DÜNYA TOPUN AĞZINDA

Yavuz Alogan

        Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ikinci perdesinin ikinci sahnesi İsrail’in İran’a saldırısıyla başladı. İkinci perdenin birinci sahnesi Suriye’de Baas rejiminin çökmesiyle, hemen ardından İsrail’in HTŞ’nin kurduğu Suriye hükümetinin askerî kapasitesini SDG lehine zayıflatmasıyla tamamlanmıştı. Rusya oyundan çekilmiş, Çin uzaktan seyretmişti.

        Şu anda Suriye’nin ve İbrahim anlaşmalarıyla birleştirilen Arap ülkelerinin hava sahası, belki hava alanları da, İsrail ordusunun her türlü kullanımına açık.

Rusya Dışişleri Bakanlığı saldırıyı kınamakla ve endişelerini bildirmekle yetindi.  Putin, büyük ağabey tavrıyla, önce Pezeşkiyan’a telefon edip “başsağlığı” diledi, İran’ın nükleer programıyla ilgili sorunun “barış yoluyla” çözümlenmesinden yana olduğunu bildirdi.  Sonra Netanyahu’ya telefon ederek “siyasi ve diplomatik” çözüm ve “arabuluculuk” önerdi. Çin ise, Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün ağzından, “gerginliğin yumuşaması için yapıcı rol oynamaya hazır” olduğunu bildirdi.

        ABD’nin Hürmüz Boğazı’ndan Çin’e enerji ithalatının devamı ve Gwadar limanının güvenliği hakkında güvence verip vermediğini, Rusya’yla nasıl bir pazarlık yaptığını doğal olarak bilmiyoruz. İleride tarih yazar.

        Türkiye, saldırıyı “barbarlık” olarak niteledi. Fakat bütün dünyanın gözü önünde, Midas’ın kulakları gibi dikildiği Malatya’da harıl harıl çalışan, İran’dan ateşlenen her füzenin yörüngesini Ramstein Üssü üzerinden İsrail’e yetiştiren Kürecik Radar Üssü yokmuş gibi davranmayı sürdürdü.

        İsrail’in İran’a saldırısı için Ortadoğu sahasının uzun süre hazırlandığı, şekillendirildiği görüldü. İsrail’in savaş planları ve istihbarat raporlarının İran’a sızdırıldığı gibi asılsız söylentiler çıkarıldı, ABD Başkanı bölgeyi ziyaret etti, CENTCOM komutanları İsrail genel kurmayıyla defalarca toplantı yaptı.

Trump karışık mesajlar vererek, İran’ı oyalayarak, “saldırı olmayacak” diye yalan söyleyerek savaş hazırlıklarına bizzat katıldı. Saldırı başladıktan sonra, sırıtarak “İsrail harika ABD ekipmanı kullanıyor” dedi, “saldırının saatini bile biliyordum” diye övündü ve böylece playboy-müteahhit karışımı cahil ve hödük bir şahsiyet olarak insanlığın başına musallat olmuş bir felaket olduğunu bir kez daha kanıtladı.   İnsanların öldüğü bir savaştan değil de harika bir golf vuruşundan bahsediyormuş gibi konuştu.

        İran yalnız kaldı. Sınırlı imkân ve kabiliyetlerini seferber ederek ABD ve İsrail’e karşı haftalarca sürecek bir savaşa sürüklendi.   Saldırının ilk saatlerinde İran, Genel Kurmay Başkanı’nı, Devrim Muhafızları Komutanı’nı, toplamda 20 üst düzey komutanını ve nükleer fizikçilerini kaybetti. İsrail onları evlerinde, yatak odalarında vurdu. İsrail ajanlarının İran’ın hava savunma sistemlerinin yakınına dron üsleri kurduğu, harekât karargâhını İran’ın içine yerleştirdiği söylendi.

        Toplam duruma baktığımızda, Molla Rejimi’nin bir iki hafta içinde tamamen çökeceğini, iç ayaklanmalarla ve komşu ülkelerin karadan müdahalesiyle  parçalanacağını, batıya doğru muazzam göç hareketlerinin olacağını, nükleer sızıntıların bölgeyi kirleteceğini anlıyoruz. Pehlevi Hanedanı’nın küresel sosyete tarafından son zamanlarda parlatılan veliahtı Rıza’yı Şah olarak İran’dan arta kalan kısmın başına geçirebilirler. İsrail’in saldırıya verdiği “Yükselen Arslan” (Pehlevilerin hanedan arması kılıç tutan arslandır) ismi böyle bir amacı ima ediyor olabilir.

