KADERİN KESİN PLANI

Yavuz Alogan

Kaderin on binlerce insanın ezilerek, donarak ölmesi gibi bir planı olamaz.

        Anası babası enkaz altında can vermiş on yaşında çocuğun beton altında ezilmiş kolunun kesilmesini planlayan bir kader varsa, o kadere isyan etmek gerekir.

        Soğuktan yarı donmuş, aç kalmış insanlar… “Refakatsiz” denilen, kaybolmuş çocuklar…  Uykusuz sapsarı yüzleri çatık kaşlarıyla şefkat görüntüsü vermek için Cumhurbaşkanı’nın kürsüsünü süsleyen çocuklar…

        Deprem bölgesinden gelen çocuk manzaraları, Gustav Mahler’in  Ölü Çocuklara Şarkılar’ı (Kindertotenlieder) eşliğinde, Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinin şu ilk dörtlüğüdür: “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür.”

        İncelik, saygı (tazim), dikkat ve özen gerekirdi.  Bütün cenazeler çıkarıldığında elbette dinî tören yapılırdı. Fakat deprem felaketinin daha ikinci gününde bütün ülkede ve beton altında kurtarılmayı bekleyen depremzedelerin işitebilecekleri şekilde cami hoparlörlerinden Sela okumak; kurtarma çalışması yapan ekiplerin çevresinde gruplaşarak günümüzde siyasî İslâmcıların sloganına dönüştürülen “Allahu Ekber!” nidalarıyla tekbir getirmek; bazı AKP’li belediyelerin deprem bölgesine “seyyar mescit” sevk etmesi; Türk konsolosluklarının yardım paralarını Diyanet’e yönlendirme çabaları; Hakikat’i aktarmak için çırpınan fedakâr gazetecilerin tekmelenmesi, itilip kakılması hiç yakışık almadı, çok ayıp oldu. Depremzede bir kadın, “Biz ekmek ve battaniye değil, insan istiyoruz, yönetici istiyoruz!” diye bağırıyordu.

        Anayasa’da hâlâ yazılı olan “laiklik ilkesi” bu halkın bilincinde ve hayat tarzında yaşamaktadır.  Sıradan yurttaşların büyük bir bölümünün “siyasî İslâm”ı giderek yolsuzluk, hırsızlık, akraba kayırmacılığı, oy ticareti, hatta çocuk istismarıyla özdeş görmeye başladığı, dinî duyguları kazanç kapısı olarak sömüren cemaat ve tarikatların gerçek işlevini anladığı açıktır.

        Saray kadrolarının, üzerinde pervasızca tepindikleri ideolojik buz tabakasının inceldiği yerlerden çatlamakta olduğunu fark etmemiş olmaları mümkün müdür? Kalbi kırılan milyonlarca insanın, insanî olarak görece gelişmiş, eğitimli yurttaşların, iktidar partisinin yeniden kurduğu devletin 2053, 2073 hedeflerine giderek fena hâlde yabancılaştığını, umudunu kaybederek öfkelendiğini ne zamana kadar görmezden gelecekler?  

        Bu köşede sık sık, şu son yirmi yıl içinde ülkeyi yönetenlerin ideolojik hegemonya kurma çabasıyla halk arasında bilinçli ve kasıtlı olarak uzlaşmaz çelişkiler yarattığını yazdım. Halk arasındaki “uzlaşmaz” çelişkilerin tarihte nasıl çözüldüğünü şu acılı günde örneklerle anlatmak yakışık almaz. Cumhuriyet tarihinde gelmiş geçmiş bütün devlet ricali bu türden çelişkileri önceden fark etme ve patlama noktasına gelmeden yatıştırma basiretini, gerektiğinde fedakârlık yaparak geri adım atma erdemini göstermiştir.

Ağır kriz zamanlarında hikmet-i hükûmet, raison d’etat  gerekir.  Bunu gösteremeyen iktidar ülkesini felakete sürükler.  

        Siyaset üstü sahici bir devlet aklına, yeniden kuruluşa ihtiyaç var.

Sayın Saray’ın, çevresine topladığı ofis memurları ya da “bakan” tabir edilen unsurları ve bütün danışmanlarıyla birlikte lütfen istifasını memleketin selameti için rica ve talep etmek durumundayız. 

