SEYİRLİK SAVAŞ

Yavuz Alogan

Bu savaşı önceki iki savaştan ayıran en önemli özellik -bence- seyirlik olmasıdır. Büyük stratejilerden küçük olaylara kadar her şeyi televizyon ekranından ve internetten izlemek mümkün.

II. Dünya Savaşı sırasında sadece orduların foto-film merkezleri vardı.  Hitler’in Viyana’ya büyük alkış şamatayla girişini (Mart 1938) ya da Müttefikler’in “Husky” kod adlı Sicilya çıkarmasını (Temmuz 1943) gösteren haber-propaganda filmleri aylar sonra sinemalarda gösteriliyordu.

Bugünün iletişim imkânları olsaydı II. Dünya Savaşı’nın kaderi değişebilirdi. Stalin uzaydan gözetleme yapabilseydi mesela   1941’de Alman ordusunun taarruz yığınağını görebilir ya da Hitler Müttefik çıkarmasının Le Havre ile Calais arasına değil Normandiya’ya yapılacağını fark edebilirdi. Münih Antlaşması’ndan (Eylül 1938) hemen önce Çekoslovakya Başbakanı Edvard Beneş, Sudetenland konusunda peş peşe YouTube videoları yayımlayabilseydi mesela…

Günümüzde herkes her şeyi anında görebiliyor.  Askerî strateji ve taktikler televizyonda tartışılıyor. Fahrettin Altun kontenjanından özenle seçilen değişmez/sabit askerî yorumcular günlerdir merkez medya ekranlarında ellerinde çubuk harita başında Kiev kuzey batısındaki askerî konvoyun sırrını çözmeye çalışıyorlar.  Haber akışı ve laf tükenince kendi aralarında sohbete dalıyorlar. Maksat gösteri devam etsin, reytingler düşmesin…

Video savaşı bütün hızıyla sürüyor. Ruslar, kenti terk ederken Ukraynalı faşistler tarafından katledilen ailenin kanlı cesetlerini, Ukraynalılar esir alındıktan sonra gülerek annesiyle telefon görüşmesi yapan Rus askerini; Ruslar helikopterlerinin isabetli atışlarını, Ukraynalılar ise Rus helikopterini füzeyle nasıl vurduklarını gösteriyorlar. Jeopolitik insanı görmez. İnsanın dramı savaşta propaganda aracıdır.

Putin’in sosyal medyayı yasaklaması Rus kamuoyunun batı propagandasına duyarlı olduğunu, Rus propaganda aygıtının ise ülke içinde etkisiz kaldığını gösterir.

Savaşta önce Hakikat’in öldüğü söylenir. Oysa bunun tersi de geçerlidir.  Mesela bu savaş Avrupa tarihinin derinliklerinde uykuya yatmış ırkçılık tohumunun hâlâ canlı olduğunu gösterdi. Avrupa siyasî  toplumunun ileriki aşamalarda  Hitler’in SA’sını taklit ederek Rus klasiklerini kent meydanlarına yığıp ateşe verebileceğini,  El-Kaide’nin katliam yaptığı Irak’ın Palmira antik kentinde konser veren Mariyinskiy  Senfoni Orkestrası’nın şefi  Valeriy Gergiyev’i ve şahsen hayranı olduğum soprano Anna Netrebko’yu icabında  “savaş suçlusu” olarak tutuklayabileceğini gördük.

 Altı gün içinde Çaykovskiy’den mavi Rus kedisine kadar Rus olan her şeye yönelik bir nefret patlaması yaşandı. Irkçılığın yaşlı kıtanın genetiğinde yazılı olduğunu anlıyoruz. İnsan Rus olmasa da kendisini hakarete uğramış gibi hissediyor.

Irkçılık dedim de aklıma geldi, Sırbistan’ın başkentinde yapılan Rusya yanlısı gösteride (4 Mart) Slav ırkçısı “Halkın Devriyeleri” örgütünün lideri Damyan Knezeviç’in “1992’de bize, bugün de Rusya’ya baskı yapmaya çalışanlar bilsin ki Slav ruhunu taşıyanlar için yapılan baskının etkisi, okyanusta bir damla su gibidir” sözleri çok manidardı. Bu gösterinin tam karşıtı, Rusya’yı protesto eden binlerce kişi tarafından Tiflis’te yapıldı (25 Şubat).

Slav ruhuyla Avrupa ırkçılığının karşı karşıya geldiğini, Rus istilasının önce Balkanlar’da, daha sonra Kafkasya, Ortaasya ve Ortadoğu’da karşıt toplumsal hareketleri tetikleyebileceğini anlıyoruz.

Bu arada gazeteci Banu Avar, “Askeri kıyafetli, berelerinde kurt resmi olan, maskelerinde Türk bayrağı bulunan bir takım insanlarla röportajlar” yapıldığını bildirdi.  ÖSO benzeri bazı örgütlerin Rusya’yla savaşmak üzere Ukrayna’ya taşındığı (buna inanmak istemiyorum!) gibi haberler geldi. Batı basınının Türk SİHA’larının Rus konvoylarını başarıyla imha ettiğine ve Ukrayna’ya silah sevkiyatının sürdüğüne dair haberleri giderek artıyor.

Bu arada komik ve zavallı girişimler de oluyor. Mesela Ethem Sancak denilen unsurun Rus tv kanalında görünerek, “Abi vallahi biz Ukrayna’nın SİHA’larla Rus kardeşlerimize saldıracağını bilmiyorduk” mealinde konuşması beni güldürdü. Allah da onu güldürsün!  Sayın Reis’in, “Yoksa birileri Türkiye’ye de saldırdığı zaman mı bizi Avrupa’ya alacaksınız” esprisi sizi güldürmedi mi?

Rus oligarkların durumu da komik. Avrupa bunların yatlarına katlarına, servetlerine el koymaya başladı. Putin’in 82 metre uzunluğundaki ultra-lüks yatı olaylar başlamadan önce Hamburg limanından demir alıp tüymüş (olacak o kadar enformasyon!) fakat  oligark Alişer Usmanov’un yatı kaçamamış, Hamburg limanında enselenmiş.  Diğer oligarkların yatları, iddiaya göre, Maldivler’e doğru pupa yelken firar ediyormuş!

Burada bir parantez açarak şunu belirteyim ki Rus oligarkları kadar vatan haini, vicdansız, beleşçi bir burjuva kesimi dünya tarihinde görülmemiştir. Bunların ya kendileri ya da aileleri Sovyet bürokrasisinin içindeydi. 1991’de ülkeleri dağılınca bu alçaklar 1917’den 1991’e kadar Sovyet halkının kanıyla canıyla, olağanüstü bir baskı altında sürdürdüğü sanayileşme çabasının yarattığı bütün varlıkları ve değerleri, savaş koşullarında her birini elleriyle söküp Urallar’a taşıdıkları savaş endüstrisini, petro-kimya fabrikalarını, halkın malı olan her şeyi kendi aralarında utanmazca paylaştılar, mafyalaşarak dünyanın en büyük dolar milyarderlerinin safında yer aldılar.  

Putin, bunların işbirlikçi olanlarını önce tutukladı, sonra ülkeden kovdu, kendisine biat edenleri haraca bağladı. Ne yapsın adam? Stalin gibi hepsini tutuklayıp Liyubyanka Kalesi’nin bodrumunda enselerine kurşun sıkacak ya da sosyalizmi geri getirecek hâli yoktu! Mecburen uzlaşacaktı. “Biz de bu (kapitalist) ekonominin içindeyiz,” diyor. “Bizi bu sistemin dışına itmeyin, lütfen. Neler olduğunu anlayın!” 

Neyse… Şu güneşli pazar gününde daha fazla asabınızı bozmayayım. Hakikat ânı gelene kadar tarihin uğultusuna kulak vererek iyi seyirler diliyorum herkese. Veryansın, 06. 03. 2022