EMPERYALİST PAYLAŞIM SAVAŞI

Yavuz Alogan

         ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer silahlarla ilgili ilk anlaşma denemesi 1958’de yapıldı. Toplantının uzun bir ismi vardı: “Sürpriz saldırıyı önlemeye yardımcı olabilecek olası önlemleri inceleme ve bu konuda hükümetlere rapor hazırlama amaçlı uzmanlar konferansı.”

         Toplantı sonuçsuz kaldı. Gündemler çok farklıydı.

         O sırada ABD nükleer silahlarla yapılacak yeni bir Pearl Harbor baskınından korkuyordu. Sovyetler Birliği ise NATO’nun Batı Almanya’yı nükleer silahlarla donatarak başlatacağı yeni bir Barbarossa Harekâtı’ndan çekiniyordu.

         O dönemden günümüze kadar, 1963’te Beyaz Saray ile Kremlin arasında yapılan “kırmızı telefon” anlaşmasından, 1979’da Brejnev ile Carter arasında imzalanan SALT-II antlaşmasına kadar pek çok antlaşma, anlaşma, sözleşme, protokol denendi, sayısız kitap yazıldı, konferanslar düzenlendi.

         Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Varşova Paktı’nın dağılması ve NATO’nun Rusya’yı kuşatacak şekilde genişlemesiyle birlikte nükleer silahları önleme girişimleri sona erdi ve silahlanma yarışı dünyayı kaplayan kapitalizmle birlikte dizginlerinden boşalarak muazzam bir gelişme kaydetti.

         İki olay, ABD-NATO ile Rusya’yı Avrupa’da   karşı karşıya getirdi.

         Birincisi, Medvedev’in Rusya’yla kara bağlantısı olmayan Kaliningrad (orta menzilli) füze üssünü 2011’de törenle hizmete açması; ikincisi ise, ABD’nin  1987’de Sovyetler Birliği’yle imzaladığı ve bugünkü Rusya’nın da taraf olduğu Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF) 2019’da çekilmesidir.

         Rusya’nın Ukrayna’yı istila girişimiyle birlikte “nükleer savaş” tehlikesi 1962 Küba krizinden bu yana ilk kez karşılıklı tehdit düzeyinde açıkça dile getirilmiştir.

Parantez içinde belirtmek gerekir ki nükleer savaşla “vatan savunması” yapılmaz; jeostratejik kazanım sağlanmaz, nüfuz alanı elde edilmez. Nükleer savaşın yaratacağı felaket hiçbir stratejik mecburiyetle ve vatanseverlik duygusuyla savunulamaz, haklı çıkarılamaz. Caydırma özelliği zayıflamış (çünkü herkeste var), saldırı/tahrip özelliği ise yerkürede canlı hayatını yok edecek ölçüde güçlendirilmiştir.

         Cenevre Konvansiyonları’yla yasaklanan bütün silahlar savaş sahasında kullanılmaktadır, giderek daha fazla kullanılacaktır. Yenilme sürecine giren tarafın nükleer füzeleri ateşlemesi nasıl önlenecektir?  Günümüzde nükleer savaş felaketini önleyecek hiçbir uluslararası kurum ya da küresel otorite bulunmamaktadır.

         Ukrayna savaşına kadar ABD-NATO, Rusya’yı askerî üslerle kuşatmaya, Karadeniz’le bağlantısını kesmeye ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde karışıklık çıkararak Rusya’nın merkezî gücünü  coğrafî olarak dağıtmaya çalıştı. Buna karşılık Rusya, 2008’de (Güney Osetya) ve 2014’te (Kırım) sert güç kullanarak stratejik nüfuz alanlarını kontrol altına aldı, Ukrayna doğusunda Lugansk ve Donetsk bölgelerini tahkim etti.

         Ukrayna savaşıyla birlikte Rusya, ABD-NATO’nun stratejik konseptini bozdu fakat aynı zamanda Batı âlemini NATO’sundan AB’sine kadar birleştirdi. Kuşatmayı yardı fakat düşmanın bölünme ve gerileme sürecini durdurmuş oldu.  Savaşın kaderi Ukrayna savaş sahasında belirlenecektir. Bu bakımdan Ukrayna savaş sahası, dönemin bütün ideolojik/politik ve askerî güçlerinin II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde doğrudan ve dolaylı olarak hesaplaştıkları 1936-39 İspanya İç Savaşı’nı andırmaktadır.

         Rusya, Ukrayna’nın tamamını ya da sadece Dinyeper doğusunu istila eder (batısında silahtan arındırılmış bir tampon bölge bırakır) ve sahada istikrar sağlayabilirse, savaşı kazanmış olur. Fakat bu durumda  bile Rusya,  tarihsel imperium’una doğru genişleme cazibesinden kesinlikle   kurtulamayacaktır. (“Bizim çarmıhımız ağırdır,” demiş İvan İlyin.) Büyük Rus Stratejisi (Grand Strategy) bu ülkenin en azından Baltık Denizi’ne ulaşmasını ve Karadeniz’e hâkim olmasını gerektirmektedir (I. Dünya Savaşı’nda Çar II. Nikolay gibi İstanbul Boğazı’nı ve Marmara kıyı bölgelerini düşünmezler herhalde!). Rusya’nın bu yönde hareket etmesi, Atlantik elitleriyle hesaplaşıyoruz diye sevinen Dugin gibi meczupların “Grand Reset” dedikleri nihai hesaplaşmaya yol açacaktır: topyekûn bir sıcak dünya savaşı! (Sergey Lavrov: “Üçüncü dünya savaşı nükleer ve yıkıcı olur.”)

         Rusya’nın Ukrayna’da batağa saplanması ve ağır kayıplara uğraması Putin’in bir Kremlin klasiği olan saray darbesiyle devrilmesine ve Rusya’nın birkaç parçaya bölünerek Batı’yla politik (politik!) entegrasyonuna (1991’de başlayan ekonomik entegrasyon evreler hâlinde sürmektedir) yol açacaktır.

         Bu savaş, I. Dünya Savaşı gibi bir imparatorluklar savaşı ya da II. Dünya Savaşı gibi bir ideolojiler (faşizm-komünizm-liberalizm) savaşı değil, emperyalist ülkeler arasında cereyan eden saf anlamda jeopolitik bir paylaşım savaşıdır.

Bu savaşta kimin haklı ve masum, kimin haksız ve suçlu olduğunu tartışmak, benzetme yoluyla faşist ya da demokrat vs güçler bulmaya çalışmak ve taraf tutmak tam bir ahmaklıktır. Rusya’nın şu anda tamamen kaybettiği görülen medyatik propaganda savaşı, hızlanarak sürecektir. Mevcut medya haberlerinin tamamına yakını manipülatiftir. Bu yüzden tarihsel gerçeklere, güçler dengesine, açıkça ortaya çıkan olgulara ve neticelere bakarak değerlendirme yapmak gerekir.

         Bu savaşta taraf tutmak zorunda değiliz.

         Türkiye’nin NATO’nun stratejik konseptinden ayrı bir askerî doktrin geliştirmesi gerekir. Bunun için Saray Yönetimi’nin 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elinden aldığı bütün kurum, imkân ve kabiliyetleri iade etmesi, Kozmik Oda felaketinin hızla telafi edilerek yeni bir sivil savunma konseptinin / örgütünün hızla kurulması ve Türk Ordusu’nun emir komuta birliğinin bir saat bile gecikmeden sağlanması gerekir.

 Yayılması hâlinde bu savaşın şu ya da bu biçimde bizi kapsamaması imkânsızdır.

NATO’da kalacak mıyız, çıkacak mıyız; NATO’da kalarak Rusya’yla işbirliği mi yapacağız; Rusya’dan silah alırken Ukrayna’ya silah mı satacağız; 84 milyonluk Türkiye olarak tarihi ve coğrafyası bize hiç benzemeyen 5,5 milyonluk Finlandiya gibi özel bir statü mü talep edeceğiz? Kimden talep edeceğiz?  Kendi modelimizi oluşturup dünyaya kabul ettiremeyecek miyiz?

Özetle, Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ülkemizi nasıl muhafaza ve müdafaa edeceğiz?

Soru budur!

Gerisi, tahmin temenni, niyet sohbet ve dedikodudan ibarettir. Veryansın, 04. 03. 2022