Yavuz Alogan
Tunceli kırsalında iki askerin soğuktan donarak şehit olmasını anlamaya çalışıyoruz. Anlamaya çalışıyoruz, çünkü sistemin güçlü ve zayıf yanları bu tip olaylarda açığa çıkar.
Askerlerin çatışma bölgesinde donması haklı bir öfkeye yol açtı. Siyasî iktidarın aşırı savunmacı tutumu, gösterdiği kanıtlar ve yaptığı açıklamalar olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatacak yerde daha da kararttı.
Televizyonlara çıkan askerî uzmanlar olayı normalleştirmeye çalıştılar: hava ansızın soğur, yağmur kara dönüşür, ısı hızla düşebilir ve insan farkında olmadan… Bir Tümgeneral kış teçhizatlı dört askerle ekranlara çıkarak giysilerde sorun olmadığını anlattı: -40 dereceye dayanıklı soğuk iklim elbisesi, çift katlı polar mont, kar başlığı, kimyasal vücut ısıtıcıları… her şey tamam.
Bizzat Sayın Reis, kendi dedesinin bile Sarıkamış’ta “tüfeğine sarılıp donarak” şehit olduğunu iddia ettikten sonra, “Askerî teçhizatlar en modern teçhizattır” gibi karışık bir cümle kurdu. “Allah’ın takdiridir, olur böyle şeyler” demeye getirdi ve fırsatı değerlendirerek ana muhalefet partisi genel başkanını bir kez daha 15 Temmuz’da tankları görünce sıvışmakla suçladı.
Ukalalık etmiş gibi olmayayım ama askeriyede “kaza” denilen olaylar eğitim-disiplin eksikliğinden ya da malzeme yetersizliğinden kaynaklanır. Mesela Şah Fırat Harekâtı sırasında (22.02.2015) fotoğraf çekmek için tankın üzerine çıkan bir başçavuşun kule kapağının başına düşmesiyle şehit olması eğitim-disiplinle ilgili bir olaydı. Askerdeyken tanık olduğum “çaraskal boşalması” ya da oksijen-asetilen tüplerinin kamyondan indirilirken askerin ayağına düşüp sakatlığa neden olması ya da ağır malzeme çekerken çelik halatın kopması gibi olaylar ise malzeme yetersizliğiyle ilgilidir.
Peki bu donma olayı nasıl oldu? Üzerlerinde soğuk iklim elbisesi ve teçhizatı var mıydı? Bir yılda subay dört ayda uzman çavuş çıkaran eğitim sistemi onlara “hayatta kalma teknikleri”ni öğretmiş, tatbikatını yaptırmış mıydı? Bunları hangi soruşturma açığa çıkaracak? Meclis soruşturması için verilen önerge AKP milletvekillerinin el kaldırmasıyla reddedildi.
Olayı soruşturacak askeri savcılar, bütün delilleri inceleyip değerlendirerek hüküm verecek, kamuoyunu aydınlatacak askerî mahkemeler yok.
Arazide hipotermiye giren askerlerin nakledileceği, uzmanlaşmış asker hekimlerin bulunduğu bir askerî hastane yok. Asker hekimle sivil hekim arasındaki farkı dikkate alan, önemseyen yetkili yok. Tunceli Devlet Hastanesi’ne nakledilen iki uzman çavuşun orada nasıl bir tedavi gördüğünü hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Uzman çavuşlardan birinin babası oğlunun şehit olduğunu gece 21.30’da Mersin Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nden arayan bir yetkiliden öğrenmiş. Böyle durumlarda gösterilen incelik ve saygı ritüellerinin de bazen bozulduğunu anlıyoruz.
Siyasî iktidarın orduda yaptığı değişiklikler emir-komuta zincirinde, askerî gelenek ve görenekte, birlik beraberlik duygusunda, eğitim ve disiplinde nasıl sorunlar yarattı? Bunları kademelerde ve sahrada görev yapan askerler dışında kimse bilmiyor. Biz sadece bu dağılmanın bütün sebep ve sonuçlarıyla birlikte gelecekte çok konuşulacağını, bilmediğimiz yönleriyle açığa çıkarılacağını, sorumlulardan hesap sorulacağını tahmin edebiliyoruz.
“Demokratik hukuk devleti” denilen yapı elbette askerlerin seçimle işbaşına gelen hükümetlerin denetimine tabi olmalarını gerektirir. Fakat askerî komuta mekanizmalarına siyasî kimliği olan sivilleri sokmak, askerî eğitim kurumlarının başına sivil öğretim üyelerini getirmek ordunun zamanla siyasî iktidara bağlı bir inzibat kuvvetine dönüşmesine yol açar. Parti kendisini Devlet’in yerine koyarsa, Devlet’in ordusu da zamanla Parti’nin ordusuna dönüşür. Dolayısıyla kanıksamadan, alışmadan, her şeyi doğal karşılamadan, her lafa inanmadan, atı alan Üsküdar’a geçti demeden “devlet,” “siyasî parti,” “ordu” gibi kavramları en saf hâliyle ele alıp, en temel bilgilerle yeniden düşünmek gerekir. Aydınlık, 02. 11. 2018