ANKARA’NIN DARDIR YOLU…

Yavuz Alogan

         Çoktan AVM’ye çevrilen Bulvar Palas’ın hemen yanında Enver Gökçe’nin arada bir uğradığı Odak Kitabevi vardı. Soysal Pasajı’nın alt katındaki Hat Kitabevi İGD’li gençlerin uğrak yeriydi. Mithat Paşa Caddesi’nde adını hatırlayamadığım bir başka kitabevi, altında da Batıbeki’nin “Binici” tablosunu annemin verdiği harçlıkla satın aldığım geniş bir resim galerisi vardı. Kocabeyoğlu Pasajı  ve Zafer Çarşısı, bazıları sahaf niteliğinde çok sayıda kitapçıyla doluydu. Büyük Sinema’nın asma katında Erdal Öz’ün Sergi kitabevi, vitrininde Carlos Marighella’nın kapağına üç kurşun deliği resmedilmiş Şehir Gerillası kitabı…

         Yalın Tolga, ekibiyle birlikte Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılıp Mithat Paşa Tiyatrosu’nu kurmuştu. Koskoca Yalın Tolga bizim lisenin tiyatro koluna orada prova yapma ve oyun sahneleme izni vermişti.   Tiyatronun iç dekorasyonu Büyük Tiyatro’yu andırıyordu, sahne aralarında otomatik açılıp kapanan bordo renkli ağır perdeler… Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden adlı oyununu orada kaç kez seyrettiğimi hatırlamıyorum.

         Çevrede pek çok tiyatro vardı. Şimdiki gibi çorapçıların telefoncuların arasına sıkışmış olmayan AST en görkemli dönemini yaşıyordu; sonra Halk Oyuncuları, Yeni Sahne, çeşitli amatör tiyatro grupları… Bütün tiyatroların, ayrıca Ankara Sineması, Ulus Sineması ve Büyük Sinemanın önünde uzun gişe kuyrukları olurdu. Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın  matine ve suarelerine, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO)  konserlerine gidenler kılık kıyafetlerine özen gösterirler, CSO’nun alt fuayesinde şimdiki gibi  tezgâhta fındık fıstık ve organik bal satılmazdı.

         Büyük idealler zamanında, özellikle 1967-72 arasında Kızılay ve  çevresi çağın ruhuna uygundu.  Geçmişi benzer bir ruhla canlandırmak elbette mümkün değil. Fakat en azından geçmişin şık mağazalarının yerini alarak bulvarı, özellikle Ankaray koridorlarını işgal eden, don gömlek fanila sütyen ve mutfak ıvır zıvırı satan dükkânlara belki bir çare bulunabilir. Kızılay ve çevresi sadece eski kültürel niteliğini değil,  özenli vitrin düzenlemesi olan mağazaları ve caddeye taşan  müzikli pastane ve restoranlarıyla birlikte  şıklığını da kaybetti.

         Sayın Mansur Yavaş’ın Hitit Güneş Kursu amblemini kurtarmasını, İlhan Koman heykelini Seğmenler Parkı’na iade etmesini, “Ankara’yı yeniden   kültür başkenti yapacağız” demesini, T.C. harflerini eski yerlerine koymasını takdirle ve özeleştirel duygularla karşılıyorum. Ayrıca Sayın Başkan’ın “İlk yapım projesi bir bisiklet yolu olacak” sözlerinin beni ziyadesiyle mutlu ettiğini de belirtmeliyim. Gelecekte dünyanın bütün kentlerinde bisiklet nihai zaferi   her türlü otomobile karşı kesinlikle kazanacaktır!

         Tandoğan Meydanı, eski ismini almalı ve eski hâline kavuşturulmalıdır. Eski istasyon civarında bir yerlerde çürümeye terk edildiğini işittiğim Su Perileri heykeliyle birlikte fıskiyeli havuz kentimize iade edilmeli, meydanın orta yerine dikilen ve kaidesinde büyük harflerle “Güral Porselen” yazısı olan o saçma İbrik heykeli oradan kaldırılmalıdır.

         1924’te İtalya’dan getirilen Su Perileri heykeli tarihî bir eserdir.  1930’lu yıllarda Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası yaz akşamlarında havuzun çevresinde konserler verirmiş.  Şehirler böyle şeylerle var olur. Şehir meydanları ve ana caddeler keçi ve ibrik heykelleriyle, ticari ıvır zıvırla çıfıt çarşısına çevrilmez.

         Ayrıca Kızılay’daki “Gökdelen”in Güven Park’a bakan duvarını örten telefon reklamı oradan sökülmeli, reklam brandasının  gözlerden sakladığı “Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister” yazısının metal harfleri, tıpkı Ulus Meydanı’ndaki Mustafa Kemal heykeline yapıldığı gibi temizletilip parlatılmalı; binanın  Ziya Gökalp Caddesi’ne bakan yüzünde yıllarca durduktan sonra sökülüp alınan, Kuzgun Acar’a ait metal “Türkiye Rölyefi” bulunup onarılarak eski yerine konulmalıdır. 

         Ayrıca geceleri Ankara’nın her yerinde cartlak ve parlak kırmızı  ışıklarla yanıp sönen ve yurttaşlarda katarakt gibi göz hastalıklarına yol açtığı sabit olan,  kebap, ciğer, köfte, dürüm panoları kaldırılmalı; devasa reklam yazılarına özellikle meydanlarda izin verilmemeli, başta AŞTİ olmak üzere bazı binaların filmlerdeki uzakdoğu genelevlerini  andırarak yanıp sönen sarı yeşil  ışıklarına bir çare bulunmalıdır.    

Yenişehir semtinin şimdilerde Çay Yolu taraflarına çekilen eski ahalisi bu meselelere kayıtsız kalmamalı; şehir organik bir bütün olarak yaşamalı, şehrin içinde birbirini tecrit eden başka başka şehirler, ayrışmış kültürel alanlar oluşmamalıdır. Hamamönü taraflarında restore edilen eski Ankara evlerine hangi vakıf, dernek ve şahısların çöktüğü dikkatle incelenmelidir.  Sabahları hâlâ iğde kokan güzel şehrimiz hakkında söylenecek daha çok şey var.  Aydınlık, 31. 05. 2019

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *