paralar karşılığında alınabildiğini anlıyor, bazı akademisyenlere araştırmalar yaptırıldığını, önemsenen kişilere kitap yazdırıldığını biliyoruz.

AB Türkiye temsilcisi Karen Fogg 2002’de Türkiye’nin anlı şanlı gazetecileriyle “Ödeme mümkün şekerim, makbuz gönder” seviyesinde konuşuyordu. Açığa çıkan e-postalarının birinde, aralarında gazetecilerin, tv programcılarının, sendikacıların bulunduğu topluluğu kastederek “Onlara paradan söz ettim, gözleri parladı,” diyordu. O sırada kendisi, Rauf Denktaş’a karşı Türkiye’de kamuoyu oluşturmaya çalışıyor, gazetecilere para mukabilinde makale yazdırıyordu.

Almanya’da çıkan Der Spiegel dergisi 2014 yılında Amerika’nın  Türkiye’yi dinlediğini, ABD istihbarat servisi NSU’nun casusluk faaliyetlerini Ankara ve İstanbul’da kurduğu gizli birimler üzerinden yürüttüğünü yazdı. Aydınlık gazetesi    CIA-Pentagon ekibinin 35 kişiden oluştuğunu “Emniyet İstihbarat Dairesi ve Erdoğan’ın özel istihbarat ekibiyle  iç içe çalıştığı”nı yazdı. (Aydınlık, 02.10.2014). Bu haberlerin 17-25 Aralık (2013) “Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu”nun ardından gelmesi iddianın inandırıcılığını artırdı.

Neyse, uzatmayalım…

Profesyonel bir iş olan, ciddi bir eğitimi, pek çok yeteneği, işlevsel bağlantıları gerektiren casusluk mesleğinin günümüzde sulandırıldığını, çok farklı kılıklarda ve etkinlik derecelerinde seyreltilerek siyasî topluma, akademiye, sivil toplum örgütlerine, özetle tabana yayıldığını anlıyoruz. Meşhur istihbarat örgütü MI6’nın Başkanı Mr. Moore İstanbul’da basına açık toplantı yapıp Britanya hesabına casusluk yapmak isteyenler için “güvenli mesajlaşma forumu” kurduğunu ilan etti.    Türkiye’nin aynı zamanda MGK üyesi olan Maliye Bakanı ise İngiliz yurttaşı.

Türkiye’de iktidara giden yolun Vaşington ve Brüksel’den geçtiğini, hatta güçlü bir muhalefet partisi olmak için bile elçiliklere şirin, sempatik ve müsait görünmek, Chatham House’da beğenilmek gerektiğini bilmeyen tek bir siyasetçi var mı?  Emperyalizmin “yumuşak gücü” ülkemizde maalesef çok etkili.

Böyle bir ülkede siyasî iktidarın casus avına çıkıp bula bula İBB başkanını, onun danışmanını ve Merdan Yanardağ’ı bulması komik değil mi? Bu vesileyle İmamoğlu’nun boynuna bir tutuklama halkası daha geçirildi, hiçbir sermaye grubuna ya da mafya kılıklı esrarengiz patrona bağlı olmayan, onca çabayla, emekle kurulan tarafsız ve yurtsever Tele1 kanalı susturuldu.

FETÖ’nün savcıları ve adli takip ekipleri AKP’li avukattan bozma savcı ya da yargıçlardan oluşan şimdiki ekiplerden daha yetenekliydi. Bir kere dijital sahte belge üretebiliyorlar, sosyal psikoloji yöntemleriyle toplumu afallatacak, insanın aklını başından alacak sansasyonel çıkışlar yapabiliyorlardı: genel kurmay başkanı terör örgütü lideriydi, yüksek rütbeli askerler fuhuş ve casusluk yapıyor, hava kuvvetleri camileri bombalamaya hazırlanıyordu. Ayrıca o ekipler solcu gibi duran “askerî vesayet” düşmanı tanınmış entel dantel liboşların tam desteğine sahipti.  

Şimdikiler ise şaşırtıcı bile değil. Giderayak can havliyle rakiplerini siyaseten yok etmeye, Tele1 gibi bağımsız medya organlarını en kaba yöntemler ve saçma iddialarla susturmaya çalışıyorlar. Kendi siyasî partilerinin tam desteğine bile sahip değiller. Herkes neyin niye yapıldığını görüyor.

Bütün belirtiler bir dönemin sonuna geldiğimizi gösteriyor.

Yıkılan bütün kurumlar yeniden kurulabilir  fakat parayla zehirlenen  siyaset âleminden başlayarak aşağıya doğru yayılan ve genişleyen, şöhret budalalığının ve para sahibi olma ihtirasının yol açtığı, il ilçe belediye başkanından  Merkez Bankası yöneticisine,  apartman ya da site yöneticisinden futbol hakemine, yargıcından, emniyet mensubundan gazeteci yazarına, öğretim üyesine, mahalle muhtarına kadar toplumun pek çok kesimine sirayet eden yaygın ahlaksızlığı ya da  ahlaksızlığı meşru görme eğilimini söküp atmak o kadar kolay olmayacak. Adaletin kılıcını, eli titremeyen devrimci bir adalet duygusunu gerektirecek.

Ahlak sadece kişiye özgü vicdanî bir değer, insan karakterinin bir özelliği değildir; toplumsal hayatın maddi koşullarından, insanların hayat tarzından, üretim ilişkilerinden, yönetim anlayışından, ideolojik iklimden doğar; dolayısıyla tarihseldir.   Bu bağlamda ahlaksızlık da tarihseldir ve ancak devrimle aşılabilir.

Şu son yirmi üç yılın sonunda hukuk ile ahlak arasındaki bağlantıya duyulan güven çöktü, algılar gerçeklerin yerini aldı, bütün kültürler, siyasî gelenek ve görenekler yıprandı, bazıları yozlaştı, hatta çürüdü. Siyasî söylem ve manevralarla varılacak bir hedef, sandık demokrasisinden bir hamlede çıkabilecek tek bir çözüm bırakmadılar.  Veryansın, 02. 11. 2025  

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *