Yavuz Alogan
Tarih ne kadar acımasız! Şartlar elverişliyken netice alamayan hiç bir siyasî akıma ikinci bir fırsat vermiyor. Üstüne tırmandığı dalganın en yüksek noktasında değişimi gerçekleştiremeyen siyasî akımlar, dalganın yatışmasıyla eş zamanlı yükselen başka bir dalganın altında boğulup gidiyorlar ve gelecek kuşaklar tarafından keşfedilmek üzere derin suların dibini boyluyorlar. Üstelik gelecek kuşakların bu boğulan akımları keşfedecekleri, keşfetseler bile ele geçirdikleri trajik örneği değerlendirmek ve ondan bir şeyler öğrenmek isteyecekleri kuşkulu. Bu dalgalar o kadar uzun olabiliyor ki bazı durumlarda birkaç kuşağın hayat süresini kapsayabiliyor.
Filistin mücadelesinin geldiği yer aslında bütün Arap halklarının içinde bulunduğu acıklı durumu yansıtıyor. Filistin ulusal kurtuluş hareketi (El-Fetih) ulusçu bir hareketti. Arap ulusçuluğuyla, Baas hareketiyle eşzamanlı olarak yükseldi, emperyalizme ve Siyonizm’e karşı devrimci bir isyan hareketine dönüştü. 15 Kasım 1988’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etti.
Başında kefiyesi, üzerinde askerî üniformasıyla Yaser Arafat, 13 Kasım 1974 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, “Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin” dediği zaman, sadece Filistin Kurtuluş Örgütü’nün lideri olarak değil, bölgedeki bütün Arap ulusçusu akımlar adına konuşuyordu. Emperyalizm zeytin dalına dokunmadı fakat hareketi kendi içinde bölmeyi, yozlaştırmayı ve zayıflatmayı başardı.
Baasçılık ve Filistin
Baas hareketi, bütün etnik ve mezhebî ayrımların üzerindeydi. Laik bir hareket, batılı/tarihsel anlamda modernist bir akımdı. Hareketin kurucusu Mişel Eflak (1910-1989) Hıristiyan bir Arap ulusçusuydu. En genel hatlarıyla bu ulusçuluğun Türkiye’deki Kemalizm’den ya da Latin Amerika’daki Bolivarcılıktan farkı yoktur. Baasçıların hedefi bütün Arapları kapsayan tek bir ulus-devlet kurmaktı. Aydınlanma, bilimsel eğitim, planlı ekonomi, toplumsal kalkınma istiyorlardı. Baasçılar emperyalizmin I. Paylaşım Savaşı’nın sonunda cetvelle çizdiği haritaların geçersiz olduğunu savunmuşlar, tek bir Arap ulusunun varlığını kanıtlamaya çalışmışlar, bu ulusun birleşik bir devlet içinde yaşama, bölge kaynaklarını kendi halkının refahı için kullanma hakkına sahip olduğunu ilan etmişlerdir.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1964’te Kahire’de toplanan Arap Zirvesi’nde sosyalist Arap milliyetçisi, Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın desteğiyle kuruldu. Silahlı bir hareketti. Militanları bütün Arap ülkelerinin harp okullarında eğitim görüyordu. FKÖ Arap halklarının emperyalizme ve Siyonizm’e karşı mücadelesinin koç başı, Arap ulusal birliğinin simgesi oldu.
Cemal Abdülnasır, 1955’te Bandung Konferansı’na katıldı, Yugoslavya Devlet Başkanı Tito ve Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru’yla birlikte Bağlantısızlar Hareketi’ni kurdu. Laikliği, kadın haklarını, sosyal devlet ilkesini savundu. Süveyş Kanalı’nı kamulaştırdı, Sovyetler Birliği’nin yardımıyla Asuan Barajı’nı inşa etti. 1958’de Suriye’yle birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu süreç Arap halkları için uzun tarihsel dalganın en yüksek noktasıydı.
Birlikten Bölünmeye
Tarih boyutunda kısa fakat insan hayatı için uzun bir dönem, kabaca Fransa ve İngiltere’nin bölgeden çekildiği 1945-48’den Birinci Körfez Savaşı’nın başladığı 1991’e kadar Arap halklarının tek bir ulusal yapı içinde birleşme umudu, bütün krizlere ve savaşlara rağmen sona ermedi; en azından FKÖ’nün mücadelesi bütün Arap ülkelerini birleştirdi.
Yankee emperyalizminin Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır’ın da aralarında bulunduğu 37 ülkeyle (Koalisyon Güçleri) birlikte Irak’a saldırması Arap ulusçuluğu için bir kırılma noktası oldu. Yaser Arafat’ın Kuveyt’in Irak tarafından işgalini desteklemesi de FKÖ için bir kırılma noktasıydı; hareketin bölünmesine yol açtı. Yakayı ABD ve İsrail’le “çözüm anlaşmaları”na kaptıran Yaser Arafat’ın uzun ve zahmetli düşüşü de o andan itibaren başladı. Uzun tarihsel dalga parçalanmış ve yeni bir dalganın altında kalmıştı.
Aslında Saddam Hüseyin, Arap Baas Hareketi’nin son lideri oldu. (Beşar Esad’ı saymıyoruz; anayasası Cenevre ve Moskova’da yazılan bir ülkenin istiklâlinden söz edilemez. Suriye, Rusya’nın Batı Asya’daki ilk “bölgesel devlet”idir.) Batılı yorumcuların Saddam Hüseyin’in yönettiği Irak’ı “Ortadoğu’nun Prusyası” olarak tanımlamaları (Bismarck’ın 1871’de Almanya’yı birleştirmesine atfen!) rastlantı değildir. Saddam Hüseyin Amerikan askerleri tarafından Bağdat’ın Şii mahallesindeki idam sehpasına götürülürken üç şey söylemiştir: “İranlılara güvenmeyin; mezhebî olarak bölünmeyin, birleşin; Filistin Araptır.”
Araplar bölündükçe Filistin Kurtuluş Hareketi zayıfladı.
Peki Araplar niye bölündü? “Arap Halkları Tarihi”nin yazarı Albert Hourani, 1967’den itibaren etnik, dinî (mezhebî) ve sınıfsal farklılıkların Arap ulusçuluğunu zayıflatmaya başladığını (İletişim 2016, s. 499-504), kadınların giderek toplumsal hayatın dışına itildiklerini belirtir (s. 505 vd.). 1990’lardan itibaren Batı emperyalizmi etnik ve mezhebî farklılıkları kullanarak, özendirerek ve destekleyerek bütün Arap halklarını böldü, sonunda bazı Arap ülkelerini havuç ve sopa politikasıyla yanına çekerek başlattığı askerî saldırılarla Baasçı hareketleri ve Arap ulusçuluğunu yok etti.
Günümüzün ortaçağ cehennemi böylece doğdu. (Emperyalizm aynı şeyi 1980’den sonra laikliği hedef alarak bize de yaptı; 2002’den itibaren bizim toplumsal yapımız da önemli ölçüde bozuldu, ancak naturamız sağlam olduğu için henüz birbirimize girmedik, kurtuluş umudunu kaybetmedik!)
Siyasî İslâm Filistin kurtuluş hareketini de etkiledi. Yaser Arafat’ın ölümünden sonra (2004) hareket gücünü, hatta anlamını kaybetti. Arap milliyetçiliğini ve Filistin’in kurtuluşunu savunan marksist örgütler, Corc Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Nayif Havatme’nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, yerlerini kırk türlü ılımlı ılımsız şeriatçı akıma bıraktı. ABD ve İsrail bu hareketleri el altından destekledi. Ortadoğu’da son elli yıl içinde bütün sol ve ulusçu hareketler İslâmî renklere büründü; daha doğrusu, İslamcı tarikatlar ve cemaatler mevcut hareketlerin liderliğini ve tabanını ele geçirdi. Filistin kurtuluş hareketlerinin “Marksist gerilla” döneminden şeriat düzenine adım adım nasıl geçtiğini gördük.
Nekbet
Filistinli Araplar 15 Mayıs 1948 günü yaşadıkları felaketi El-Nakba (nekbet: talihsizlik, düşkünlük) olarak anarlar. O gün İsrail ordusu 500’den fazla Filistin köyünü yakıp yıkmış, sağ kalan 800 binden fazla Filistinliyi sürgüne göndermişti. Filistinliler ikinci “nekbet”i yetmiş yıl sonra ABD’nin Kudüs’te elçilik açmasıyla yaşadılar. O gün ABD elçiliğinde kutlama yapılırken, İsrail keskin nişancıları onlarca Filistinliyi sokakta vurup öldürdü.
Geçen gün Trump’ın ilan ettiği “Yüz Yılın Anlaşması” en büyük “nekbet”tir. Bir kere burada ağır bir hakaret var. Burada müzakereyle alınmış bir karar yok; tek taraflı bir dayatma var. Tek bir Filistinli temsilcinin bulunmadığı bir ortamda Trump, damadı Siyonist Kushner ve “topal ördek” Benyamin Netanyahu’yla birlikte Filistin halkının bir vatanı olmadığını, asla bir devlet kuramayacağını ilan etmiş oldu ve Kudüs’ün tamamını İsrail’e hediye etti. Dolar cinsinden para mukabilinde Filistin halkının vatanından vazgeçmesini istiyorlar. Emperyalist efendiler İsrail’i Arz-ı Mevud’a, yani vadedilmiş topraklara doğru genişletmek için Filistin engelini ortadan kaldırmaya karar verdiler.
Suudi Arabistan, Bahreyn, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, tank-palet ortağımız Katar planı destekledi. Mısır “ABD’nin çözüm önerisinin incelenmesinden yana” olduğunu ilân etti. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebul Geyd her ne kadar Filistinlilerin meşru haklarında büyük bir kayıp olduysa da “Amerikan vizyonunu titizlikle incelediği”ni söyledi. Araplar emperyalist efendilerinin önlerine koyduğu Büyük İsrail Planı’nı “titizlikle” inceliyorlar!
Sonuç olarak, tarihin uzun dalgasının yerini bir başka dalgaya bırakarak tamamen çekildiğini anlıyoruz. Geleceği öngöremeyiz. Belki şimdi yeni bir savaş başlayacak ya da mevcut savaşın içinden Arap ulusçuluğu, yeni bir kurtuluş mücadelesiyle birlikte yeniden yükselecek.
Ancak şunu söyleyebiliriz: Bölge halkları ümmetçilikten, mezhepçilikten ve etnik bölünmelerden arınarak laik ulus-devlet anlayışında birleşmedikçe kanlı boğuşmalardan ve emperyalist güçlerin azap askeri olmaktan kurtulamazlar. Emperyalizmin dişini taktığı yer bölgenin mezhebî ve etnik yapısıdır. Asıl nekbet siyasallaşmış İslam ve etnik bölünmedir. Veryansıntv, 29.01.2020