Bunun için artık CİMER’e dilekçe mi yazılır, yoksa istifa talebi postayla Saray’a mı gönderilir, imza mı toplanır, bilemem. Fakat istifa istemi bir şekilde duyurulmalı ve ülke sathında yaygınlaştırılmalıdır. Bütün muhalefet bu talep etrafında toplanmalıdır.

        İstifanın ardından Yüce Meclis kendi içinden ülkeyi seçimlere kadar yönetecek bir hükümet çıkarmalı; Sayın Meclis Başkanı Cumhurbaşkanı vekili olmalı (kabul ederse!), HSK tarafsız olduğu bilinen kişilerden (kaldıysa!) bir YSK seçmeli; mevcut valiler ve emniyet müdürleri tarafsız olduğu bilinen (bulunabilirse!) kişilerle değiştirilmelidir.

        Yüce Meclis eski sıkıyönetim kanununu (1402 sayılı) yeniden yasalaştırarak sıkıyönetim ilan etmeli (bunu isteyecek hâle geldiğime inanamıyorum!); afet yönetimi tamamen Türk Ordusu’na bırakılmalıdır. Asker, utangaç tavrından vazgeçerek nizami üniformasıyla kendini saklamadan bölgeye inmeli ve öncelikle askerî kamuflaj elbiseli, spor ayakkabılı olup da insanları itip kakarak, döverek asayişi sağlamaya çalışan meçhul unsurları yağmacılar, kaçaklar ve sığınmacılarla birlikte bölgeden uzaklaştırmalı ve bütün faaliyetlere kendi merkezinden eşgüdüm sağlamalıdır.

        Bu “lütfen istifa” önerisinin biraz uçuk kaçık olduğunu; en azından makul politik analiz yöntemi ve mevcut güçler dengesi açısından saçmalık gibi durduğunu hiç kuşkusuz ben de fark ediyorum. Fakat aklıma başka bir şey gelmiyor.

        Geçmişte 12 Mart, 12 Eylül gibi dönemlerde, içinde ya da kıyısında yer aldığım vahim durumlar ve toplumsal çatışmalar sırasında mantıklı, tutarlı, en azından saçma olmayan analizler yaptığımı gayet iyi hatırlıyorum. Fakat bu kez gerçekten de mevcut yönetimin lütfen istifaya davet edilmesi, bu konuda ricacı olunması dışında aklıma makul bir şey gelmiyor.

Dünyanın, bölgenin ve ülkenin içinde bulunduğu durum  meşruiyet zeminine fazla uzak düşmeyen yumuşak  bir acil çözüm planını, bir geçiş dönemini gerektiriyor.

        Aklıma başka bir şey gelmiyor fakat bugünün dünyasında insanın aklına gelmeyen her şey başına geliyor. Bizzat yarattığınız, süreklilik kazandırarak netice almaya çalıştığınız kaosu yönetemezseniz, onu kesinlikle dışarıdan yöneteceklerdir. Saray’ın güvenliği, ekonomiyi, eğitim ve sağlığı, en önemlisi afetin yaratacağı etkileri yönetme ve bütün halkı temsil etme kapasitesi çok hızlı zayıflıyor.

Seçimlere kadar sürecek bir “ara dönem”e yumuşak geçiş yapılmadığı taktirde, gerek siyasî toplumun içindeki kayıkçı kavgasının, gerekse kendini kaybetmiş gibi görünen Saray yönetiminin iktidar tutkusu ve mecburiyetiyle harmanlanmış aşırı kibirli tutumunun ve korkularının halk arasındaki uzlaşmaz çelişkileri ateşe vereceğini ve bütün kentlerin meydanlarından “Hükümet istifa!” sloganlarının yükseleceğini neredeyse kesinlikle biliyorum, kaçınılmaz görüyorum.

Şu yirmi yılın felakete yol açmadan sona ermesi, ilahi değil dünyevi bir adaletin, eli titremeyen bir adaletin tecelli etmesi gerekir. Kaderin kesin planı, “göklerden gelen karar” budur!

 Ağır bir hafıza kaybına uğramadıysa sevgili vatanımızın bu vahim durumdan çıkabilecek tarihsel ve kültürel birikime sahip olduğunu biliyoruz ve bu birikimi taşıyan insanları görüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, şu karanlık pazar gününde, kuruluş ilkelerine bağlı bütün yurttaşları çözümün bir parçası olmaya davet ediyor, halkımın büyük ve derin acılarını yüreğimde hissediyorum.  Veryansın, 12. 02. 2023