SİYASETİ OKUMAK

Yavuz Alogan

Başlıktaki “okumak” sözcüğü beni biraz rahatsız ediyor. Gâvurcadan dilimize geçmiş bir ifade. “Sen bu olayı nasıl okuyorsun?” diye soruyorlar mesela. “Sırtüstü yatıp sayfaları çevirerek okuyorum” ya da “Yazıcıdan çıktı alıp okuyorum” dediğiniz zaman bozuluyorlar. Okumak, yorumlamaktan farklı kullanılıyor. Mesela “adamın ruhunu okuyorum” dediğiniz zaman, onun şimdiki davranışlarından sonraki davranışlarını çıkarsamış oluyorsunuz. Yani davranıştan hareketle yakın ya da uzak geleceği zihninizde canlandırıyorsunuz. Olay zihin haritanıza yerleşerek size bir yol gösteriyor. Bu olay nereye gider, gibisine…

         “Andımız” meselesini okuyalım mesela. Herkes gibi ben de şaşırdım. Unutmuştum çünkü, çözülmüş bir sorun gibi görüyordum. Fakat su uyur ümmet uyumaz. Sorun meğer çözülmemiş, tam aksine önemsenmiş, fırsat kollanmış ve ülkemizin aynı zamanda “millî” olan eğitim bakanının itirazıyla Andımız yasaklanmış.

         Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Sayın Cumhurbaşkanımız daha 2013 yılında Andımız’la ilgili görüşlerini açıkça belirtmişler ve şöyle demişlerdi: “Andımız uygulaması 1933’te başladı. Metin yazarı tartışmalı bir isim olan Dr. Reşit Galip idi. Galip, Türkçe ezan zulmünün de yazarlarındandı. Her sabah Türküm demekle Türk olunmaz.”   

Yine 2013’te “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız,” demediler mi?  “Millet kavramının içinde Türkü var, Kürdü var, Arabı var, Lazı var, Çerkezi var, Abhazası var. Var oğlu var,” diyerek bizim aslında Türk milleti değil, “anasır-ı İslâm” olduğumuzu tespit etmediler mi? Her fırsatta milletimizi ümmet olarak tarif etmediler mi? Ümmetimizin ismi var fakat milletimizin ismi yok!

Bunun üzerine yüz binlerce yurttaş meydanlara çıkıp Andımız’ı topluca okuduğunda Sayın Reis, Kasım 2018’de,  “Şimdi koca koca adamlar siyah önlükler giyip, aynı zihniyetle koca koca kadınlar yarım yamalak ezberleriyle Ant okumaya yeltenip, milletin karşısında kendilerini rezil kepaze ettiler,” diye buyurmadılar mı?  Bu gösterileri “tam anlamıyla bir histeri nöbeti” olarak tanımlamadılar mı?

Sayın Reis, görüşlerini asla saklamamış, açıkça dile getirmişlerdir. Demokrasinin bir tramvay olduğunu söylemiş, gençliğin kindar ve dindar olması gerektiğini belirtmiş ,  “iki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da…”  diyerek lafa girmiş; 1994’te çıktığı bir tv programında, “Kızınız balerin olsaydı ne yapardınız?” gibi günümüzde hayal bile edilemeyecek kadar cesur bir soruya, “Kızlarımın hamdolsun o tür idealleri, düşünceleri söz konusu değildir, çünkü bir balerinin neler yaptığı, neler ortaya koyduğu ve nereye hitap ettiği ortada” diyerek hangi kültür kuşağına mensup olduklarını açıkça dile getirmişlerdir.

Bunları eleştiri olarak değil, devlet başkanının nüfusun tamamını temsil kabiliyetinin sınırlı kaldığını göstermek için yazıyorum. Cumhuriyet ideallerinin tam karşısında duruyor.

Yeni mi tanışıyoruz bu anlayışla? Niye şaşırıyoruz? Reşit Galip şöyleydi, Devrim Kanunları böyleydi diye anlatmanın ya da zihni formatlanmış küçük partilerin “dementia”dan (*) mustarip akil adam duruşlu başkanlarının bilgiç bir edayla “Çok yanlış olmuştur” diye itiraz etmelerinin ne anlamı var?

Neyse, konuyu dağıtmayalım… Özetle belirtmek gerekirse, Andımız’ın yasaklanmasını ben şahsen Yeni Anayasa’ya giriş hamlesi, farklı bir çözüm sürecinin “tanzim atışı” olarak okuyorum.  ABD ve AB bu atışı değerlendirecektir. Bu türden atışlar onlara yapılıyor zaten, size değil. Üstünüze alınmayın! Siz kabullenmişsiniz bir kere…

Okunması gereken başka şeyler de var. Mesela Sayın Reis’in  Bloomberg’de yayımlanan (15. 03. 21) “The West Should Help Turkey End Syrian Civil War”  (Suriye İç Savaşını Durdurmak İçin Batı Türkiye’ye Yardımcı Olmalı) başlıklı makalesi.