Rejimin çökmesi hâlinde İran’ın “Doğu Kürdistan” denilen bölgelerinde özerk, federatif, belki de bağımsız bir Kürdistan’ın İsrail ve ABD eliyle kurulacağı neredeyse kesindir.  Saldırının ilk günü İran’daki illegal Kürdistan Özgürlük Partisi, İsrail’i destekleyen ve ayaklanma çağrısı yapan bir bildiriyle ön almaya çalıştı. PKK’nin uzantısı Kürdistan Özgür Yaşam Partisi’nin de (PJAK) aynı çizgide olduğu kesindir. Böylece mutasavver Kürdistan’ın Suriye’den sonraki ayağı da inşa edilmiş olacak ve geriye “çözüm süreci”yle yumuşatılan Türkiye’nin güneydoğusundaki “Kuzey Kürdistan” kalacak.

BOP’un ikinci perdesinin üçüncü sahnesinin Türkiye’yi kapsayacağını artık herkes biliyor.  Netanyahu’nun, Arjantin Devlet Başkanı’nın İsrail’i ziyareti münasebetiyle Knesset’te yaptığı konuşma sırasında, geçerken değinmiş gibi yaparak, “Bazıları benimle aynı fikirde olmasa da Osmanlı İmparatorluğu’nun yakın zamanda geri döneceğini düşünmüyorum, dönmeyecek,” demesi önemlidir.  Saray’ın Kürtlerin hâmisi olarak genişleyen Türkiye fikrine İsrail’in fiilen karşı çıkacağını anlıyoruz.

Günümüzde savaş yüksek yıkıcı teknolojiye ve gelişmiş istihbarat imkânlarına sahip ülkelerin, bu imkânlardan yoksun ülkelere planlı tecavüz eylemine dönüştü. Fakat bu tecavüz eylemlerinin onlara geri dönüşü aynı ölçüde korkunç, şiddetli ve kanlı olacak.

Bugün topun ağzında olan ülkelere (İran, Panama, Meksika, Grönlang, Ukrayna, Rusya  vb.) yarın bu yüksek yıkıcı teknolojiyi icat eden ve pervasızca kullanan ülkeler de (ABD, İngiltere, İsrail) eklenecek. Bugün “şahane savaş ekipmanımız” var diye böbürlenen, ulus-devletleri parçalamaya, haritaları değiştirmeye çalışan   emperyalist ülkeler, yarın  kendi topraklarında “kirli bomba” denilen radyoaktif madde yayıcılara, ilkel araçlarla yapılan kitle katliamlarına, kimyasal ve biyolojik dron saldırılarına, sabotaj ve suikastlere, nihayet büyük halk isyanlarına, yıkıcı ayaklanmalara maruz kalacaklar. Başka ülkelerde yaratıp yönettikleri kaos ve iç çatışma girdabı onları da içine çekerek tüketecek, kargaşaya ve felakete sürükleyecek. Fail ile mağdur eşzamanlı olmasa da aynı kaderi paylaşacak. Sadece bizim gibi ülkeler değil, bütün dünya topun ağzında.

Bugün kullanılan gelişmiş yıkım ve ölüm teknolojisi en ilkel düzeyde de olsa kesinlikle kopyalanacak (her teknoloji kopyalanır), büyük felaketlere yol açacak şekilde yoksul zengin, gelişmiş azgelişmiş farkı gözetmeden bütün ülkeleri hedef alacak. Bu gidişle dünyanın her yeri birbirine düşman ülkelerin, bu ülkelerin kullandıkları vekil savaşçıların ve her türlü terör örgütünün hibrit savaş alanına dönüşecek.

Şu son birkaç on yıl içinde konvansiyonel savaş yöntem ve araçlarının ne kadar kırılgan olduğu görüldü. Bütün askerî doktrinler çöpü boyladı, en azından rafa kaldırıldı.

Savaş uçakları ve gemilerinin, tankların topların eşgüdümle savaşa sürülmesi şöyle dursun, bu silahların güvenliklerinin nasıl sağlanacağı gibi tuhaf bir soru ortaya çıktı. Rusya Karadeniz’deki gemilerini Novorossisk limanında korumaya aldı. İkinci Körfez Savaşı  (2003-2005) sırasında Irak, savaş uçaklarını korumak (!) için onları çölün kumlarına gömmüştü.

 Günümüzde ekonomiyi, sosyal psikolojiyi, istihbaratı, asimetrik ve siber saldırıları, yüksek teknolojik bilgiyi konvansiyonel imkânlarla en verimli şekilde birleştiren hibrit savaşa yabancı kalan ve bu savaş tarzına karşı önlem alamayan ülkelerin savaş kapasitesine sahip olmadıkları görüldü, ne askerî doktrin geliştirebilecekleri ne de strateji kurabilecekleri anlaşıldı. Uzun vadeli hazırlık ve çok yönlü planlama yapmayan, mahalle kavgasında sapanla taş atar gibi savaşabileceğini sanan her ülke kaybedecek.

Şimdi buraya,    “iç cephenin sağlamlığı, en azında gıdada kendine yeterli ekonomi de çok önemlidir,” gibisine bir başlık açacaktım ama gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez. Veryansın, 15. 06. 2025

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *