SİYASÎ PARTİLER VE DEVLET AKLI

Yavuz Alogan

        Cumhur İttifakı ile Altılı Masa’nın programlarının aynı, söylemlerinin farklı olduğu seçimlerden önce görüldü, defalarca yazıldı.  AKP iktidarının Saray rejimine dönüşen yirmi yıllık iktidarının bir restorasyona, yani onarıma ihtiyacı vardı.  Altılı Masa’nın seçimi kaybetmesi üzerine onarım görevi Saray’da kaldı.

        Restorasyon görevi şunları içeriyordu: Türkiye’yi mevcut NATO konseptiyle daha sıkı bütünleştirmek, yeniden AB kapısına bağlamak, böylece Rusya dengesini bozmak;  ekonominin yönetimini Batı’nın mâli sistemine bağlayarak açık ya da örtülü bir IMF programı yürütmek;  göçmen deposu olarak Türkiye tasarımını  sürdürmek; Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinden arındırılmış “sıfırdan” Anayasa yaparak ulus-devleti ortadan kaldırmak, böylece federatif bir yapının yolunu açmak; etnik ve mezhepsel bölünmeleri yasal dayanaklarla derinleştirmek; küresel güç merkezleriyle birlikte yeni bir “çözüm süreci”ni  müzakere etmek.

        En genel hatlarıyla bu restorasyon şu anda Yüce Meclis’te yer alan bütün siyasî partilerin ortak vizyonudur.

Seçimlerden altı ay önce iktidar ve muhalefet blokları arasında vizyon farkı olmadığını yazmıştım:

“Aslında seçimlere açılan siyaset arenasında restorasyon (onarım) gerektiren tek bir büyük vizyonun farklı versiyonları yarışıyor. Bu büyük vizyon küçük bir re-vizyondan geçirilerek Saray’ın siyasî aşırılıklarından arındırılacak ve daha teknik seviyede bir prodüksiyonla vizyona girecek.  Seyirlik gösterinin oyuncuları değişse de değişmese de bütün siyasî partilerin benimsediği büyük vizyon aynı kalacak” (Veryansın, 05. 12.2022).

        Saray, seçimlerden sonra dış politikada ve ekonomide, “teknik seviyede” büyük vizyona yöneldi.

        Fakat bu arada çok önemli bir şey oldu.

        Saray’ın ve siyasî partiler rejiminin halkta rıza üretme kabiliyetini kaybettiği görüldü. Bütün gayretine rağmen Altılı Masa’nın seçimi kazanamaması muhalif seçmende karamsarlığa dönüşen bir şok etkisi yarattı. İktidarı ya da muhalefeti destekleyen toplam seçmen kitlesi ekonominin teknisyeni Mehmet Şimşek’in ağzından daha birkaç yıl yoksullaşmaya devam edeceğini öğrendi; sonrasına ilişkin rıza gösterebileceği, ikna edici bir programın olmadığını anladı. Çocuk yerine konulduğunu, hem iktidar hem de muhalefet tarafından çocuk gibi avutulduğunu fark etti. CHP’li, partisinin bildiği CHP olmadığını anladı; AKP’li ise partisinin bir çıkarcılar topluluğuna dönüştüğünü gördü, çok sevdiği Reis’in yönetme kabiliyetini kaybettiğini, iktidarın ipini elinden kaçırdığını, çaresiz kaldığını düşündü.

        Cumhuriyet tarihi boyunca Türk halkı pek çok siyasî ve iktisadi krizden, hatta iç savaş benzeri dönemlerden geçti. Her defasında Devlet Aklı’nın varlığını hissetti, en kötüsü gelmeden bu aklın devreye gireceğine inandı. Fakat şimdi bu aklın yerinde büyük bir boşluk olduğunu, bu boşluğun ülkenin varını yoğunu satarak rant paylaştıran iktidarın çevresindeki yağmacı çetelerle dolduğunu, inançsız ilkesiz kadrosuz siyasî partilerin rant kardeşliği temelinde yağmaya katıldığını,  hepsinin yularını dış güçlerin tuttuğunu fark etmeye başladı.

Yoksulluk ve yoksunlukla birleşen gelecek kaygısı ve hayal kırıklığı en sıradan insanın bile dikkatini keskinleştirdi. İnsanlar durumun daha kötüye gideceğini hissettiler, onları çocuk gibi avutmaya çalışan siyasilere kulaklarını kapamaya, sırtlarını dönmeye başladılar. Her gün halkın durumunu halka anlatan, zengin, çapsız ve çaresiz siyasetçi profilinden bıktılar, tiksindiler.

Bu uyanış uzun vadede olumlu sonuç verir. Halk kendi siyasî temsilcilerini kendi içinden çıkarabileceği sahici bir sistem aramaya, Kurucu İrade ihtiyacı duymaya başlar.

Fakat bu olumlu sonuç, kısa vadede Devlet Aklı’na duyulan ihtiyacın aciliyetini ortadan kaldırmaz. Zira tarihin akışı durmaz, sizin derlenip toparlanmanızı beklemez.

Üçüncü Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin tarafsızlığını sağlayacak, Türk Ordusu’nu siyasetten ve cemaatlerden temizleyecek, planlı ekonomiye geçecek, tarımsal üretimi artırmak için gerekli düzenlemeleri yapacak,  başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç maddelerini stoklayacak,  Marmara depremi için zorlayıcı önlemler alacak, iç savaş potansiyeli taşıyan dışarıdan göçü tersine çevirecek, ruhsatsız silahları toplayacak, küresel güçlerin her türlü tehdit ve şantajına bağışık bir Devlet Aklı’na  acilen ihtiyaç var. 

Yakın iç ve dış tehditleri karşılamak üzere Devlet Aklı’nın çok geç olmadan devreye girmesi; ardından yeni bir Anayasa hazırlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini belirleyecek, “Türk müyüz, Türkiyeli miyiz; ulus-devlet miyiz, anâsır-ı İslâm mıyız; ümmet miyiz, millet miyiz; biz neyiz?” sorusunu cevaplayacak bir Kurucu Meclis’in seçimle toplanarak Toplum Sözleşmesi’ni yenilemesi; ve nihayet demokrasinin evrensel kurallarına uygun bir siyasî partiler kanununun yürürlüğe girmesi gerekir. Veryansın, 18.08.2023