KİM KARAR VERECEK?

                             

Yavuz Alogan

         Antik Yunan Tiyatrosu’nda “deus ex machina” diye bir kavram var. İçinden çıkılamayacak kadar karmaşık ve tehlikeli bir durum oluştuğunda, tiyatro sahnesine dışarıdan (ex) palanga sistemiyle (mekanik) her şeye gücü yeten bir tanrı (deus) indirilir ve sorunu çözer. Bu aygıtın çözdüğü sorun, sürekli tekrarlanan, mevcut koşullarda çaresi bulunamayan bir kriz durumudur.

         Kurgusal sanat ve gerçek hayat birbirini taklit eder. Tarihte pek çok kez kuvvetlerin dizilişini değiştiren tek bir olayın etkisiyle sürekli tekrarlanan krizler çözülmüş, en azından çözülebilecek türde farklı krizlere evrilmiştir.

         Ülkemizde kapıdan kovulan ve geri dönmeyeceği sanılan bütün krizler bacadan girerek yeni krizlere eklenmektedir.

         Büyük ve küçük ölçekli krizler vardır. Büyük ölçekli kriz, Türkiye’nin çok partili siyasî hayata geçişinden bu yana tekrarlanan, ancak günümüzde büyük bir sıçrama yaparak içinden çıkılamayacak hâle gelen rejim krizidir ve ancak    demokratik devrimle oluşacak bir Kurucu İrade’nin hazırlayacağı    anayasanın parlamenter sistemi geri getirmesiyle çözülebilir.

Özelleştirilen her şeyin kamulaştırılması, Devlet Planlama Teşkilatı’nın yeniden kurulması, ordunun emir-komuta birliğinin iade edilmesi, laik ve bilimsel eğitim sisteminin uygulanması, ortaçağ kafasının tarih müzesinin özel bir bölümüne kaldırılması, Siyasî Partiler Kanunu’nun değiştirilmesi, sendika kurmanın ve örgütlenmenin kolaylaştırılması, medyanın sermayeden arındırılarak halkı aydınlatması; bütün bunlar, mevcut rejimin sınırları içinde ulaşılabilecek hedefler olmaktan çıkmıştır. Çünkü mevcut sistem artık içeriden reformasyona yatkın değildir; kendi muhaliflerini, sistemin içinde yer alan partileri, kendi ideolojik hegemonya alanında tutabilmekte, giderek kendine benzetebilmektedir.  

Güçler dizilişini değiştirecek “deus ex machina” ancak birbirini izleyen kitle hareketleriyle, seçimler ve referandumlarla gelebilir. 21. asırda adalet ve eşitliğe yakın bir rejim ancak kendiliğinden kitle hareketleri temelinde ve maalesef   ancak 18. asır yöntemleriyle kurulabilir. Yukarılardan, siyaset-servet-şöhret katlarından insanlığa hayırlı bir geleceğin bahşedilmesi kesinlikle imkânsızdır.

Neden 18. asır yöntemleri? Çünkü kitlelerin taleplerini dile getirebildikleri bütün 20. asır kurumları ve örgütleri yozlaştırıldı, ele geçirildi ya da düpedüz yok edildi. Paris’te bir göstericinin, sağcı ya da solcu olmadığını söyledikten sonra, “Geçen yıl Macron’a oy verdim ancak ihanete uğramış hissediyorum ve kızgınım” demesi; ardından, “Macron bizim 16. Louis’mizdir, hikâyesi giyotinde bitmiştir!” diye haykırması, bir 21. asır manifestosudur.

Kapitalizm yeni bir sermaye birikim yöntemi bulana kadar insanların yoksullaşarak sefalet içinde bekleyeceklerini, emperyalist paylaşım savaşlarında mali sermaye baronları ve silah tacirleri uğruna milyonlarca ölmeye gönüllü olacaklarını düşünmek için Marie Antoinette ya da Çar II. Nikola gibi biri olmak gerekir.

Ülkemizde çözülmesi gereken en büyük ölçekli sorun rejim krizidir.  Bu büyük sorunun yanında bütün diğer sorunlar küçük ölçeklidir. Bir şey değişir ve her şey değişir.

 1991’de Çekiç Güç’le gelen ve kapıdan kovulduğu sanılan sorun Kuzey Suriye’de PYD ordusunun kurulmasıyla bacadan girmiştir; Ağustos 2015’te kapıdan kovulan “çözüm süreci” Oslo’da bacadan sarkmaktadır; yıllarca uyutulan Kıbrıs Sorunu  genişleyerek Doğu Akdeniz’de bir düşman cepheye dönüşmüştür; Karadeniz’i zorlayan ABD, Rusya’yla Türkiye’yi aynı anda kuşatmaya çalışmaktadır; ekonomik kriz halkı kasıp kavurmakta ve ülkeyi IMF’nin kapısına doğru itmektedir; emeğiyle geçinen herkes köleleştirilmiştir; yalancılık, demagoji ve menfaat siyaset alanına hâkim olmuştur. Bütün bu konularda hangi geleneğe yaslanarak, hangi ölçütleri (ilkeleri) dikkate alarak, kim karar verecek?  Sorunları yaratanlar servet ve şatafatla zehirlenmişlerdir, yarattıkları sorunları çözemezler.  Aydınlık, 30. 11. 2018