Makale özetle ABD’nin Suriye planını Saray’ın kabul ettiğini ve bu planın bir parçası olmak istediğini bütün dünyaya ilan ediyor. “I am proud to say that Turkey’s position has remained consistent since the Syrian civil war began” cümlesiyle, Suriye  iç savaşının başından beri Türkiye’nin “tutarlı” tavrının değişmediğini ve kendisinin bu tavırla gurur duyduğunu söylüyor. Batı’nın YPG’ye sırt çevirerek ÖSO’yu  (“meşru Suriye muhalefeti”) kullanmasını, hatta ÖSO’nun hâkim olduğu bölgelere  yatırım yapmasını istiyor. Çok açık konuşuyor: “Biden yönetimi, verdiği sözleri tutarak, Suriye’de trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi savunmak için bizimle birlikte çalışmalıdır.”    

         İlk bakışta fena fikir değil. Gerçekleşmesi hâlinde PKK tehdidinden kurtulacağız, Suriye’nin içindeki tampon bölgeleri kalıcı hâle getireceğiz, Batı bu bölgelere yatırım yapacak, göçmen sorunu da çözülmüş olacak; böylece Suriye bölünerek “demokrasi”ye kavuşacak.  Win-Win durumu.

         Ancak planın bizi Balkanlar ve Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e kadar Rusya’yla,  Irak ve Suriye topraklarında ise hem İran hem de Rusya’yla karşı karşıya getirme ve Türkiye’yi Astana sürecinin dışına çıkararak ABD’nin NATO eliyle uygulamakta olduğu bölgesel çevreleme (containment)  taktiğinin bir parçası  olarak yeniden tanımlama gibi bir sakıncası var.   Makale Sayın Saray’ın bu sakıncayı göze aldığını gösteriyor. 

         Bölgede ABD’yle birlikte olmayı çok istiyorlar. Daha geçen gün, 18 Mart Şehitleri Anma Günü’nde Hulusi Akar şöyle dedi: “ABD’nin bir terör örgütü olan YPG ile iş birliği yapmak yerine yaklaşık 70 yıldır NATO üyesi ve müttefiki olan Türkiye ile iş birliği yapması gerekir.  Biz buna hazırız. Doğru olan da budur.”

         Okumayı bilen herkesin bunları iyi okuması ve aklında tutması, kendi hayallerini ve palavralarını analiz diye ortaya koymaktan kaçınması gerekir.

         Bakalım Biden telefonda ne diyecek? “Olmaz” derse, tekrar Astana’ya dönebiliriz; “olur” derse, Emevi camiinde Cuma’yı edâ edebiliriz. Öyle mi?  Buna “çok kutuplu dünyada fevkalade denge politikası” demek sanırım yanlış olmaz.

         Bu arada Halep’teki Kuveyris Havaalanı’dan ateşlenen Rus yapımı balistik füzeler Cerablus ve El Bab ilçelerindeki akaryakıt tesislerini vurmaya başladı. Batı basını, Türkiye’nin  ÖSO’nun  denetlediği bölgelerde ilkel rafineriler kurarak Suriye petrolünü aldığına (burada daha ağır bir ifade kullanılıyor!) ve satışa çıkararak   milyonlarca dolar kazandığına dair haberlere yer veriyor. Bu füze atışlarını nasıl okuyabiliriz?  Bence o atışlar, alev alev yanan o tankerler, Rusya ve Suriye’nin Saray’ın yeni politik çizgisini anladığını ve karşılık vermeye hazır olduğunu gösteriyor.

         Bütün bunları çok iyi anladığımızı, her şeyi bildiğimizi elbette iddia edemeyiz. Karışık işler bunlar. Mesela İngilizce Rus basını Türkiye’nin Suriye petrolünü ABD eliyle aldığını iddia ediyor.

         Neyse uzatmayalım, biraz da iç politikayı “okuyup” yazıyı bitirelim.

         Aslında iç politika çok basit.  Sayın Saray seçimlerde Meclis çoğunluğunu almak için yeni seçim yasaları hazırlıyor. Ayrıntılı seçim haritaları üzerinde rahatça çalışarak, öyle bir dar bölge sistemi getirmeliyim ki, diye düşünüyor, Meclis’te anayasayı dilediğim zaman değiştirebileceğim bir çoğunluğum olsun.

         Bunu yapabilir mi?  Güçler dengesine bakıldığında bence yapabilir. Sokaklar boş, Kovit-19 Cumhur İttifakı’na katılmış, muhalefet partileri kendi derdine düşmüş; sendikalar, barolar, üniversiteler güçsüz, sessiz ve kayıtsız. Hepsi Saray’ın yere tebeşirle çizdiği hukuk dairesi içinde sek sek oynuyor.  Zamanında düşünmek; geleceği, yani bugünü görerek tepki vermek gerekirdi. Veryansın, 19. 03. 2021

(*) Çok geniş bir tıbbî terim olan dementia (dementiya), zihinsel işlev bozukluğu nedeniyle hafıza karışıklığı, dikkat gücü ve süresinde azalma; oryantasyon bozukluğu, kişilik değişimi ve depresyon ile belirgin bir durum olarak tanımlanır.