DÜNYANIN DÜZENİ

Yavuz Alogan

         Büyük savaşlar cinayet işlemek ya da yeni silahları denemek için değil, elverişli şartlarda barış antlaşması yapmak, uluslar arasında yeni bir düzen kurmak için yapılır. Mantığı vardır.

         Mesela Hitler’in nihai amacı Aryen ırkın yönlendirdiği bir dünya düzeninde Avrupa’nın birliğini sağlamaktı.

         Nazilerin hukuk teorisyeni Karl Schmitt, evrensel olduğu farzedilen hukuk sisteminin 1918 sonrasında istikrarsız bir dünya yarattığını, yükselen Nazi Almanyası’nın uluslararası ilişkileri daha sağlam bir zeminde yeniden inşa etme fırsatı sağladığını söylüyordu. Yerkürenin güvenliği ancak bölgelere ayrılmasıyla sağlanabilirdi.

“Her bir bölge, kendi hâkim ‘siyasal fikri’ ve kendi hâkimiyet alanında dış müdahaleyi engelleme temelinde istikrarı sağlamakla görevli tek bir hegemon tarafından yönetilebilirdi.” Bu görev Avrupa’da Almanya’ya düşüyordu ve Avrupa için tasarlanmış bir tür Monroe Doktrini gibi görülüyordu. (Mark Mazower, İşgal Avrupa’sında Nazi Yönetimi, Alfa 2010, s.782 vd.)

         Yahudiler’in Avrupa’dan çıkarılması (giderek imhası), Slavların köleleştirilmesi gibi vahşi girişimler bir yana, Almanya bu jeostratejiyi savaş boyunca uygulamaya çalıştı; Avrupa ordularını dağıttı, Fransa’yı iki idarî bölgeye ayırdı, İtalya’nın yardımı ve İspanya’nın desteğiyle Avrupa güneyini ve Balkanlar’ı denetim altına aldı, Rusya’yla ittifak kurarak Polonya, Finlandiya ve Baltık bölgesini paylaştı ve nihayet Haziran 1941’de Rusya’ya saldırdı. Pearl Harbor’a (Aralık 1941) kadar ABD’yi tarafsız tutmaya ve savaşın sonuna kadar İngiltere’yle ittifak kurmaya çalıştı.

         II. Dünya Savaşı, tarafların yeni bir dünya düzeni kurmak için verdikleri bir ideolojiler savaşıydı. Sonunda Liberalizm ile Komünizm işbirliği yaparak Faşizm’i yendi. İşbirliği büyük tavizleri gerektirdi. Batı’nın Sovyetler Birliği’ne askerî yardımı ancak Kızıl Ordu’nun Stalingrad’da (Şubat 1943) kendisini ispatlamasından ve Stalin’in Komintern’i (Lenin’in kurduğu III. Enternasyonal) feshetmesinden (Mayıs 1943) sonra başladı (Sovyetler Birliği’ne savaş sırasında  Batı’nın askerî ve lojistik yardımına ilişkin yeni belgelere yer veren bir kaynak olarak bkz. Sean McMeekin, Stalin’in Savaşı, İkinci Dünya Savaşı’nın Yeni Tarihi, Kronik  2021).  Savaş sırasında Batı basınının “Uncle Joe” (Co Amca) dediği Stalin, Soğuk Savaş’la birlikte tekrar Kızıl Şeytan olarak anıldı.

         Fakat Stalin en büyük tavizi 9 Ekim 1944 günü Churchill’e verdi. Avrupa’yı yüzde hesabıyla nüfuz bölgelerine ayırdılar (bkz. Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a. Belge1990, II. Cilt, s. 150 vd.). Bunun üzerine Avrupa’nın güneyindeki ve batısındaki bütün komünist partizan hareketleri silahsızlandırıldı, direnenler ezildi.

İtalyan KP’sinin lideri Togliatti, Salerno Uzlaşması’nı (Nisan 1944-Haziran 1946); Yunan KP’sinin lideri Zahariadis  ise Varkiza Anlaşması’nı (Şubat 1945) onayladı. Bunlar teslimiyet anlaşmalarıydı. Kuzey İtalya’daki işçi hareketleri CIA marifetiyle (Gladyo  orada doğdu) yok edildi;  Yunan Demokratik Ordusu (DAG) ikinci iç savaşın sonunda silahsızlandırıldı. Böylece Sosyalist Balkan Cumhuriyetleri Federasyonu kurma girişimi yarıda kaldı. Buna karşılık Doğu Avrupa ve Baltık SSCB’ye bırakıldı. Tito’nun dirayeti ve Stalin’e kafa tutması sayesinde aradan sıyrılan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 1992’ye kadar dayandı.

Birleşmiş Milletler (1945) bu tavizler ve uzlaşmalar temelinde, savaş felaketlerinden ders çıkarılarak kuruldu. Soğuk Savaş’a ve zaman zaman şiddetlenen ideolojik mücadeleye rağmen Küresel bir örgüttü; Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’ndan UNESCO ve Dünya Sağlık Örgütü’ne, Dünya Bankası’ndan Gıda ve Tarım Örgütü’ne kadar pek çok bağlı ya da özerk yan kuruluşla desteklendi. İnsan hakları ve uluslararası hukuk alanında bütün devletlerin kabul ettiği normlar oluştu.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve meydanı boş bulan (meydan gerçekten boştu!) ABD’nin 11 Eylül 2001’den itibaren Afganistan’a ve Ortadoğu’ya saldırarak yeni bir düzen (BOP) getirme çabasıyla, Rusya’yı Doğu Avrupa’dan, Çin’i Pasifikten “çevreleme” siyasetiyle birlikte, BM Düzeni yaptırım gücünü, anlamını ve etkisini kaybetti. Dünya düzeni bozuldu. Ve nihayet Rusya’nın Ukrayna’ya girmesiyle birlikte, III. Dünya Savaşı’nın yeni ve tehlikeli evresi başladı.

Güvendiğim bütün askerî uzmanlar Rusya’nın içinden çıkamayacağı bir bataklığa çekildiğinde hemfikir. Rusya, Ukrayna’nın bölünmesine Batı’yı razı ederek geri çekilse bile, bu savaş farklı biçimlere bürünerek devam edecek ve yayılacaktır.

Bu savaşı öncekinden ayıran en önemli fark karşıt ideolojilerin olmamasıdır. Tarafların insanlığa aktarmak istedikleri değerler, kapitalizm dışında kurmak istedikleri bir sistem yok!  ABD küresel hâkimiyetini restore etmek, Rusya tarihsel imperum’una yönelerek kendisini bir tür Ortodoks Rus İmparatorluğu olarak dünyaya kabul ettirmek, Çin ise küreselleşmeyi savunurken dünya ticaret yollarını ele geçirip kapitalizmin geniş alanında hâkimiyet kurmak için mücadele etmektedir. Bütün taraflar üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin kabulü temelinde kapitalist ekonomilere sahiptir.

Batı’nın Rusya’ya ve kısmen Çin’e uyguladığı ekonomik yaptırımlar, küresel kapitalist ekonominin bütün bölümlerinin ulusal sınırların ötesinde karşılıklı olarak birbirine bağlı ve bağımlı olduğunu göstermiştir.  Çatışma aynı küresel ekonomik sistem içinde jeostratejik kazanım edinme, ticaret yollarını ele geçirme ya da genişletme, enerji kaynaklarını ve iletim yollarını denetleme çabasının sonucudur ve bu bakımdan  I. Dünya Savaşı’nı andırmaktadır.

Batı istihbaratının örgütlediği, tek amacı Avrupa Birliği ve NATO’ya girmek (!) olan Ukraynalı “faşistler”in durumu; Avrupalıların Dostoyevski ve Çaykovskiy’e gösterdikleri tepki ve Ortadoğu’daki (belki Peşaver ve Fergana’daki) vahşi cihatçıların Ukrayna’ya taşınması, ideolojik küresel çöküşü ya da kapitalizmin bir ideoloji olarak ne kadar yozlaştığını, evrensel kültürel değerlerin çürümüş ve iflas etmiş olduğunu daha şimdiden göstermiştir. (Beşar Esad: “Batı uluslararası hukuku bozarak dünyayı vahşi bir ormana dönüştürdü.”)

Mukayeseli gücü ve jeostratejik konumu dikkate alındığında Rusya’nın, Sovyet liderlerinin 1991’de sergiledikleri çapsızlığın ve ihanetin gecikmiş bedelini ödeyerek bu savaşın sonunda tek parça ya da bölünmüş olarak Batı’nın ya da Çin’in uydusuna dönüşmesi, ABD ile Çin arasında   yeni bir kapitalist dünya düzeni ve uluslararası hukuk ve ticaret mutabakatının oluşması ve kurallara bağlanması; aksi hâlde,   yeni bir Soğuk Savaş’ın başlaması en yüksek iki olasılıktır.

Küresel liderlerin, savaş felaketi yayılmadan akıllarını başlarına devşirerek, en azından Roosevelt-Stalin-Churchill kadar basiretli ve kurucu bir tutum almalarını, karşılıklı tavizler vererek fedakârlık yapmalarını ancak temenni edebiliriz.

En büyük tehlike, dünyanın sonunu getirecek bir nükleer savaştır.  II. Dünya Savaşı’nda nükleer bomba yoktu. Nagasaki ve Hiroşima ABD’nin güç gösterisinden ibaret kaldı. Bugün sadece ABD ve Rusya’nın elindeki nükleer cephanelik yeryüzünü insan, hayvan ve bitki varlığıyla birkaç kez yok edecek güçtedir. Bu güç karşısında savaşan tarafların haklılığı ya da haksızlığı, stratejik hesapları, niyetleri ve karşılıklı horozlanmaları, savaş heveslisi küçük taraftarların esip gürlemesi, güdük ve gülünç kalmaktadır.

İnsanlığın devamı nükleer silahların yok edilmesine, nüfus artışının denetlenmesine, çevre felaketinin önlenmesine; ve bunların temel sebebi olan vahşi kapitalizme ve dizginsiz serbest piyasa ekonomisine en azından makul bir alternatifin bulunabilmesine bağlıdır.  Veryansın, 18. 03. 2022