LİDERLİK DERSLERİ

Yavuz Alogan

         Nutuk’ta Mustafa Kemal, “Refet Paşa’nın evinde dört kişi toplandık,” diye anlatır.  Ankara’nın Keçiören semtindeki bağ evinde, serin bir sonbahar akşamı Rauf Bey, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa ve Mustafa Kemal, muhtemelen men-i müskirat kanununu da bu arada   ihlal etmek üzere, sofranın çevresinde toplanırlar.

         Davetin sahibi Rauf Bey söze başlar. Nankör olmadığını söyler, babasının ve kendisinin Padişah’ın ekmeği ve nimetiyle yetiştiğini anlatır. “Padişah’a bağlılık borcumdur, Halife’ye bağlılığım ise terbiyem gereğidir,” der. Ayrıca bir iktidar boşluğundan, memleketin başsız kalmasından kaygılıdır. “Bizde millet ve kamuoyunu elde tutmak güçtür,” diye devam eder. “Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. O da saltanat ve hilafet makamıdır.”  Hamidiye Kahramanı Rauf Bey, bugün bize hiç de yabancı gelmeyen sözlerle böyle der.

         Mustafa Kemal, muhtemelen dibini bulan sigarasının kor ateşiyle yeni bir sigara yakarken, Refet Paşa’ya fikrini sorar. Refet Paşa, Rauf Bey’in görüşlerine katıldığını söyler. “Gerçekten de bizde padişahlıktan ve halifelikten başka bir idare şekli söz konusu olamaz,” der. O anda Mustafa Kemal, gene muhtemelen, “Fevzi ve Kâzım paşalar da aynı görüştedir,” diye düşünür.  Söz sırası Ali Fuat Paşa’dadır.  Paşa kararsız görünür, “Ben Moskova’dan yeni geldim, henüz mevzuya muttali olamadım, biraz düşüneyim,” diye cevap verir.

         Millî Mücade’nin altı paşası, devrimin “hakikat ânı” geldiğinde padişahlığı ve hilafeti vazgeçilmez görmektedir. Mustafa Kemal, Rauf Bey’in niyetini anlamıştır. “Rauf Bey’in bir şeyi sağlama bağlamak istediğini hissettim,” diye yazacaktır Nutuk’ta. Paşalar onun Meclis kürsüsüne çıkarak saltanat ve hilafet hakkında bizzat güvence vermesini istemektedirler. Bunu daha önce kendi aralarında konuşarak kararlaştırdıkları anlaşılmaktadır.

         Bu durumda iki yol vardır. Birincisi, arkadaşlarını cumhuriyetin faziletine ikna etmek için sonuçsuz bir tartışmaya girmektir.  Fakat   o anda  Mustafa Kemal’in aklından “Teşkilatı sağlam tutmak ve bir dizi tertip yapmak iktiza eder (gerekir)”gibi bir düşünce geçmiş olmalı. İkinci yolu, sessiz kalmayı seçer. “Üzerinde durduğunuz konu bugünün işi değildir,” der. “Meclis’te bazılarının telaş ve heyecana kapılmalarına da gerek yoktur.” Arkadaşlarını yatıştırmayı ve sorunu zamana bırakıyormuş gibi yapmayı tercih eder.

         Burada zar atmış, siyasî bir kumar oynamış değildir. Dünya durumuna ilişkin teorik bir analizden hareket etmiş olmalı. Taçların ve tahtların yıkıldığı, kralların çarların devrildiği, ulus-devletlerin kurulduğu bir dünyada Padişahlığı ve Halifeliği kaldırarak Cumhuriyet’i kurmanın mümkün olduğunu, İstiklâl Harbi’nin ateşinden Padişah’a sadakatin çıkmayacağını bilmektedir.  Başından beri sıkıca elinde tuttuğu inisiyatifi bırakmadığı taktirde, somut durumun analizinden çıkan bu teorik hipotezi yakın gelecekte yaşanacak olayların doğrulayacağına inanmıştır.

         Olayların gidişatı teoriyi doğrular. Meclis’in kararıyla Saltanat kaldırılır.   “Hain Albion”a sığınan Sultan Vahdettin bir İngiliz gemisiyle ülkeyi terk eder. Sırada daha zoru vardır: Halifeliğin kaldırılması.

         Mustafa Kemal, Nutuk’ta, “Çok kalabalık olan odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk,” diye yazar. Şer’iye Komisyonu’nu oluşturan ulemâ, hilâfetin saltanattan ayrılıp ayrılamayacağına dair nakilli şerhli derin bir ilmî tartışma yapmaktadır. Bu arada, Mustafa Kemal’in sözleriyle, “İddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar” ortalıkta görünmezler.   Tartışma uzayınca bizzat müdahale etmeye karar verir. 

“Önümüzdeki sıranın üstüne çıktım,” diye anlatır Nutuk’ta. Muhtemelen sağ elini tabancasının üzerine koyarak, “yüksek sesle” konuşur: “Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, güçle ve zorla alınır. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten oldu bitti hâline gelmiş olan bir gerçeği, kanunla ifadeden ibarettir. (…) Aksi halde, yine gerçek, şekline uygun olarak ifade edilecektir.  Fakat belki bazı kafalar kesilecektir.”   O anda ortama millî demokratik bir sükûnetin hâkim olduğunu, Şer’iye Komisyonu üyelerinin “demokratik devrim hakikati”yle   yüz yüze geldiklerini, heveslerinin kırıldığını, sakinleştiklerini tahmin edebiliriz.

Burada ihtilalciyi görüyoruz. Önceki gibi zaman kazanmaya gerek yok artık. Şartların olgunlaştığını görüyor, devrimi yoldan çıkarma teşebbüsüne silahla karşı koyacağını ilan ediyor.

Sonunda Hoca Mustafa Efendi, “Affedersiniz efendim,” diyor, “biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık.” Hilafet kaldırılıyor.

Hilafet kaldırıldıktan sonra, muhtemelen Millî Emniyet son halife Abdülmecit Efendi’nin evrak-ı metrukesini getirip Mustafa Kemal’in masasına koyuyor. Mustafa Kemal evrakı incelediğinde, Halife’nin yanına bir tür Komiser olarak gönderdiği İstanbul ve Trakya Fevkalade Temsilcisi Refet Paşa’nın, Halife Abdülmecit Efendi’ye gizlice “bağlılık gösterileri” yaptığını öğreniyor.  “Tahmin ettiğimizden de fazla” dediğine bakılırsa, Halife hayranlığını önceden bildiği Refet Paşa’yı muhtemelen takip ettirmiş olduğunu, saygı gösterilerini önceden haber aldığını tahmin edebiliriz. 

Refet Paşa yazışmalarında Halife Hazretleri’ni övmüş, ona saygılar sunmuş, hatta ona Konya adında cins bir at hediye etmiştir.

Bu arada Refet Bele sıradan biri de değildir.  Mustafa Kemal’e yakın olmak için Bandırma vapurunun makine dairesinde saklanmış, bir rivayete göre İstanbul Boğazı çıkışında denize atlayıp yüzerek vapura ulaşmış, Erzurum ve hazırlıklarını bizzat yaptığı Sivas kongrelerine delege olarak katılmış, İstiklâl Harbi’nde Aydın Cephesi’ne ve Güney Cephesi’ne komuta etmiş, Dâhiliye ve Millî Müdafaa Vekilliği yapmış kahraman bir askerdir.

Stalin olsaydı Hilafet’le ilgili fikirlerinden ötürü onu anında kurşuna dizdirirdi.  Mustafa Kemal ise eski arkadaşlarının Halk Fırkası’ndan istifa ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmalarına izin verdi. 1926’da, İzmir Suikastı’ndan sonra onları biraz hırpaladıysa da saygınlıklarını yok etmedi. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden arta kalanları tasfiye etti.  Geçmişten tam ve kesin bir kopuş, “az zamanda çok ve büyük işler” yapmak istiyordu. 1924 ile 1937 arasında devrimleri tamamladı.  

Bütün bunlar bize ne anlatıyor? 

Öncelikle geçmişten, eski rejimden gelen önyargıları kökünden söküp atmanın ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Bir de liderlik dersi çıkarıyoruz.  Sürekli tartışıp herkesi ikna etmeye çalışarak, insanlar ikna olmadıklarında küsüp vazgeçerek ya da ikna olmayanları görevden alarak liderlik edilemeyeceğini; fikirler ve tutumlar farklı, önyargılar güçlü olsa da, toplam insan malzemesini sağlam bir analize dayanan stratejik hedef doğrultusunda sevk ve idare etme yeteneğinin belirleyici olduğunu anlıyoruz. Liderlik farklı görüşte olan insanları bir hedefe yönelterek sevk ve idare edebilmektir. Aynı fikirde olup itaatkâr çomarlar gibi emir bekleyen insanları yönetmenin liderlikle alakası yoktur.

Dün Mustafa Kemal, Harp Okulu’na girişinin 122. yıldönümünde anıldı. Harp Okulu öğrencileri yoklamada “1283” denildiğinde topluca ayağa kalkarak “İçimizde!” diye bağırdılar. Fakat aynı gün içinde, Ayasofya Baş İmamı Boynukalın, Medeni Kanun’un Kuran’a ters düştüğünü, aile yönetmenin erkeğin fıtratında olduğunu ilan etti.  Daha önce de laikliğin Anayasa’dan çıkarılmasını istemiş, kurucu unsurun İslam olduğunu iddia etmişti. Yine aynı gün, Danıştay 8. Dairesi “Andımız”ın okullarda okutulmamasına karar verdi ve yine aynı gün,  Danıştay’ın bu kez 10. Dairesi, Atatürk kabartmasının devlet madalyalarından çıkarılmasına hükmetti. Devrimleri yapmak zordu, onları geri kazanmak daha da zor olacak gibi görünüyor.

Bu güzel Pazar gününde herkese zihin açıklığı, akıl fikir, geleceği görme yeteneği, feraset ve celâdet diliyorum.  Veryansın, 14. 03. 2021