SIĞIR DERİSİYLE KAPLI ANAYASA

Yavuz Alogan

            Yarımada Savaşı’nın (1808-1814) başlangıç evresinde esir düşmüş bir İspanyol soylusu Napoleon Bonaparte’ın önüne çıkarak haykırır: “Sen para için savaşıyorsun, biz şerefimiz için savaşıyoruz!”  Napoleon, atını durdurup adama bakar. “Doğru söylüyorsun” der, “herkes kendisinde olmayan şey için savaşır.”

         Biz de aşağı yukarı iki yüzyıldır kendimizde olmayan şey için savaşıyoruz, Hukuk arıyoruz.

         Hukukun adalet dağıtması beklenir. Adaletin simgesi gözleri bağlı, endâmı yerinde genç bir kadındır. Bir elinde tuttuğu teraziyle iddiayı tartar, öteki elindeki kılıçla suçluyu cezalandırır. Bu karakter aslında Yunan mitolojisinden çıkarak evrenselleşmiştir.  Mitolojide Gaia ile Uranüs’ün kızı Themis olarak geçer. Adaleti ve düzeni sağlayan Themis, insanlar arasında sınıf ve makam farkı gözetmeden   görevini icra eder; gözlerinin kör, terazisinin hassas, kılıcının keskin olması beklenir.

         Ancak manşetteki karikatürde de görüldüğü gibi, adalet daima istibdadın amansız düşmanı olan hürriyet tarafından baştan çıkarılmıştır. Hürriyet her defasında adaleti öper, onu dönüştürür, arkasına aldığı kitlelerin gücüyle onu kaçırır ve farklı bir surette yeniden yaratır.

         Buradan hareketle, doktrine bir katkı olarak, hukukun aslında macun gibi bir şey olduğunu, adalet anlayışının ise çağlara göre sürekli değişim geçirdiğini, dönemsel olduğunu söyleyebiliriz.  Sıvadığınız macun yüzeydeki arızaları, derinlerdeki kusurları gözlerden gizler. Sürekli değişen maddî koşullara, dönüşen üretim ilişkilerine göre farklılaşır ve toplumun yükselerek ya da alçalarak değişen kültürel yapısıyla koşullanır.

         Aynı zamanda hiyerarşiktir. En tepede anayasa yer alır. Devlet teşkilatının yapısını ve işleyişini, yurttaşların haklarını ve görevlerini kurallara bağlar.  Bu kuralları ihlal etmek en büyük suçtur.

         Anayasa da sürekli değişim geçirir.  Toplumun beklentileri, farklı sınıfların talepleri, ilerlemenin ya da gerilemenin yarattığı ihtiyaçlar ve değişen kitle kültürüyle birlikte anayasalar da değişir.  Mesela Fransız anayasası 1789’dan sonra tam 15 kez değişmiştir.   Amerikan anayasası 1788’den sonra 27 kez değiştirilmiştir; üstelik “amendment” diye bir şey vardır ki icabında anayasaya ek maddeler koyma imkânı sağlar.  En az değişen anayasalardan biri   Bismarck’ın 1871 tarihli Alman İmparatorluğu Anayasası’dır; 1919’da Weimar Anayasası olarak değişmiş, Nazilerin adalete tecavüzünden sonra 1949’da “Temel Yasa” adı altında ana hatlarını kaybetmeden bir kez daha değişmiş, 1990’da iki Almanya birleşince doğuyu da kapsamına almıştır. Örnekler çoğaltılabilir

         Yani anayasalar değişir. Dolayısıyla, biz ne biçim devletiz hâlâ anayasa tartışıyoruz, hangi anayasayı (1921-24-61-82-2017) esas alacağımızı şaşırdık diye ağlaşmanın ne faydası ne de anlamı vardır.

         Önemli olan, anayasanın nasıl yazıldığı değil, nasıl yapıldığıdır.

         Birincisi, yani yazmak çok kolaydır. Sağlam bir masanın başında iyi bir dolmakalemle bir A4 kâğıdının üzerine meşrebinize, ideolojinize, davanıza ve ideallerinize göre güzelce bir anayasa yazabilirsiniz. Yeterli gücünüz varsa anayasanızı   her türlü demagoji, palavra, boş vaat ve kandırmacayla savunup topluma tanıtır, bir biçimde yasama meclisine onaylatır, referanduma götürürsünüz. Kriz koşullarında afallamış, uyur gezer halkın yarıdan biraz fazlası “belki daha iyi olur” diye onay verir, anayasanız yürürlüğe girer, tıkır tıkır işler. Devletin ya da toplumun içinde “Lan sen n’apıyorsun!” diye size müdahale edecek bir güç yoksa, bu yolu izleyerek yasama-yürütme-yargı toplarıyla bir jonglör gibi oynayarak hepsini kaybedip tek kuvvette toplar, isterseniz hilafeti getirir, padişah olursunuz.

         Fakat ikincisi, yani yapmak   çok zordur. Hürriyet ateşinin ürünü olan anayasa toplumsal mücadeleyle yapılır, kanla irfanla yazılır.  Bu anayasalara “insan derisiyle kaplı anayasa” denir.  Mesela bizim 1961 Anayasamız böyledir. Toplumsal ve siyasal mücadelelerin sonucu olarak yapılmış bir Kurucu Meclis Anayasası’dır.

Bu Anayasa toplumun çok ilerisinde, devrimci bir anayasaydı.  Yetmişli yılların başında, dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ın  sözleriyle,  bu anayasa yüzünden patlak veren sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştı. Yani diyordu ki toplumu uyutup ekonomiyle aynı hizaya getirmek lazımdır, yoksa maazallah ekonomi de değişir, yoksul zenginin malına çöker, ayaklar baş olur.

Yeterince sahip çıkılamadığı için bu ilerici, Aydınlanmacı Anayasa toplumu ileriye doğru çekecek yerde, siyasî toplumun çoğunluğu tarafından geriye doğru itildi; üzerine şal örtüldü, tepelendi, en kararlı savunucularıyla birlikte öldürüldü, tamamen yok edildi.

Devlet, üç düşmanından biri olan “komünizm”i, memleketin komünizmle alakası olmayan bütün entelektüel birikimiyle, sanatçısı, bilim adamı ve akademisyeniyle birlikte yok etti. İkinci düşmanı olan bölücülük karşısında Devlet, inişli çıkışlı bir yol izleyerek yalpaladı, hatta onu TBMM’ye yerleştirdi. Ve nihayet Devlet, üçüncü geleneksel düşmanı olan gericiliğe hem kendisini hem de bütün toplumu teslim etti.  

         Neyse, uzatmayalım…  Tarih bu netice olarak, değiştiremezsiniz, öfkelenmenin de bu saatten sonra bir anlamı ve faydası yoktur…

İnsan derisiyle kaplı bir anayasa yapamıyorsanız, birileri mutlaka önünüze sığır derisiyle kaplı bir anayasa koyacaktır. Sığır derisiyle kaplı anayasanın en büyük sorunu, halkın büyük çoğunluğunun yeni anayasa ile kendi hayat standardı ve yararlandığı hakların özgürlüklerin kalitesi arasında bağ kurma imkânına sahip olmamasıdır.  Çünkü bu bizatihi halkın kendi mücadelesinin ürünü olan bir anayasa değildir.  “Siyasî iktidarın sivil anayasası” diye bir şey olabilir mi? Herkesin bu konuda düşünmesi lazım.

Sığır derisiyle kaplı anayasalar çok uzun yıllar geçerli olabilir. Her toplum layık olduğu rejimle yönetilir demiş Churchill.  Fakat toplumsal mücadelenin zirvesinde hürriyet adaleti öptüğü zaman, bu türden anayasalar bir kâğıt parçası olarak yırtılıp tarihin çöp kutusuna atılır.  Halkı sonsuza kadar uyutamazsınız. Kıt kaynaklarla kendi burjuvazinizi sonsuza kadar besleyemezsiniz; medya borazanınızı sonsuza kadar öttürerek bütün sesleri bastıramazsınız. Sonunda insanlar tarihin uğultusuna kulak verirler, sığır derisiyle kaplı anayasanızı koltuğunuzun altına sıkıştırıp sizi gönderirler.

İşte o zaman halk yeni bir Konvansiyon, yeni bir Mukavele, bir Toplum Sözleşmesi aramaya başlar. Bunu bilinçli, kitabî olarak aramaz elbette. Yanardağ, ben patlayayım şimdi diye patlamaz, tektonik ve jeolojik sebeplerden ötürü patlar. Toplumsal püskürmenin de derinlerde yatan kendi sebepleri vardır.  Mücadelenin içinden bir Kurucu İrade çıkar, o irade sığır derisiyle kaplı anayasayı kaldırır, Kurucu Meclis yeni bir anayasa yapar ve o anayasanın arkasına sağlam bir muhafız gücü yerleşir. İşte o herkesin sahici anayasası olur. Karanlık çağlar olabilir fakat toplam gidişat Aydınlanma’ya doğrudur.

Sokakların açıldığı bu güzel Pazar gününde herkese akıl fikir ve zihin açıklığı diliyorum. Veryansın, 07. 03. 2021