BOP’A İNANMAK

Yavuz Alogan

        Geçenlerde bir televizyon programında geleneksel Türk diplomatı ve eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’a soruldu: “Siz BOP’a inanıyor musunuz?”

        Sayın Müsteşar, güldü. “Çocukların oynadığı kulaktan kulağa oyununa benziyor,” dedi. Sonra, dudak bükerek, başka ülkelerde BOP diye bir kavramın tartışılmadığını, konunun “bize mahsus” olduğunu söyledi.

        Sonra anlatmaya başladı. ABD Başkan Yardımcısı Dick  Cheney 2001 yılında George W. Bush’a bir rapor sunmuş. Raporda, Ortadoğu’daki yatırım kurallarını güvenli kılalım, uluslararası piyasaları genişletelim, stratejik petrol rezervlerini güvence altında tutalım, deniyormuş.

        Sayın Büyükelçi Proje’nin alt yapısını bu şekilde açıkladıktan sonra, projenin toplumsal yönünü, Darul Hayat’ta çıkan eski bir makaleyi küçük hatıra defterinden özetleyerek anlattı.

        Projenin maksadı, Ortadoğu’da demokrasiyi ve iyi “yönetişim”i geliştirmek, eğitim kurumları açmak, kadın liderliğini sağlamak, her yeri STK’larla donatmakmış.

        Sayın Müsteşar, “BOP, işte bu,” dedi. “Bunun farklı bir yöne gittiğine dair ben bir şey duymadım, okumadım.”  Hemen ardından, Türkiye’de “BOP, BOP” diye tutturanların paranoyak olduğunu ima etti: “Türkiye’de bu tartışmaların neyin üzerine bina edildiğini ben bilmiyorum. Türkiye bu saplantıya kapıldı, çıkamıyor.”

        Projenin aslında mükemmel olduğunu söylüyor. Peki ne oldu da bölge kan revan içinde kaldı? Şöyle açıklıyor, Sayın Köksal: “Bölge halkının bu elbiseyi giyemediği ortaya çıktı.”

        Demek ki Ortadoğu halkları Amerikalıların biçtiği o mükemmel elbiseyi giyemediler.  Peki ama neden?  İstemediler mi, yoksa gösterilen elbise sahte miydi?     

 Suriye-Türkiye genel valisi Tom Barrack’ın daha önce yaptığı bir açıklama, Sayın Köksal’ın ABD’nin bölgeye bakışı konusunda yanıldığını ortaya koyuyor.  Boşboğaz  ABD Elçisi, muhtemelen kendisine verilen bilgi notlarından hareketle, şöyle demişti: “Aslında Ortadoğu diye bir şey yok. Yüz on farklı etnik gruba sahip 27 farklı ulusun siyasî kavramlarla uyum içinde olmasını beklemek imkânsız.”

        O zaman ne yapacaksınız? Yatırım kurallarını nasıl dayatacak, petrol rezervlerini nasıl güvence altına alacaksınız?  Elbette, kendisini ulus devlet zanneden 27  sefil ülkeyi (Condoleezza Rice 22 diyordu)  ateş, demir ve kanla parçalayacak, Batı ve İsrail’in kontrolünde hepsini bölge ya da şehir devletlerine böleceksiniz.

BOP’a ister inanın ister inanmayın, bunun anlamı Batı’nın Ortadoğu’yu  silah zoruyla  sömürgeleştirmesidir.

        Bunun ideolojik altyapısı 1990’larda atıldı, küresel entelektüeller ve akademi eliyle yeni tanımlar bütün dünyaya yayıldı. Evrensel insan ve yurttaş haklarının yerini dinlerin/mezheplerin, etnik grupların, cinsel tercihi farklı olanların hakları aldı. Devlet şirketleştikçe, bu grupların sözde hakları sınıf mücadelesinin, yurttaş inisiyatiflerinin yerini aldı,  STK’lar sendikaları, meslek birliklerini gölgede bıraktı.

        Ortadoğu’daki dönüşümün önündeki en büyük engel kapsayıcı ulus devlet anlayışına sahip; tam bağımsızlığı, iktisadi ve toplumsal kalkınmayı savunan Arap Sosyalist Baas hareketi ve Kemalizm idi.

        Arap milliyetçiliğini “sert güç” kullanarak ezdiler; Kemalizm’i ise 2000’lerin başından itibaren “yumuşak güç”le, evreler hâlinde devlet katından indirdiler. Sürecin katalizörü olarak siyasî İslâm’ı kullandılar.

        Bugün Filistin kurtuluş mücadelesi, emperyalizmin ve siyonizmin kukla gibi oynattığı siyasî İslâmcı örgüt sayesinde hayalet bina iskeletlerinin arasında zombi gibi dolaşan çaresiz, aç insanların hayatta kalma mücadelesine indirgendi. Dünya onlara acıyor. FKÖ’nün, Yaser Arafat’ın, Arap ülkelerinin harp okullarında eğitim gören onurlu askerî güçlerinin yerini, Filistin halkını İsrail’in önüne atıp tünellerde saklanan Hamas gibi cehaletin dibine vurmuş sorumsuz örgütler aldı. İsrail biraz çekilir gibi oldu, hemen kendi insanlarını “hain” diye sokak ortasında infaz etmeye başladılar.

Türkiye’de Devlet’i üniter yapıdan vazgeçerek kendi eliyle (Devlet gücüyle) bir Türk-Kürt-Arap federasyonu kurmaya ikna ettiler; yasama organını ülke içinde artık var olmayan “Kürt sorunu”nu çözmeye zorlarken, kuzey Suriye’deki SDG’yi diplomatik düzeyde desteklemeye, YPG’yi her türlü silah ve askerî kabiliyetle donatmaya devam ettiler.  

Ortamı hazırladıktan sonra, kesin sonucu “sert güç” kullanarak almaya karar verdiklerini gösteren sayısız belirti var.  İran’ın parçalanmasına ve/ya da  Kıbrıs sorununun alevlenmesine ayarlanan bir saatin tik-taklarını işitmemek için sağır olmak lazım.

Şarm el-Şeyh’te yapılan, esas tarafların katılmadığı sözde Gazze Barış Zirvesi’nde, ABD’nin öncülüğünde yeni bir savaş koalisyonu kuruldu.  Trump, otuz adet Batı, Doğu ve Ortadoğu ülkesini bir koyun sürüsü gibi güderek aynı savaş ağılına kapattı, anahtarını cebine koydu.  İki gün sonra İsrail, Lübnan’a saldırdı. İran’a saldırmak için  yapılan askerî yığınak tamamlanmak üzere. Rusya ve Çin’in Ortadoğu’yu Batı’nın insafına terk ettiği anlaşıldı.

Bu ahval ve şerait içinde insan merak ediyor.

Türk devlet bürokrasisi içinde Sönmez Köksal gibi  emperyalizmi bir yanılsama, BOP’u ise bazılarının paranoid saplantısı olarak gören kaç kişi var acaba?

CHP milletvekili Utku Çakırözer’ün NATO Parlamenterler Birliği’ne sunduğu rapor ya da Ekrem İmamoğlu’nun 2025 Nobel Barış Ödülü’nü kazanan, kendi ülkesini işgal etmesi için ABD’ye neredeyse yalvaran Corina Machado’yu “en içten duygularla” kutlaması ya da Özgür Özel’in  Namık Tan’ın aklıyla günümüzde hâlâ demokrasinin merkezi zannettiği AB ülkelerinden medet umması,   şu sıralarda il ilçe kongrelerinde sandalye kapmaca oynayan CHP üyeleri üzerinde bir etki, parti gençliğinde eleştirel bir dalgalanma yarattı mı? Dalgalanma bir yana, farkına vardılar mı, tartışıyorlar mı; çıktıkları kürsülerden tek bir ses, tek bir nefes geliyor mu?   

Parti’nin zirvesi, bir yandan Saray’a uzatılan sihirli emperyalizm çubuğunu bir ucundan tutmaya, mümkünse Reis’in elinden almaya çalışıyor. Öte yandan, “Halk aç kaldı, domates hıyar biber patlıcan kıyma alamıyor, o hâlde mecburen bize oy verecek” varsayımıyla Saray’ın hukuksuz, kaba ve pervasız darbeleri altında ayakta durmaya, önünde gördüğü seçim sandığına doğru sürekli kan kaybederek ilerlemeye çalışıyor.  Çölde serap görüyor da olabilir.

         (Bir de diyorlar ki ancak CHP’yi destekleyerek sosyalizmi inşa edebilirmişiz! Hadi ya…  Önce kamucu programı, antiemperyalizmi, Cumhuriyet Devrimleri’ne bağlılığı, kıvırtmayan bir laiklik savunusunu görelim. En azından Altı Ok’u görelim. Seçim kazanmak her şey değildir.)

Akıl tutulması ve afallama hâlinden Türk halkının çok sert bir silkinişle, yok oluşun, uçurumun eşiğinde ancak uyanabileceğini anlıyoruz.  Yüz yılı aşkın bir süredir hep öyle olmadı mı?  Veryansın, 19. 10. 2025

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *